Çankayalılar, Kadıköylüler, Beşiktaşlılar, hacılar! Laylon poşete son verileceğini haber alır almaz örgü filelerini çıkarıp köşeye koyan sosyal sorumluluk kumkumaları, buralar hep karışacak, vaziyet alın!
Evvela şunu söyleyeyim, Türkiye pastasının crème de la crème tabakasını afiyetle yiyerekten sebebiyet verdiğiniz seçim sonuçlarının Türkiye gerçekliğiyle hiçbir ilişkisi yok. Örgü filelerinizin de yok, mukavvadan kedi evlerinizin de. Karnabahar köftelerinizin ve istiridye mantarından kokoreçlerinizin de payitaht mutfağıylan bir ilişkisi yok. Üvey annesiz, beyaz atlı prenssiz ve külkedisiz o sası masallarınızın da imparatorluğumuzun dirilişiyle ve şaha kalkışıyla bir ilgisi yok... Kimsiniz siz ya?
Sevgili okur artık inanman zor tabii ama gerçekten benim de bu sütunda üç hafta boyunca “hacı üçlemesi” döktürmek gibi bir niyetim hiç ama hiç yoktu. Fakat cumhurbaşkanını dinledikten hemen sonra bir de baktım ki yazının başlığı benden habersiz başköşeye geçip mevzilenmiş bile. Kader helvasını irmik irmik kavuruyorken, ne yapsaydım?
Dün akşam üzeri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çankaya, Beşiktaş ve Kadıköylüleri Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesim olarak tanımladığını ve “Türkiye yansa da şaha kalksa da bunların umurlarında değildir” dediğini öğrendikten sonra, garip bir heyecana kapıldım. Bir türlü yerimde duramadım. Alt kata inip komşuların ziline basasım, kapıyı açıp koridorlara doğru seslenesim geldi: “Türkiye umrunuzda mı sizin hacılar? Umrunuzdaysa cevap verin bilelim, umrunuzda değilse de cevap verin ki yine bilelim. Atılı suç üzerimize yapışmasın.”
Neyse ki sayın Erdoğan’ın aynı konuşmada taharet kâadı ve kâat havlu stoklamakla suçladığı ibişler biz değildik. Onlardan ayrıca hesap sorulacakmış.
Hacı serisinin son yazısı olacak bu. Size söz veriyorum. Ben de bıkdım bu hacılardan, hocalardan zaten. Mübarek gün demiyorlar, aile izleyicisi ya da 18+ demiyorlar, en mahrem hijyen meselelerine bile vaazlarında alenen yer veriyorlar. Sosyal medyada rastladım. Hocanın biri cemaati karşısına almış, aynı gece gerçekleşen iki sevişme arasında yıkanma gerekliliğinden söz ediyor. Lahavle... Ne diyeyim bilemedim. Boşuna su israfı. Bir seferde yıkanır giderdin be hacı... Sular kesilirse diye, taharet kâadı stoklamayı da vaaz eder bunlar. Allah muhafaza.
Bu işlere bu kadar kafa yormak niyedir, niçindir anlaşılır gibi değil. İnsan evlatları olarak fıtraten murdar olduğumuzu mu düşünüyorlar nedir? Murdarlık demişken tabii, çok daha derin bir mevzuu karşımıza çıkıyor. Juliacığım Kristeva iğrenme üzerine yazdığı kitabında murdarlık ritüellerinden söz eder. Yazar dinlerden, edebiyattan, ahlaktan ve Freud’dan geçerek murdarlık ritüellerinin iğrenme duygusuna dayandığını açıklar. Kristeva bu dinsel ritüellerin temel işlevinin, “öznenin kendi kimliğini dönüşü olmayan bir şekilde annede yitirme korkusunu yatıştırmak” olduğunu söyler.(1)
Lakin öyle anlaşılıyor ki bir türlü yatışamıyorlar. Ya-tı-şa-mıyor-lar hacı... İşte bu yatışmayan korku, köpürmüş persillere gelip kir gibi çözülesicelerin kadın nefretinin de kaynağıdır. İşte böyle aşırı yorumlayaraktan gündelik dile çevireyim Kristeva’nın sözlerini ki murdarlık konusunu kibirli ve hayın bir entel gibi kapatmış olmayayım.
O değil de arkadaş, biz Çankaya Kaymakamlığı'nda mukim bilumum yurttaşın Türkiye’yi umursamadığını kim hangi yöntemlerlen ölçümlemiş de yazıya döküp sayın cumhurbaşkanımızın eline tutuşturmuş? Yine yanıltıyorlar adamcaazı...
Vallahi benim Çankayalı bir tanıdığım mutfağa dalıp su bardağına kafa üstü çakılan pis kokulu bir kımıl böcüğünü kurtarmış, bacaklarını kurulamış ve sütünü içirerek yeniden doğaya bırakmıştı. Kımıl zararlılarından bile vazgeçemiyoruz bu ülkenin, Türkiye’yi umursamamak ney ya, gözünüzü seveyim... Dönüyorum dolaşıyorum ama şu “Türkiye umurlarında değil” sözünü bir türlü sineye çekemiyorum. Ufak Tefek Cinayetler’in Merve’sine kurulmuş Pelin gibi, çok pis kuruldum bu söze.
Tabii Beşiktaşlıları, Kadıköylüleri filan çok bilemem ben, onları savunmaya kalkıp hatalı bir şey söylemek de istemem. Fakat Çankayalılar deyince orada bir duracaksınız. Otuz yıldır aralarında yaşıyorum. Ekmek bulamayınca pasta yedikleri varsayılan şu Çankaya memur ve bürokrat kontluğunun sakinleri, aklını tümden Türkiye ile bozmuştur. Sabah uyanıp pencereleri açtığı andan, gece yatağa girip yorganı kafasına çekinceye kadar kafasını bozan her şey memleketle ilgilidir bilakis... Kımıl zararlısıyla, karasineğiyle, arısıyla, balıyla, besin zinciriyle, kedisiyle, köpeğiyle, yeşiliyle, çiftliğiyle, AOÇ yoğurduyla, parkları ve bahçeleriyle ayrı ayrı bozmuştur kafayı. Köşkleri ile kaleleriyle... Sadece Çankaya ilçe sınırları içinde kalan şeylerle de değil, kökü Altındağ’da İncesu’da olan her şeyle... Hamamönü’yle, Ulus Anafartalar Çarşısı’ndaki Füreya Koral seramikleriyle de... Memleketin aklınıza gelebilecek her bir köşesiyle bozmuştur kafayı. Doğru biçimde bozmuştur, yanlış biçimde bozmuştur o ayrı mesele. Ama kimse bir Çankaya insanına “Türkiye umrunda bile değil” diyemez.
Çankaya insanı öyle “murdarlık” gibi ulvi meselelerle pek uğraşmaz, Yes. Fakat temizlik ve hijyenle de epeyce ilgilidir. Yani su israfından ne kadar nefret ediyorsa ter kokusundan da o kadar nefret eder. Sadece beden değil, çevre temizliği de önemli uzmanlık alanlarından biridir. Ortalığa saçılan laylon poşetlerle, sokaklara atılan pet şişelerle, boşa yanan ışıklarla yel değirmenleriyle savaşır gibi savaşır durur. Neyse ki tasarruflu ampuller çıktı da o oda senin bu oda benim, yelkovan kuşlarının peşi sıra koşturur gibi, çocukların peşinde ışıkları kapatmak için koşturmaktan kurtuldu zavallım. Çankayalım. Karadutum. Çatalkaram. Çingenem... Daha nem olacaktın? Her şeyim. Yes.
“Yes” dedim de, sayın cumhurbaşkanımız da “Yes” demiş bir soruyu cevaplarken. Uzun zamandır kendisine böyle sempati duymamıştım. Yes demiş, yes demekle kalmamış, “Ne dedim, yes dedim” diye de üstelemiş cevabında. Ülkesine yabancı, milletine yabancı, bir tek kımıl zararlılarına flörtöz bir kontluğun mukimi olarak kendisine nasıl yakın hissettim, nasıl yakın hissettim anlatamam size.
Ne anlatacağım? Çankayalılar, dostlar, hacılar! Krem tabakalarınızı biraz eritin de şu ülkenin umrunuzda olduğunu gösterin yedi düvele.
Sana gelince sevgili okuyucu, sen şimdi bu yazıyı beğenmezsin bugün. Çıtayı da yükselttik tabii Çankayalılar olarak. Sevilay Hoca da “Hacı üçlemesi” diye bir şey icat etti, bugünkü yazıyı da öyle kurtardı filan diye çekiştirirsiniz arkamdan. Oysa şu yazıyı devasa aralıklı satırların tanrısı Ahmet Hakan yazsa, saniyede bir milyon kez paylaşır, “Öldüm gülmekten, yes, yes, yes! Gözlerimden yaş geldi, taharet kağıdı yetişmedi” bile dersiniz.
Çankayalının kaderi budur... Ne kremi, ne kaymağı? Ne Boğaz’ı ne viskisi? Yüksek çıtaların cefakar insanları...
(1) Julia Kristeva (2004) Korkunun Güçleri: İğrençlik Üzerine Deneme. Çev., Nilgün Tutal, İstanbul, Ayrıntı Yayınları. s.94.