“Bu Film 22/5/1964 günü görülmüş ve Berlin Film Festivali’ne iştiraki uygun görülmemiştir”
Bu karar Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’nü alarak Türkiye’nin ilk uluslararası ödüllü filmi olan Metin Erksan’ın “Susuz Yaz“ filmi için verilen sansür kararı. Filmi yurtdışına çıkararak yarışmaya sokan yapımcısı eğer söz dinleseydi ilk uluslararası ödül için kaç yıl daha beklerdik kim bilir.
Bu karar gibi nice sansürlenme belgesine, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, 1932 ile 1988 yılları arasındaki Film Denetleme Kurulları’nın aldığı sansür kararlarını içeren 3 ciltlik eseri yayınlamasıyla ulaşır olduk. Akademisyen Ali Karadoğan ile Semire Ruken Öztürk’ün derlediği “Sansür Karar Defterleri Üzerine Bir İnceleme: Türkiye’de Sinema Sansürünün Tarihi 1932-1988” adlı eser, 500 bin sayfadan oluşan 96 defter, 26 bin 273 sansür kararı incelenerek 500 filme ait kararı bünyesinde taşıyor.
3 ciltlik kitapta halkın ilgiyle izlediği ulusal sinemanın klasik filmleri dahil çok sayıda filmin hayatın doğal akışına aykırı bir zihin çalışmasıyla sansürlendiğini, anlam bütünlüğüne ve filmlerin inandırıcılığına zarar verecek ölçüde müdahale edildiğini öğreniyoruz.
Diyanet yetkilileri, askerler, Milli Eğitim, Dış İşleri gibi farklı kurum temsilcileri kendi hassasiyetlerini ulusal sinemanın estetiğine müdahale edecek bir güç unsuru olarak kullanmışlar.
Sansür kararlarından anlıyoruz ki ulusal sinemanın çeşitlenmesini, özgünleşmesini ve toplumun dinamiklerini beyazperdeye yansıtma motivasyonunu sansür kararlarıyla her geçen gün biraz daha budamışlar.
Ülkede var olan, inanç çeşitliliği, millet zenginliği, kültürel farklılıklar hatta deyimler ve atasözleri bile sansür kurullarının elinde yok edilmiş ve filmlere yansıması engellenmeye çalışılmış. Kitaptan çarpıcı örneklerden bazılarını toparladım.
İNGİLİZ, FRANSIZ DEĞİL DÜŞMAN KUVVETLERİ
Osmanlı Devleti’nin dağılması sürecinde Anadolu’yu işgal eden İngiliz, Fransız ve Yunan kuvvetleri daha sonra Soğuk Savaş döneminde müttefik haline geldiğinde artık Kurtuluş Savaşı filmlerinde isimlerini anmak sansüre uğramaya başlamış.
Yüzbaşı Tahsin Bizim Oğlan (1951/5) filminde büyük dostluklardan büyük kavgaların doğduğu yazılarak “Bugünkü Türk-Yunan dostluğunda yakın tarihteki haksız bir saldırışa karşı haklı bir müdafaadan doğdu” yazısının çıkarılması talep edilmiştir. Kendini Kurtaran Şehir filminde (1951/23) Maraş’taki işgal kuvvetleri kastedilerek konuşmalar sırasında geçen “Fransız” ifadesinin kaldırılarak yerine belirsiz bir biçimde “düşman” sözcüğünün konulması Tüzüğün 7. maddesinin 3. fıkrasına dayanarak uygun görülmüştür.
ASKER AYRAN PÜSKÜRTMEZ
Asker imajının korunması sansür politikalarının en dikkat ettikleri kavramların başında geliyor. TSK’nın bir temsilcisi de filmleri izleyen sansür heyetinde yer alıyor. Öyle ki ayran içerken bir subayın ayranı püskürtmesi bile sansür için yeterlidir.
Silah Arkadaşları (1964/159) filminin kararında “Subaylara ayran götüren Çingene kızı Maviş’in ayranını içen ikinci subayın ayranı püskürttüğünü gösteren sahnenin”, çıkarılmasına karar verilmiş.
KÖYLÜ KADINLARI ŞEHİRLİ KADINLARA ÖZENMESİN
Sansür kurulundakilere göre köylü kadınların şehirli kadınlara özenme potansiyeli de zapt edilmesi gereken bir dinamik.
Bitmeyen Yol (1965/188) filminin kararında “Ahmet’in Fatma’ya söylediği ‘Şehir kadınlarına özenip irezil mi edeceksin bizi’ cümlesinin” çıkarılması istenmiştir.
HESAP SORULACAKSA POLİS SORMALI
Bitmeyen Yol (1965/188) filmi değişik nedenlerden çok sayıda sansüre uğramış bir yapım. Filmin sonunda yer alan ‘elbet alınır hakkımız bir gün bizim’ şeklinde biten ağıtın” çıkarılması istenmiş. Yani köylülerin hakkını alan kimsenin olmaması gerektiğine hükmetmiş sansür kurulu. Aynı kurul başka bir filmi de hesap sorulmadığı için sansürlemiş:
Ava Giden Avlanır- Dolandırıcılar (1965/193) adlı filme ilişkin kararda “Filmde, suç işleyenlerin cezalandırıldığına dair hiçbir söz ve sahneye rastlanmamıştır. Senaryoda ve diyalogda olduğu gibi, Sadri Alışık’ın polise teslim olduğunu belirten bir sahnenin filmin sonuna ilave edildikten sonra adı geçen filmin yeniden görülüp nihai bir kararın verilmesinin uygun bulunduğuna”…
YOKSULUN BİTİ SANSÜRÜN DERDİ
Sansür kurulunun, her diyaloğun altında yatan hainliği ustaca anlayan bir ekipten oluştuğu görülüyor. Her diyalogda bir bit yeniği olduğunu düşünmüşler.
Eşrefpaşalı’da (Yılmaz Güney, Senaryo, 1966/345) “Mıstık’ın söylediği: ‘Allah baba bitleri niye icad etmiş?’ sözü ile Ayşe’nin buna cevaben söylediği: ‘Fakir kulları boş zamanlarında kaşınıp, günah işlemesinler diye’ cümlesinin” de çıkarılması istenmiştir.
İSLAM PEYGAMBERİ FİLMİNE BÖLGESEL SANSÜR
Gördüğüm en orijinal sansür kararlarından biri bir filmin topyekûn değil bölgesel olarak sansürlenmesine verilen karar oldu. Bu kararla sansür kurulunun ülkeyi bütünlüklü olarak görmediği ve ülkenin bölgelerine göre farklı bakış açıları olduğunu bize gösteriyor.
Hazreti Muhammed’in Hicreti (Hicreti El Resoul) (1966/220) adlı film için verilen karardır. Filme ilişkin kararda “filmin Güneydoğu vilayetlerinde gösterilmemesi” şartı konmuştur. El yazısıyla film bilgilerinin olduğu yere düşülen notta: “İçişleri Bakanlığının 9.9.1957 gün ve 76471 sayılı yazıları gereğince (Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, İçel, Adana, Siirt ve Mardin’de gösterilemez” yazılmıştır.
ALEVİLİĞE SANSÜR: ŞAH DİYENİ...
Ulusal sinemada 2000’lere kadar Aleviliğin merkez alındığı film bulmak oldukça zordur. Bu konuda bir köşe yazısı yazmıştım. İlgilisi bakabilir.
Bu yokluğun yegâne sebeplerinden birinin de sansür kurulu olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz.
Ali’ye Gönül Verdik / Ali İle Gül (1973/309) filmi hakkında verilen kararda filmin Merkez Film Kontrol Komisyonu tarafından görülmüş olduğu ve Diyanet İşleri Başkanlığınca görülmesine oybirliği ile karar verildiği belirtilir. 1973/322 no’lu kararda ise filmin komisyonca görüldüğü, “şarkılarda geçen ‘Gül Muhammed Ali midir?”, “12 İmamın başı idim ben”, “rehberim Muhammed mürşidim Ali” sözlerinin çıkarılması şartı ile halka gösterilmesinde ve yurtdışına çıkarılmasında bir sakınca bulunmadığına ancak isminin “Aliye Gönül Verdik” olarak değiştirilmesinin ise reddine oybirliği ile karar verildiği belirtilir.
Pir Sultan Abdal’ın 16.yy’de yazdığı şiirler de sansür kurulundakiler için tehlikeli bulunmuş.
Pir Sultan Abdal (1973/225) filmi ise, filmin başındaki üst sesin söylediği “Şah dedik diye astılar bizi” sözünün, “Hızır Paşa’nın Pir Sultan Abdal’ı divana çağırıp ‘Şah sözünün geçmediği üç deyiş söyle’ demesi üzerine Pir Sultan’ın söylediği şahla ilgili üç deyişi gösteren sahnelerin tümünün, “Mezhep tefrikası meydana gelebileceği mülahazasıyla, gerek konuşmalarda gerekse türkülerde geçen Şah, Kızılbaş, Hazreti Ali, Hu ve Gidi Yezit” kelimelerinin, “Dergahın odasında, divanda asılı Zülfikar resminin göründüğü” sahnelerin, “Askerin köyleri yaktığı ve insanları öldürdüğü sahnelerin”, “filmin sonunda Pir Sultan’ın söylediği ‘Vur, vur ki, biz ölelim, biz dirilelim’ sözünün” çıkarılması şartı ile kabul edilmiştir.
Atıf Yılmaz’ın Adak ismiyle çektiği Tarık Akan’ın oynadığı filmde de anlıyoruz ki sansür kurulu Dersim Katliamı’nın hatırlanmasını istememiş.
Bir Cinayetin Anatomisi (Atıf Yılmaz, 1979/53, Dosya No: 91134/372) adlı senaryodan “Beşir’in ‘Dersim’den kılıç artığı mıdır?’ sözünün çıkarılması” istenir.
ARNAVUT, LAZ, KÜRT YOK
Sansür kurulu özellikle farklı millet ve etnik grupların sinemada karşılık bulmasının önüne geçmek için elinden geleni yaptığı görülüyor. Sansür kuruluna göre Laz, Arnavut, Çerkes ya da Kürt yok.
LAZLARIN ŞİVESİ DE KENDİSİ DE OLMASIN
Katiller de Ağlar (Bülent Oran, Senaryo, 1966/394) filminin senaryo onayı için “komiserin Laz şivesiyle konuşturulmaması” şart koşulur. Kahpe Kurşun (Sevim Tosunoğlu, 1972/155) filminin senaryosundan ve Küçükbey (1976/4), Sevgili Halam (1976/8) Şeftali (1976/43) filmlerinde geçen Laz kelimelerinin çıkarılması şartıyla halka gösterilmesi ve yurtdışına çıkarılmasına izin verilebilmiş.
ARNAVUT DA OLAMAZSIN ÇORUMLU DA ÇERKES DE
Sansür kuruluna göre Arnavut olmak da Çorumlu olmak da mümkün değil.
Tatlım (1973/207) filminde “Sadri Alışık’ın Melahat hakkında Alev’e söylediği ‘O Arnavuttur’ sözünün çıkarılması” şart koşulmuş. Bırakın Yaşayalım (1974/127) filmine ise karakterin “çeşitli defalar söylediği ‘Ben Çorumluyum, anlamam’ sözünün çıkarılması” şartı ile kabul verilir. Çerkeslerin de sinemada tanımlanmasının önüne geçildiği görülüyor. Acı Kader-Çerkes Kızı (Yılmaz Tümtürk, Metin Erksan, 1972/162) adlı senaryodan “Çerkes kızı isminin” çıkarılması istenmiş.
KÜRTLERİ YOK SAYALIM
Sansür kurulu çoğu kez filmlerde yer alan Kürt kelimesini lakap olarak bile görmek istememiş. Devletin yok sayma politikalarının bir devamı olarak farklı dönemlerdeki filmlerde Kürt ve Kürtçenin önüne duvar örüldüğü görülüyor.
Kelepçe (1958/67) filminde söylenen “Kürdün Gelini” şarkısından yalnızca “Kürt” sözcüğünün çıkarılması,
Felek (1973/255) filminde “Reha’nın lakabı olan Kürt kelimelerinin“,
Ve Onu Vurdular (İhsan Yüce, 1972/362) adlı eserde “‘Kürt Neco’ isminden ‘Kürt’ tabirinin” ,
Üç Öfkeli Adam’da (1972/83) “Şarkıdaki kürdoğlu sözünün çıkarılması”,
Hababam Sınıfı (1975/76) filminin kararında “Kürt Sıtkı” sözünün,
Namı Diğer Çolak (1975/233) filmine ilişkin kararda “Filmde geçen ‘Kürt Kasım’ tabirinin”,
Hemşerim (1975/132) adlı filme ilişkin kararda “‘Kürt Abdo’ lakabının,
Zeki Alpan’ın yazdığı Hoş Gör (1953/89) filminde “Hamalın üç adım saydığı sahnede (yek, dü, se diye) Kürtçe saymaların çıkarılması” şartıyla filmlere onay verilebilmiş.
ARTIK OTO SANSÜR VAR
3 ciltlik kitapta 1988’e kadar tutulan sansür kararları, iktidarların sinemayı zapturapt altına almak için var gücüyle çalıştığını gösteriyor. Sansür kurulunun varlığını, ulusal sinemamızın gelişiminin önünü tıkayan önemli bir engel olduğunu söylemek yanlış olmaz. Günümüze geldiğimizde, ülkemizde üretilen filmler, özellikle senaryo aşamasında kurulan sansür kurullarından kurtuldu. Artık yazılan senaryoyu devlet yetkilerine onaylatmak gerekmiyor. Çekilen filmlerin bir denetime girmesi gerekiyor kuşkusuz ancak burada sansürün şekil değiştirdiğini söyleyebiliriz. Giderek seyircisiz kalan ulusal sinema devlet teşviklerine muhtaç hale geldi. Bu mecburiyet doğrultusunda, bakanlık kurulları, kimin film çekip çekemeyeceğine karar verecek kadar önemli bir mevkide konumlanmış oldu. Film çekmek için bu teşviklere ihtiyaç duyan yönetmenler kendi oto sansürlerini uygulamak zorunda kaldılar. Büyük oranda festivaller için çekilen ve gişede kendine yer bulamayan ulusal sinemamız kötü bir İran sineması görünümünde varlığını sürdürüyor. Bu yaklaşımın dışına çıkan filmler ya ticari sinemanın ucuz komedileri ya da cinli perili korku filmleri… Umarım günümüzün sansür ve oto sansürlerinin de ilerde kitabı yazılır da belgesel bölümü olmadan yapılan festivallerin, ulusal sinemamıza egemen olan; öpüşmeyen sevgililerin, ekonomik koşullarını sorgulamayan şehirlilerin, üretimsiz, yalnızlıklarında boğulan taşralı karakterlerin nedenlerini görürüz.