Türkiye'de iş güvenliği ve işçi sağlığının dünü ve bugünü

2023 yılında ülkede hala oturmuş bir iş güvenliği kültürü yok. Salt yasa çıkarmak sorunu çözmüyor, daha etkili yöntemler bulmak gerekiyor. Umudumuz gelecek yıllara.

Abone ol

Bahar Göçer*

İnsanlık büyük değişimler yaşayarak tarihe not düştü. İlk aletleri yontmaya başladıkları andan itibaren geçen süreçte yarattıkları teknoloji ile hayatı farklı şekillerde dönüştürmeyi başardı. Teknoloji, bir yandan toplumsal refahı artırırken, diğer yandan insanlık için bir tehdit oluşturdu. Bu tehditlerden biri de çalışma hayatındaki ölümler ve kazalardır.

Sanayi devriminden bu yana yapılan makineler, inşa edilen binalar, kullanılan kimyasallar ve üretilen ürünler, hayatı kolaylaştırdığı gibi iş kazalarının sıkça yaşanmasına da neden oldu. Ancak bu durum sadece iş kazalarıyla sınırlı değil; aynı zamanda birçok insanın sağlığını tehdit eden meslek hastalıklarına da yol açtı. Sanayi geliştikçe, işçi sağlığı ve iş güvenliği gibi kavramlar insan hayatını tehdit eder hale geldi.

Aslında iş güvenliği kavramı çok eski zamanlara, MÖ yıllara kadar dayanır; ilk filozoflar bu konuya ilişkin ufak tefek farkındalıklarını dile getirdiler. Sanat ve endüstri geliştikçe, iş kazaları ve meslek hastalıklarına dair farkındalık arttı. Köleci toplumlardan kapitalist sistemlere geçişle birlikte, bu alanda yasal düzenlemeler oluşturulmaya başlandı ve bu düzenlemeler uygulamaya konuldu. Özellikle Avrupa ve Amerika gibi bölgelerde, iş güvenliği konusundaki önlemler ve uygulamalar oldukça gelişti. Türkiye'de ise, kayda değer yasal düzenlemeler genellikle Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra gerçekleşmeye başladı.

CUMHURİYET DÖNEMİ YASA VE MEVZUATLARI

Cumhuriyet dönemine baktığımızda, iş güvenliği kavramı genellikle devletin yasal düzenlemelerini çıkarması ve uygulaması temelinde işledi. İş güvenliği alanında sol ve muhalefet yeterince etkin olamadı. Diğer ülkelerin etkisi yasal mevzuatların çıkarılması konusunda bir baskı oluşturdu. Türkiye bu tür zorlamalarla karşı karşıya kaldıkça ve dönemsel ihtiyaçlara göre bu alanda düzenlemeler yapmaya çalıştı. Ancak iş güvenliği ve işçi sağlığı kültürü hiçbir zaman tam olarak oturmadı.

Cumhuriyet döneminden bu yana iş güvenliği tarihçesinin belirleyici olan yasa ve mevzuat ile diğer unsurlara bir bakalım.

Osmanlı döneminde maden işçileri ağır çalışma koşullarına maruz kalıyorlardı. Sık sık ölümcül kazalar ve göçükler yaşanıyordu. 1920'de ülke savaş halinde olduğu zorlu bir dönemden geçiyordu. Kömüre olan ihtiyaç fazlaydı ve çalışma koşulları kötüydü. Bu çalışma koşulları Ereğli ve Zonguldak kömür havzalarında işçi ayaklanmalarına neden oldu ve bu da maden işçilerinin görünür olmasını sağladı.

1921 yılında TBMM, maden işçilerinin hukukunu düzenleyen bir kanun kabul etti. 10 Eylül 1921 tarihinde kabul edilen ve 151 numaralı Ereğli Havzai Fahmiyesi Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun, madenlerde 18 yaşın altındaki kişilerin çalışmasını yasakladı ve günlük çalışma süresini 8 saatle sınırladı. Bu sürenin üzerinde çalışılması durumunda işçilere iki kat fazla ücret ödenmesini ve bu fazla çalışmanın tarafların rızasıyla yapılmasını düzenledi. Ayrıca, hastalanan veya kaza geçiren işçilerin tedavi edilmesini sağlamakla yükümlü kıldı. Dahası, madenlerin çevresinde hastane, eczane ve doktor bulundurma zorunluluğu getirdi. Dönemin karmaşıklığını göz önünde bulundurduğumuzda, bu koşullar altında oldukça ileri düzeyde bir yasa çıkarıldığını söyleyebiliriz. Muhtemelen o dönemde uygulamalar tam anlamıyla yerine getirilemedi, ancak ihtiyaçlara uygun yasaların çıkarılması için adımlar atılmış ve doğru kararlar alınmış. Çıkarılan yasanın tam anlamıyla uygulanması yıllar süreceğini tahmin etmek zor değil.

'İŞÇİNİN SOSYAL HAKLARI VE GÜVENLİĞİ AYRILMAZ BİR BÜTÜNDÜR'

Aynı dönemde ve aynı karmaşık yıllarda, işçilerin haklarının belirlenmesi ve iş güvenliğinin sağlanması için adımlar atılmaya devam ediliyordu. 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi düzenlendi ve işçilerin korunması amacıyla birtakım kararlar alındı. Bu kongre, açıkça yeni bir ekonomik düzenin oluşturulması, işçilerin varlığının tanınması ve haklarının güvence altına alınması amacıyla yapılmış gibi görünüyordu. Kongrede, işçilerin çalışma koşulları, çalışma süreleri, sendikal hakları, çocuk işçilerin korunması, sağlık koşulları ve kadın işçilerin çalışma şartları gibi konularda düzenleme yapılmasına karar verildi.

Bu konular daha çok işçi hakları gibi görünse de iş güvenliği ve işçi sağlığı ile genel işçi hakları bir bütündür. Ayrıca ülke gündemine baktığımızda, salt işçi sağlığı ve güvenliği konusunda net yasalar çok yıllar sonra çıkarılmış. Daha çok işçilerle ilgili alınan kararlarda işçi sağlığı ve iş güvenliğine küçük vurgularla değinilmiş. Bu kavramlar ayrıca karmaşık kavramlardır. İşçinin sosyal hakları ve güvenliği ayrılmaz bir bütündür ve girifttir, birbirinden farklı görmek doğru olmaz.

Birkaç basit örnek vermek gerekirse, çalışma saatleri, iş koşulları, öğle yemekleri, çocukların yapabileceği işler ve eğitimleri, kadınların hamilelikleri ve özel durumları gibi konular, hem işçi sağlığı ve iş güvenliği hem de çalışanın sosyal hakları ve çalışma koşullarıyla ilgilidir.

DÜNYADA İŞÇİ HAKLARI

Tarihsel serüvene tekrar dönelim; 1925 yılında kabul edilen 2739 sayılı "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun" ile tatiller belirlendi. Yeni kurulan bir ülke olarak, işçi güvenliği ve hakları konusunda önceki Osmanlı döneminden gelen bir kültürel mirasa sahip değildik. Tüm bu eksiklikler ve sorunlar fark edildikçe veya ortaya çıktıkça, yasalar çıkarılmış ve uygulamaya konmuştur.

Bu süreçte, Marx'ın tanımladığı zincirlerden başka kaybedecek bir şeyi olmayan, emeklerini satarak geçimlerini sağlayan işçilerin yaşam koşulları şekilleniyor. 1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu'nda iş güvenliği ile ilgili hükümler bulunmaktadır. Bu madde, işverenin işçinin karşılaşabileceği tehlikelere karşı gerekli tedbirleri alması gerektiğini ve aksi takdirde işverenin uğranılan zararları tazmin etmekle yükümlü olduğunu belirtmektedir. O dönemde alınan bu madde ileride iş sağlığı ile iş güvenliğini amacıyla çıkarılacak yasanın önemli yapıtaşlarından birini oluşturur.

Tabii ki, durum Avrupa'da Türkiye'deki gibi dağınık ve geri düzeyde değil. Avrupa, işçi haklarına ek olarak iş güvenliği ve sağlığı kavramlarını daha ayrıntılı ve özerk bir şekilde ele almıştır. Bu konuların ayrıntılarına daha fazla odaklanmışlardır. Çünkü sanayileşme ve bunun getirdiği sorunlarla çok daha erken tanışmış.

Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organization - ILO), 11 Nisan 1919 tarihinde kurulmuştur. ILO, Birleşmiş Milletlerin bir parçası olarak faaliyet gösteren ve işçi haklarını koruma, çalışma koşullarını iyileştirme ve işçilerin refahını artırma amacı taşıyan uluslararası bir kuruluştur. ILO'nun kuruluşuna Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ülkeleri, Rusya gibi ülkeler katkıda bulunmuştur. Bu ülkelerde işçi sınıfı kavramı yaygınlaşmış ve işçi sınıfı tanınmıştır. Hatta bazı ülkelerde işçi sınıfı devrim gerçekleştirmiştir. Türkiye ise İLO'ya katılımını 1932 yılında gerçekleştirmiştir.

50 İŞÇİYE 1 HEKİM

Türkiye'ye geri dönersek, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti'nde halk sağlığını koruma ve geliştirme amacıyla temel bir yasa olarak 1930 yılında kabul edildi. Bu kanun, iş güvenliği ile ilgili hükümleri içererek iş kazalarını ve meslek hastalıklarını önlemek için önemli bir araç haline geldi. İş yerlerinde çalışanların sağlığını ve güvenliğini sağlamak amacıyla gerekli düzenlemeleri içerir.

Kanun, en az 50 işçi çalıştıran iş yerlerinde bir hekimin bulunmasını zorunlu kılıyor ve belirli büyüklükteki iş yerlerinde revir veya hastane kurulması gerekliliğini getiriyor. Ayrıca, 12 yaşından küçük çocukların fabrika ve imalathanelerde çalıştırılmasını yasaklayan maddeleri içeriyor. Bu kanun, Türkiye'de uzun yıllar boyunca etkili bir şekilde uygulandı ve büyük fabrikaların iş yeri hekimi bulundurmasını sağladı.

Süreçten anlaşıldığı gibi, hem işçilerin hakları hem de iş güvenliği ve işçi sağlığı konuları ilerleme kaydediyor, ancak ivmesi oldukça düşük. Aslında, İşçi Sağlığı ve Güvenliği (İSG) her dönemde Türkiye'de yavaş ilerleyen ve birtakım gelişimlerden geri kalan bir alandır.

1936, ülkedeki ilk iş kanunu olan 3008 sayılı Kanunu'nun kabul edildiği yıldır. Bu kanunla birlikte işçiler resmi olarak tanınmış ve işçi haklarını düzenleyen bir kanun hayata geçirilmiştir. İş kanunları zaman içinde birkaç kez değiştirilmiş ve güncellenmiştir. Bu kanunların önemli bir yönü, işçi sağlığı ve iş güvenliği kavramlarının bir kısmının da bu kanunlara dahil edilmesidir. Yıllarca bu iş kanunlarında iş sağlığı ve güvenliği kuralları eklenmiş ve bu kurallar uygulamaya konmuştur. İşverenler, işyerlerinde çalışanların sağlık ve güvenliğini sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdürler. Aynı şekilde, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği kurallarına uymak zorundadırlar. Ancak hala sistematik bir iş güvenliği kuralları oluşturma veya ihtiyaca göre bu kuralları uygulama gibi konular tam oluşmamış.

ÇALIŞMA BAKANLIĞI'NIN KURULMASI

Türkiye'nin 1932'de Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) üyesi olması, önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye'nin ILO'ya üyeliği, uluslararası iş sağlığı ve güvenliği standartlarına uyum sağlama çabalarının bir parçası olarak kabul edilebilir. Zaman içinde Türkiye, ILO'nun sözleşmelerine de imza atacaktır.

İhtiyaç duyulan bakanlık (Çalışma Bakanlığı), 1945 yılında kuruldu. Türkiye’de yaklaşık 2,5 milyon işçinin olduğu tahmin ediliyor. Bu dönemde ayrıca "İşçi Sağlığı Genel Müdürlüğü" de kuruldu ve bu müdürlük iş güvenliği alanında görev yapacak bir kurum olarak belirlendi. Günümüzde hala faaliyet gösteren İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü (İSGM), iş kazalarını ve meslek hastalıklarını önlemek, çalışanların iş sağlığı ve güvenliği konularında iş yapmaktadır.

Çalışma Bakanlığı'nın kurulduğu dönemde işçiler için önemli olan bazı yasalar da kabul edildi. 1945 yılında 4792 sayılı İşçi Sigortaları Kurumu'nun kuruluşu ve sonrasında 4772 sayılı İş Kazalarıyla Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu'nun yürürlüğe girmesi, işçi hakları ve iş güvenliği konularında önemli adımlar olarak kabul edildi. Bu yasalar, işçilerin sosyal haklarını ve sağlıklarını korumaya yönelik çalışmalardır.

Malum o dönemde iş kazalarının istatistikleri pek tutulmamış. Edindiğim verilere göre 1914 yılında Zonguldak'ta meydana gelen maden kazasında 300'den fazla kişi hayatını kaybetmiştir. 1943 yılında yine Zonguldak'ta 100'den fazla kişi, 1945 yılında ise aynı bölgede 100'den fazla kişi hayatını kaybetmiştir. Bunlar, kömür ocaklarında meydana gelmiş trajik kazalardır. Ayrıca, fabrikalardaki iş kazaları da dikkat çekicidir. 1917 yılında İstanbul'da bir fabrikada çıkan yangında 200'den fazla kişi, 1927 yılında İzmir'de bir fabrikada meydana gelen patlamada 100'den fazla kişi, 1934 yılında Ankara'da bir inşaat alanında yaşanan çökmede ise 50'den fazla kişi hayatını kaybetmiştir. Büyük iş kazalarının sayısı oldukça fazla ancak alınan tedbirler çok da iç açıcı değil.

Yine edindiğim bilgilere göre; 1945'e kadar Türkiye'de yaklaşık 10.000 fabrika varmış. Bu dönemde Almanya'da ise yaklaşık 1 milyon fabrika faaliyet gösteriyormuş. Dolayısıyla Almanya, Türkiye'ye kıyasla yaklaşık olarak 100 kat daha fazla fabrikaya sahip. Bu fabrikaların sayıları, aslında işçi oranlarını da yansıtmaktaydı. Bu fark, Türkiye'nin sanayileşme sürecinin Almanya'ya göre daha geç başlamasından kaynaklanıyordu. Almanya, sanayileşme sürecine 18. yüzyılın sonlarında başlamıştı, oysa Türkiye sanayileşme yolculuğuna 19. yüzyılın sonlarına doğru adım atmış. Sanayinin gelişme durumuna göre iş sağlığı ve güvenliği kavramı da gelişmiş ve ülkede kullanılır hale gelmişti.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, Türkiye'de sosyal güvenlik sisteminin temelini oluşturan bir yasadır. Bu kanun, 13 Temmuz 1964 tarihinde kabul edildi ve 1965 yılında yürürlüğe girdi. Başlıca amacı, çalışanlara, emeklilere ve ailelerine sosyal güvence sağlamaktır. Yani, işçilerin emeklilik, hastalık, iş kazası, doğum gibi durumlar için sosyal güvenceye sahip olmalarını hedeflemiştir. Bu sayede Türkiye'deki çalışanlar, çeşitli yaşam koşullarında kendilerini ve ailelerini koruma altına alma imkanına sahip olmuşlardır.

1974 yılında, 178 sayılı İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü'nün yayınlanması, Türkiye'deki iş sağlığı ve güvenliği alanında önemli bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Bu tüzük, içerdiği teknik detaylar ve açıklamalar ile büyük bir kaynak olarak işlev görmüştür. Tüzüğün hazırlanmasında, işverenler, işçiler, işçi sendikaları, iş sağlığı ve güvenliği uzmanları ve akademisyenlerden oluşan bir komisyon görev almıştır. Bu komisyon, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) ilgili sözleşmeleri, tavsiye kararları ve uluslararası standartları titizlikle inceleyerek, Türkiye'deki iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarına yönelik bir kaynak hazırlamıştır.

Bu tüzük, oldukça kapsamlı ve profesyonelce yazılmıştır. İş sağlığı ve güvenliği alanında açık ve net bilgiler sunması, bu tüzüğü kullanıcılar için son derece değerli kılmıştır. Günümüzdeki yönetmeliklere kıyasla daha somut ve anlaşılır bir yaklaşımı vardır, iş sağlığı ve güvenliği konularında karmaşıklığı azaltarak daha net somut öneriler getirmiştir.  Maalesef, bu tüzük daha sonra yürürlükten kaldırıldı.

70'LERİN TOPLUMSAL HAREKETLERİ VE İŞÇİ HAKLARI

1967 yılında çıkarılan 931 Sayılı İş Kanunu, Türkiye'deki işçi ve işveren ilişkilerini düzenleyen önemli bir yasa olarak öne çıkmaktadır. Ancak, zaman içinde değişen ihtiyaçlar ve ekonomik koşullar, bu kanunun birkaç kez değiştirilmesini gerektirmiştir. 1971 yılında, Anayasa Mahkemesi, 931 Sayılı İş Kanunu'nu bazı şekil sorunları nedeniyle iptal etmiştir. Bu gelişmenin ardından 1475 Sayılı İş Kanunu yürürlüğe girmiştir ve işçi ve işveren haklarına yönelik çeşitli düzenlemeler içermiştir. 2003 yılında, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne uyum süreci sırasında ise 4857 Sayılı İş Kanunu kabul edilmiştir. Bu kanun, işçilerin haklarını güçlendiren birçok düzenlemeyi içermiş ve aynı zamanda iş sağlığı ve güvenliği konularında da önemli düzenlemelere yer vermiştir.

1970’lerde toplumsal hareketin, yasal değişikliklere etkisi büyük olmuştur. 1971 yılında Anayasa Mahkemesi'nin 931 Sayılı İş Kanunu'nu iptal etmesi, işçi hareketlerinin etkisiyle oluşmuş. Türkiye'deki işçiler, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ücretlerin artırılması ve sendikal hakların güçlendirilmesi gibi taleplerini bildirmişler. 931 Sayılı İş Kanunu, işverenlerin lehine bir denge oluşturuyordu ve işçilerin haklarını yeterince korumuyordu. Anayasa Mahkemesi'nin kararı, işçi hareketlerinin kararlılığı ve talepleri doğrultusunda alınmış önemli bir adımdı ve işçi hakları konusundaki gelişmelere ivme kazandırmış.

4857 Sayılı İş Kanunu, Türkiye'de işçi haklarını, işveren ilişkilerini ve iş sağlığı gibi konuları düzenleyen önemli bir yasadır. Aynı zamanda Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) çalışma hayatındaki temel yasasıdır. Bu kanun, işçilerin çalışma koşulları, maaşları, izin hakları ve iş sağlığı ve güvenliği gibi pek çok konuyu içermektedir. SGK'nın işleyişi de bu kanunla belirlenir.

4857 Sayılı İş Kanunu ile birlikte birçok yönetmelik çıkarıldı. Bu yönetmelikler arasında İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği, Yapı İşlerinde Sağlık ve Güvenlik Yönetmeliği, Patlayıcı Ortamların Tehlikelerinden Çalışanların Korunması Hakkında Yönetmelik, Kimyasal Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik, Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik gibi birçok önemli yönetmelik bulunmaktadır. Ancak, Avrupa Birliği normlarından alıntı olduğu için bazılarının anlaşılması güç. Bu yönetmelikler hala geçerli ve kullanılır durumdadır ve zaman zaman güncellemelerle yenilenmektedir. Ancak, yönetmelikler ilk yürürlüğe girdiği zamanlarda pek de uygulanmadı.

TÜİK VE İSİG

TÜİK'in verilerine göre, Türkiye'de iş kazaları ve meslek hastalıkları oranları 1945'ten bu yana önemli ölçüde azalmıştır. 1945 yılında her 100 bin çalışan başına 20,9 iş kazası düşerken, 2022'de bu oran 2,1'e düşmüştür. 2003 yılında ise her 100 bin çalışan başına 10,2 iş kazası meydana gelirken, bu oran da zaman içinde azalmıştır. TÜİK, bu istatistikleri bazı zamanlar yayınlamaktadır ve bu veriler iş sağlığı ve güvenliği politikalarının izlenmesinde katkı sunuyor.

TÜİK ile benzer bir işi üstlenen İSİG Meclisi, 2011 yılında İstanbul'da çalışmaya başladı ve sonrasında Kocaeli, Ankara, İzmir ve Diyarbakır gibi farklı bölgelerde de çalışmalarına devam etti. İş güvenliği konusundaki önemli bir alternatif kaynak olan bu meclis, gönüllülerden oluşan bir topluluk olarak ortaya çıktı. İSİG Meclisi, farklı sektörlerden, işkollarından ve mesleklerden işçilerin yanı sıra işçi ailelerini de içeren geniş bir ağın bir araya gelip oluşturduğu örgütlenmedir. Kendisini "İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi" olarak tanımlayan bu oluşum, 2011 yılından itibaren çeşitli kesimlerden katılımcıları bir araya getirerek iş güvenliği konularında çalışmalar yürütmektedir.

Türkiye'de bu süreç ilerlerken, dünya ve özellikle Avrupa ülkeleri iş güvenliği uygulamalarını çok daha fazla geliştirmişlerdir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), bu konuda öncülük etmiş ve 190 adet sözleşme ile 190 adet tavsiye kararı yayınlamıştır. ILO tavsiye kararları, üye ülkelerin çalışma koşullarını iyileştirmelerine ve işçi haklarını korumalarına rehberlik eder, öneriler sunar. Bu tavsiyeler, üye ülkelerin kendi ulusal yasalarını düzenlemek için bir kaynak oluşturmuştur.

Bu sözleşme ve tavsiyelerin bazıları şunlardır:

- Ayrımcılık Karşıtı İlkeler (Madde 2 ve Madde 4): ILO, ırk, cinsiyet, din, ulusal köken ve diğer ayrımcılık biçimlerine karşı mücadeleyi teşvik eder ve çalışma yaşamında eşitlik ilkesini destekler.

- Çocuk İşçiliği Karşıtı Maddeler (Madde 4 ve Madde 5): ILO, çocuk işçiliği ile mücadeleyi ve çocukların eğitim ve gelişimlerini koruma amacını taşır. Çocuk işçiliğinin yasaklanması ve sona erdirilmesini teşvik eder.

- İş Sağlığı ve Güvenliği (Madde 4 ve Madde 5): ILO, işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini teşvik eder ve işçilerin güvenliğini sağlamak amacıyla standartlar oluşturur.

Bu maddeler Avrupa'da uzun süredir uygulamada, Türkiye ise bu ve diğer birçok maddeleri imzalayarak kabul etti ancak uygulama süreci oldukça yeni. Avrupa'daki uygulamalar oturmuşken, Türkiye'nin bu standartlara uyumu henüz yeni.

AVRUPA BİRLİĞİ STANDARTLARI

Avrupa Birliği (AB), iş sağlığı ve güvenliği politikalarını Avrupa Birliği İş Sağlığı ve Güvenliği Direktifleri aracılığıyla uygulamaktadır. İş kazaları ve meslek hastalıkları oranlarında geçmişe göre önemli bir azalma gözlenmektedir. 1995 yılında AB'de her 100 bin çalışan başına 15,5 iş kazası meydana gelirken, bu oran 2020 yılında 2,9'a düşmüştür. Aynı şekilde, meslek hastalıklarından ölen işçi sayısı 1995 yılında 37 bin iken, 2020 yılında 13 bine düşmüştür. Bu istatistikler, Avrupa'da iş sağlığı ve güvenliği konusundaki önlemlerin etkili bir şekilde uygulandığını göstermektedir.

2012 yılında, Avrupa Birliği ve Uluslararası Çalışma Örgütü'nün baskısı ve iş kazalarının ülkeye maliyetleri nedeniyle, Türkiye'de iş sağlığı ve güvenliği uygulamaları başladı. Bu dönemde 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu yürürlüğe girdi. Bu kanun, iş sağlığı ve güvenliği düzenlemelerini daha geniş kapsamlı ve ayrıntılı bir şekilde içermektedir. İş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasıyla ilgili tüm konuları düzenlemektedir ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun altında yer alan yönetmelikler de bu kanunun alt yönetmelikleri olarak uygulanmaya başlandı. Bu sayede, iş sağlığı ve güvenliği alanında bütünlüklü bir kaynak oluşturuldu.

Bu dönemde öncelikle ülkedeki iş yerlerinde risk değerlendirmesi yapıldı ve birçok farklı büyüklükteki firma bu raporu hazırlattı. Ancak, firmaların çoğu iş güvenliği konusundaki sorumluluğun bu adımla bittiğini düşündüler. Daha sonra, iş yerleri, iş güvenliği uzmanları ve iş yeri hekimleri tarafından ziyaret edilmeye başlandı. Bu adımlar, iş sağlığı ve güvenliği konularının ülkede daha etkin bir şekilde ele alınmasını sağladı.

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun uygulaması proaktif bir yaklaşımı benimsemektedir. Proaktif yaklaşım, olumsuz olayların gerçekleşmeden önce riskleri ve tehlikeleri önceden tespit etmeyi, bu riskleri ortadan kaldırmayı ve işçileri eğitmeyi içerdiği söyleniyor. Bu dönemde, İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) uygulamaların ülkede daha etkin bir şekilde hayata geçirilmesi için bir çaba harcanmaktadır. İş güvenliği uzmanları ve iş yeri hekimleri, bu süreçte temel rol üstlendiler. Özellikle iş güvenliği uzmanlarının sorumluluk alanı oldukça geniştir. İş yerlerindeki risklerini değerlendirmekten, kişisel koruyucu donanım kullanımına, acil durumlardan, işçilerin ve işverenlerin ikna edilmesine kadar birçok alandan savaş hallindeler.

Yine, iş yeri hekimleri meslek hastalıkları ve işe bağlı hastalıkların teşhisi ve tedavisi konusunda sahada aktif olarak görev yapmaktadırlar. İSG uygulamalarının etkinliği için uzmanların ve hekimlerin yoğun çaba sarf etmeleri gerekmektedir, çünkü bütün yük onlardadır.

MESLEK KOLLARI VE İŞÇİ SAĞLIĞI

Ülkemizde yeraltında çalışan madencilerimiz bulunmaktadır. 2022 yılında Türkiye, Avrupa'da en fazla kömür üreten ülke olmuştu. Yaklaşık %33'lük bir payla 105 milyon ton kömür üreterek bu alandaki lider konumunu elde etmişti. Dünya kömürü terk ederken, Türkiye hala bu kaynağı yoğun bir şekilde kullanıyor. Ancak, madenlerde iş güvenliği durumu oldukça ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Maalesef, hala madenlerde yeterli havalandırma sağlanmamakta, elektrik sistemleri düzgün kurulmamakta ve gaz dedektörleri gerektiği gibi çalışmamaktadır. Bahsettiğim eksiklikler temel eksikliklerdir ve maalesef temel eksiklikler giderilmemektedir. Bu temel eksiklikler veya alınmayan iş güvenliği önlemleri nedeniyle yerin altında göçükler ve patlamalar meydana gelmekte ve ardından toplu can kayıpları yaşanmaktadır.

İnşaat sektöründe her 100 bin çalışana düşen 2,8 ölümlü iş kazası oranıyla Türkiye, Avrupa'da birinci sıradadır. Örneğin, Almanya'da bu oran her 100 bin çalışana düşen ölümlü iş kazası oranı 0,8'dir, yani Türkiye'deki oranın yaklaşık üçte biridir. Bu durum, işçilerin güvenliği konusunda yeterli önlemlerin alınmaması, düzgün iskele kurulumunun yapılmaması, yaşam halatlarının kullanılmaması, elektrik aksamlarının uygun bir şekilde düzenlenmemesi ve düzgün ekipmanların kullanılmaması gibi nedenlerle iş kazaları yaşanmasından kaynaklanmaktadır.

Fabrikalarda durum daha iyi olsa da oralarda da sorunlar çok. Kurumsal olanlar nispeten daha iyi, çünkü onlar iş güvenliğine özen göstermenin üretimi de arttıracağını biliyorlar. Ayrıca fabrikalar sabit mekanlar olduğu için zamanla önlem alınarak koşulların iyileştirilmesi mümkün olmaktadır. Ancak fabrikalarda bile iş güvenliği uygulamaları yeterli değil. Küçük atölyelere iş yaptırmak çok daha zor oluyor. Avrupa'da fabrikalarda her 100 bin çalışana düşen ölümlü iş kazası oranı 0,9 iken, Türkiye'de bu oran fabrikalarda 1,9 olarak kayıtlara geçmektedir. İş güvenliği ülkemizin dört bir yanında ciddi sıkıntılı bir meseledir.

İş güvenliği, gelecekte iş hayatının ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Teknolojik gelişmeler, iş güvenliği alanında büyük avantajlar sunabilir. Özellikle yapay zeka, robotlar ve otomasyonlu makineler, tehlikeli işlerde insanların yerine kullanılabilir, böylece insan hayatı riske atılmamış olur. Günümüzde teknolojik ekipman ve makinelerin kullanılması, iş güvenliği açısından daha güvenli bir çalışma ortamı oluşturuyor. Eski tip makineler ve aletler, işçiler için daha fazla tehlike yaratabiliyor. Bu nedenle, iş güvenliği açısından teknolojik ilerlemeler büyük bir öneme sahiptir ve gelecekte iş güvenliği standartlarının daha da yükselmesine katkı sağlayacaktır. Ancak, ülkemizin bir dezavantajı, teknolojiyi oldukça geriden takip etmesidir. Hala birçok iş, insan gücüyle yapılmaktadır.

Aslında, 6331 sayılı yasa ülke genelinde olumlu etkiler yarattı. Bu yasa ve bununla ilişkilendirilen 30'dan fazla yönetmelik, iş güvenliği konusunda güzel bir kaynaktır. Eğer bu yasa ve yönetmelikler yazıldığı şekilde etkili bir şekilde uygulanabilse, ülke Avrupa'da en güvenli ülkelerden biri haline gelir. Ancak ne yazık ki uygulama, yazıldığı gibi gerçekleştirilemiyor. 2023 yılında ülkede hala oturmuş bir iş güvenliği kültürü yok. Hala aktörler (İş Güvenliği uzmanları ve Doktorlar) sahada, bu kültürün oluşması için çaba harcıyorlar. Ancak salt bu aktörlerle sorun çözülemiyor. Salt yasa çıkarmak da sorunu çözmüyor. Şimdi daha etkili ve daha topluma yayılacak yöntemler bulmak gerekiyor.

İş güvenliği konusunda Cumhuriyetimizin 100. yılında iyi bir noktada değiliz. Umudumuz gelecek yıllara.

* A sınıfı iş güvenliği uzmanı

KAYNAKLAR

http://uzmaniyiz.biz/is-sagligi-ve-guvenligi/genel-bilgiler  [Erişim Tarihi: 24.08.2015]. 

https://docplayer.biz.tr/50234351-Is-sagligi-ve-guvenligi-kavram-ve-kurallarinin-gelisimi-ders-notu-1.html 

https://www.ilo.org/ankara/lang--tr/index.htm 

Eurostat, "İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları"/ Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat)

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) web sitesi.