Türkiye’de akademisyen olmak: 'Umut kaçınılmaz gerçektir'

Kağıt üstünde akademik özgürlük kavramı ulusal ve uluslararası bütün platformlarca koruma altına alınmış durumda. Belki şaşırtıcı gelecektir ancak YÖK, 2013 yılında yayınladığı Akademik Özgürlük Bildirgesi’nin birinci maddesinde "Üniversiteler hiçbir baskı ve engelleme söz konusu olmaksızın, tüm fikirlerin, muhtelif hakikat iddialarının, sosyal ve siyasi problemlerin özgür ve medeni bir şekilde tartışıldığı, karmaşık sorunların açık bir biçimde ifade edildiği ortamlardır" diyebilmiştir. Ne kadar iddialı değil mi?

Azmi Karaveli azmikaraveli@yahoo.com

Türkiye, barış talep edenleri yargılama konusunda oldukça deneyimli bir ülke aslında. 80 askeri darbesi sonrası Barış Davası’nı yaşı yetenler hatırlayacaktır. Barış İçin Akademisyenler (BAK) de imzaladıkları barış çağrısı için yıllardır mahkemelerde mücadele veriyor. Prof. Dr. Füsun Üstel barış talep ettiği ve aldığı cezai hükmün ertelenmesini reddettiği için cezaevine girdi. Tuna Altınel katıldığı bir panel gerekçe gösterilerek gözaltına alındı. Prof. Dr. Haluk Savaş’a pasaportu zor bela verildi. Çok sayıda akademisyen ya yurtdışına gitmek zorunda kaldı ya da bunun yollarını arar oldu.

Son derece basit bir gerçek var oysa ki: Akademisyenlik de bir meslektir. Tıpkı veteriner gibi itfaiyeci, bakkal gibi... Hizmet verdikleri insanlar bu meslekleri icra edenlerden asgari bir beklenti içindedirler. Akademisyenden de kabaca düşünmeleri, bilim üretmeleri ve düşündüklerini ifade etmeleri beklenir. Tıpkı BAK’çıların yaptığı gibi. Başka deyişle akademisyenliği seçenler özünde okuma ve öğretme üzerine kurulu bir mesleği icra ederler. Bu mesleğin de etik kuralları, çerçevesi evrensel olarak belirlenmiş sınırları vardır elbet. Ama temeli özgürce kendini ifade etme üzerine kuruludur. Tabii fen bilimlerinde her şey daha farklı ve net gözükür. Mühendis, doktorsan toplumun senden beklentisi bellidir. Misal, kimse İstanbul Fikirtepe’yi gökdelen mezarlığına çevirerek yaşam alanlarımızı altüst eden mimar ve mühendislere iki kelam laf etmez, çünkü kentsel ve beyinsel dönüşümler zihniyetinde Fikirtepe artık "modern"dir.

Sosyal bilimlere dönersek (aslında Barış İçin İmzacılar içinde çok sayıda fen bilimci de var, lakin içerik sosyal bilimlerin alanı) diğer disiplinlere gösterilen itibar ya da hoşgörü sosyal bilimcilerden esirgenir. Bir hizmeti alırken her gün onlarca kez yaptığımız yazılı olmayan (otobüse binerken şöförün bizi sağ salim götürmesini beklemek, lokantada aşçının lezzetli yemek yapmasını ve yemeğe tükürmemesini beklemek) güven ilişkilerini hayata geçiririz. Oysa aynı ilişki paternini akademisyenlerle özellikle de mesleği sosyal bilimler üretmek, öğretmek olanlara göstermeyiz. Onlar "yanlış" yapmıştır, "düzgün" hoca değildir. Çünkü siyaset ve sporu bu ülkede herkes "bilir".

Zaten bırakın akademik siyaseti, reel siyaset dahi bizde; seçimden seçime propaganda dönemleri boyunca konuşulması istenen bir disiplindir. Diğer zamanlarda ise kahvehanelerde okey dönerken televizyondaki haberlere şöyle göz atıp "Adam çalışıyor abicim"e, "Kılıçdaroğlu o yumruğu haketti ama" ya da "Bu bildiri hiç olmamış, vatan haini bunlar"a indirgenmiştir. "Barış imzacısı akademisyenler senelerdir bu alanda çalışıyorlar, bunlar da en nihayetinde özgürce ifade ederek kendi mesleklerini icra ediyorlar" demek dahi ne yazık ki kabul görmüyor bu topraklarda.

Paris'te "sciences po" (Instituts d'études politiques) okuyan bir öğrencinin altına kırmızı halılar serilirken, haydi muadili olarak kabul edelim, Mülkiyeli bir genç, adeta "tu kaka" muamelesine maruz kalmaktadır. Daha geçtiğimiz günlerde bir sınıfta Turgut Uyar’ın "Umuttur" şiirini okuyan öğrencilere özel güvenlikçiler müdahele etmedi mi?

Akademisyen olarak siz ne kadar akademik ortamda öğretilenle reel siyaset arasındaki farkı anlatmaya çalışırsanız çalışın, "Yeni Türkiye"nin yeni kodlarına uyum gösteremediğiniz müddetçe öğrenci ya da hoca olun damga yeme ihtimaliniz yüksektir.

Oysa kağıt üstünde akademik özgürlük kavramı ulusal ve uluslararası bütün platformlarca koruma altına alınmış durumda. Belki şaşırtıcı gelecektir ancak YÖK, 2013 yılında yayınladığı Akademik Özgürlük Bildirgesi’nin birinci maddesinde "Üniversiteler hiçbir baskı ve engelleme söz konusu olmaksızın, tüm fikirlerin, muhtelif hakikat iddialarının, sosyal ve siyasi problemlerin özgür ve medeni bir şekilde tartışıldığı, karmaşık sorunların açık bir biçimde ifade edildiği ortamlardır" diyebilmiştir. Ne kadar iddialı değil mi?

Akademisyenliği ve aydın olma sorumluğunu bir duruş olarak görenleri ayrıcalıklı olarak fetişleştirelim demiyorum ama onları lanetleyen topraklarda olduğumuz da bir gerçek. Edward Said'in 1993 yılında yayınlanan bir makalesinde ifade ettiği gibi yaşanıyor süreçler: "Aydın bir mesajı, davranışı veya düşünceyi kamuya, kamuda ve kamu için sunan, temsil eden, ifade oluşturan bireydir. Bu ise can sıkıcı, rahatsız edici sorular, ortodoksiye karşı çıkma (onu yeniden üretmektense) olmadan gerçekleşmez."

Biraz karamsar bir yazı oldu sanırım. O zaman son sözü Mülkiyeli öğrencilerin okurken müdahele yediği Turgut Uyar’ın “Umuttur”una bırakalım. Zira boş bir umut tacirliğiyle olmuyor, sürekli umutsuzluk enjekte ederekse hiç olmuyor.

Umuttur

(…) Çünkü umut kaçınılmaz gelecektir

bütün gümbürtüsüyle

umut kaçınılmaz gerçektir çünkü

biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar.

Tüm yazılarını göster