Türkiye-Yunanistan-Kıbrıs: Isınan üçgen
Kıbrıs meselesinin ötesinde şimdi münhasır ekonomik bölge sorunu başta olmak deniz alanları üzerindeki anlaşmazlık konuları Ege ve Doğu Akdeniz’de artık iç içe geçmiştir. Diğer bir deyişle, deniz altı petrol ve doğal gaz kaynakları nedeniyle şimdi alev almaya hazır bir Türkiye/KKTC-Yunanistan-GKRY üçgeni oluşmuş bulunmaktadır.
Faruk Loğoğlu*
Bugünlerde, dış politikada toplum olarak dikkatimiz daha çok Zeytin Dalı operasyonu başta olmak üzere Suriye’deki gelişmeler üzerinde yoğunlaşmakta. ABD’yle ilişkilerimiz de keza sıkça gündeme gelmekte. Ancak sahadaki olaylara göre arada bir gazete manşetlerine taşınmakla birlikte, Türkiye için Yunanistan ve Kıbrıs bağlantılı ve en az Suriye’de olanlar kadar endişe verici gelişmeler kamuoyunda yeterince tartışılmamakta.
Oysa Yunanistan’la Ege’deki anlaşmazlıklarımız tekrar alevlenmekte, sorunlara yenileri eklenmekte, gerginlik sürekli artmaktadır. Son olarak sınırı geçen iki Yunan askerinin tutuklanması ilişkileri daha da germiştir. Öte yandan, Kardak kayalıklarında sürtüşmeler aralıklarla devam etmiş, şimdi de taraflar Ege’de üstelik hassas alanlarda karşılıklı geniş çaplı askeri tatbikatlar yapacaklarını ilan etmişlerdir.
Aynı zamanda, Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) deniz altındaki enerji kaynaklarına ilişkin tek yanlı tasarrufları Türkiye ve KKTC’nin tüm uyarılarına rağmen sürmektedir. Son olarak, İtalyan petrol şirketi ENI’nin sondaj gemisi, Türk Deniz Kuvvetleri tarafından engellenmiş ve GKRY’nin sözde ruhsatlandırdığı parselden 23 Şubat’ta ayrılmıştı.
Dışişleri Bakanlığı da tepkisini GKRY’nin "adanın yegâne sahibi gibi davranarak tek yanlı faaliyetlerini sürdürmesinin kaygı verici ve kabul edilemez" olduğunu vurgulayarak belirtmişti. Ancak bu sefer de (sabık Dışişleri Bakanı Tillerson’un eski başkanı olduğu ABD Şirketi) ExxonMobil ile Türkiye’nin kol kanat gerdiği Katar’ın yine Rumların tek taraflı ruhsatıyla bölgede araştırma yapacağı haberleri basında yer almakta.
Siyasi planda, ABD ve AB ülkeleri “meşru hükümet” olduğu bahanesiyle GKRY’ni desteklemektedirler. Nitekim Avrupa ve Avrasya Konularından Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Wes Mitchell, 16 Mart’ta Kıbrıs’a yaptığı ziyarette doğal gaz ve petrol araştırma konularında ABD’nin GKRY’nin yanında olduğunu açıklamış, Kıbrıs Türklerinin haklarından söz etmemiştir. Amerikan yönetimi ve Amerikan şirketlerinin bu tutumları Türkiye ile ABD’yi bir de Doğu Akdeniz’de karşı karşıya getirebilecek bir potansiyel taşımaktadır. Gidişat, Doğu Akdeniz'de ciddi bir krizin kapıda olduğunu göstermektedir.
Diğer bir deyişle, uzunca bir süredir alışılagelmiş sınırlar içinde cereyan eden Türk-Yunan gerilimi şimdi silahlı çatışma ihtimalini de içeren farklı bir boyutta seyretmektedir. Türk ve Yunan yetkililerinin karşılıklı söylemleri de tansiyonu ayrıca yükselmektedir.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar’ın bu bağlamdaki bir açıklaması – 9 Şubat 2018 - özellikle dikkat çekicidir. “Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, tüm denizlerimizde ülkemizin ve milletimizin uluslararası hukuk ve anlaşmalardan kaynaklanan hak ve menfaatlerinin korunması konusunda da kararlıdır… Sadece Kardak değil, tüm Ege'yi kapsayabiliyoruz. Hem Afrin'de operasyon yapabilecek, hem de aynı anda Doğu Akdeniz ve Ege'yi kontrol edebilecek güce sahibiz." Bu çıkış bile sıcak çatışma ihtimalinin de hesaplanmakta olduğunu, en azından masada tutulduğunu açıkça göstermektedir.
Dolayısıyla, ortada yeni bir durum vardır. Kıbrıs meselesinin ötesinde şimdi münhasır ekonomik bölge sorunu başta olmak deniz alanları üzerindeki anlaşmazlık konuları Ege ve Doğu Akdeniz’de artık iç içe geçmiştir. Diğer bir deyişle, deniz altı petrol ve doğal gaz kaynakları nedeniyle şimdi alev almaya hazır bir Türkiye/KKTC-Yunanistan-GKRY üçgeni oluşmuş bulunmaktadır.
Karşılıklı gayretlere rağmen Ege sorunlarının uzun yıllardır çözülemediği bir vakıadır. Batı Trakya’ya ilişkin meseleler de çözümsüz durmaktadır. Şimdilerde Yunanistan’ın iade etmeyi reddettiği darbe şüphelisi askerler, Türkiye’nin tutukladığı Yunan askerleri ve Lozan Antlaşması'na ilişkin tartışmalar gündemi daha da ağırlaştırmıştır.
Türkiye’nin Ege’de, KKTC’yle birlikte Doğu Akdeniz’de hayati önemde egemenlik hukuk ve hakları vardır. Yunan ve Rum tarafı, AB üyelikleri ve GKRY’nin uluslararası toplum tarafından “meşru hükümet” olarak tanınması avantajını kullanıp Ege ve Doğu Akdeniz’de oldu-bittiler yaratarak tek yanlı hedefleri doğrultusunda mesafe almaya kalkışmaktadır. Almışlardır da. Bu bağlamda, GKRY son yıllarda boş durmamış, Mısır (2003), Lübnan (2007) ve İsrail’le (2010) münhasır ekonomik bölge alanlarını kapsayan anlaşmalar imzalamıştır. Özellikle Yunanistan, GKRY, Mısır ve İsrail arasında enerji alanındaki işbirliği geleceğe yönelik iddialı adımlarla ilerlemektedir. Türkiye Rum tarafının hukuksuz eylemlerine ilgili ülkeler ve BM nezdinde itirazlarda bulunmuş, fakat bu olumsuz seyri durduramamıştır. Türkiye ile İsrail arasında doğal gaz ortak projeleri için sürdürülen görüşmelerde ise net bir sonuca varıldığına dair bir emare henüz yoktur.
Her hâlükârda Türkiye -KKTC’yle birlikte- haklarının çiğnenmesine izin vermemekte kararlıdır. Ancak Türkiye’nin hak ve hukukunu uluslararası toplumun konuya Rumlar lehine olan genel bakış açısı ışığında tek başına savunma durumunda kalacağı için tepkilerinin çok sert ve kapsamlı olması galip ihtimaldir. Çünkü artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Dolayısıyla, herhangi bir olay veya yanlış anlama nedeniyle süratle kontrolden çıkabilecek bir gerilim sarmalıyla karşı karşıya bulunmaktayız.
Ne yapılmalıdır? Savaşa gidilmeyecekse, çıkış yolu müzakere ve uzlaşıdır. Unutmayalım ki çatışmalar neticesinde elde edilecek sonuçlar, konu petrol ve doğal gaz olduğu için, hiçbir taraf lehine kalıcı ve sürdürülebilir olmayacaktır. Bu itibarla, önce yaygın ve sürekli bir kamu diplomasisi atağı ile Ege ve Doğu Akdeniz’e ilişkin tezlerimiz bölge ülkelerinden başlayarak ilgili üçüncü çevrelere tekrar anlatılmalıdır. Suriye, Filistin –deniz kıyısı vardır-, Lübnan, İsrail ve Mısır’la geliştirilmiş somut projeler zemininde görüşmeler yapılmalı, Türkiye’nin daha elverişli, güvenilir bir ortak olacağı vurgulanmalıdır. Diplomatik atağa paralel olarak doğal gaz ve petrol kaynakları meselesinin Türkiye, Yunanistan, KKTC ve GKRY arasında doğrudan, ayrı ve bağımsız bir konu olarak öncelikle görüşülmesi önerilebilir. Yapılabildiği ve sonuç alınabildiği takdirde bu, hem Kıbrıs meselesi hem diğer Ege sorunlarının çözümüne de katkı verir. "Diplomasi savaşın başka yöntemlerle devamıdır" gerçeğinden hareketle, önce diplomasiye şans arayalım. Aksi halde, tehlikeli biçimde ısınmaya başlayan Ege ve Doğu Akdeniz’in suları tüm taraflar için ciddi risklere gebedir.
*Eski CHP Milletvekili, emekli diplomat