Türkiye’de siyaset: 'Uydum hazır olan imama'

Türkiye’de siyasî parti denilince aşiretvâri, tarikatvâri, tekkemsi, garnizonumtırak bir örgütlenme tarzı akla geliyor: Örgütten çok genel başkanın, müzâkereden çok itaatin belirgin olduğu örgütlerdir diyar-ı Anadolu’da siyasî partiler. Parti kurultayları da birer tartışma platformu değil, resm-i geçit gibi telâkki edilirler; “Dosta güven düşmana korku” salınır bu kurultaylarda.

Mete Kaan Kaynar metekaankaynar@gmail.com

Her ne kadar “anayasa”, “ulus-devlet”, “parlamenter sistem”, “demokrasi” gibi kavramlar, kurumlar evrensel olsalar da bu kurumlara nihai şeklini “o” toplumun sosyo-ekonomik yapısı ve kültürü şekil veriyor; “bıçak” her zaman “bıçak”tır da onunla ameliyat mı yapacaksınız, elma mı soyacaksınız, adam mı öldüreceksiniz; tıpkı bunun bıçağı tutan “o” ele göre değişmesi gibi. Artık tartışmadan kabul ettiğimiz (sosyal) bilimsel bir gerçektir ki toplumsal yapı, kurumlar, kurumların işleyişi ve kültür bir toplumun politik yapı ve işleyişini şekillendiren temel faktörlerdir. Siyasî parti kurumu da böyle. Fransa’da da ABD’de de Pakistan’da da Türkiye’de de siyasî partiler var. Var olmasına var ama -dünya görüşleri ve politik argümanları bir yana- Fransız Parti Socialiste ile ABD’de son seçimleri kazanan Grand Old Party’nin (cumhuriyetçiler), Pakistan Halk Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin yapı ve işleyişleri bakımından birbirleriyle aynı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu farklılıklar sadece ülkeden ülkeye mi değişir? Elbette hayır! Örneğin, aynı ülkede, aynı yasal düzenlemelere tâbî, söz temsili, Türkiye İşçi Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin yapı ve işleyişlerinin birebir aynı olduklarını iddia edebilir miyiz? Peki ya aynı ülkede, aynı yasal düzenlemelere tâbî olduğu kadar aynı parti tüzüğüyle de yönetilen Cumhuriyet Halk Partisi, Çorum Osmancık ile İstanbul Beşiktaş ilçe teşkilatlarının? Velhasıl-ı kelam, iki kere ikinin nadiren dört ettiği politik sosyoloji garip bir şeydir; ne mitral kapak ameliyatı üzerine konuşmaya benzer ne akışkanlar mekaniği ne de organik kimya üzerine konuşmaya; kitapta durduğu gibi durmaz, çarpar insanı. O yüzdendir ki kimi zerzevat, politikanın bir “bilim” bile olmadığını söylerler. İnanmayın siz onlara; ki, nitekim, İbrahim Tatlıses’inki değilse de “müzik” dahi bir bilimdir. Yine sözün ucunu kaçırdım; toparlayayım.

Türkiye’de siyasî parti (kurumu ve örgütleri) denilince -Batılı örneklerinden farklı olarak- aşiretvâri, tarikatvâri, tekkemsi, garnizonumtırak bir örgütlenme tarzı akla geliyor: Örgütten çok (bir aşiret/tarikat lideri, bir garnizon komutanı, bir postnişin hürmeti gören) genel başkanın, müzâkereden çok itaatin belirgin olduğu örgütlerdir Türkiye’de siyasî partiler. Ancak yine de yukarıda yazılanları bir kez daha hatırlatmak da fayda var. Her ne kadar lider ve itaat kavramları Türkiye siyasî hayatının temel motifleri olsalar da bu evsafın her bir siyasî partiye hatta aynı siyasî parti içindeki farklı teşkilatlara yansıması bile aynı değildir. Lafın özü, Türkiye’dir bura; siyasetin genel geçer kuralıdır: Partilerde liderlerin değişimleri, partilerin kırılma anlarına, olağanüstü anlarına tekabül eder; liderlerin değişimi “anormal”, “atipik” kabul edilir diyarı-ı Anadolu’da. Parti kurultayları birer tartışma platformu değil, resm-i geçit gibidirler. Birer karar alma, parti yöneticilerini tespit etme, birer hesap sorma, hesap verme, birer istişare etme platformları değil, “dosta güven düşmana korku salan” gövde gösterileridirler. Robert Michels’in daha 1911’de Batılı sosyalist partilerde bile vârid olduğunu söylediği Oligarşinin Tunç Kanunu, Türkiye’ye gelince Oligarşi’nin Titanyum Kanunu’na dönüşüverir. Kaskatı yapılardır parti teşkilatları: Garnizon komutanlığının üniformasız, Mevlevî dergâhının tennuresiz gezilenleridir. Parti içi muhalefet Türkiye’de “ihanet”in kibarcasıdır; hangi parti içinde olursanız olun, genel merkez oligarşisine, hele hele devletlü, şevketlü liderlere “gözünün üstünde kaşın var” demeye cüret ederseniz “hizipçi” diye mobinglene mobinglene tepe sersemine dönersiniz. Türkiye’de genel başkanlar hem kargadan başka kuş tanımazlar hem de bir tek onların eşekleri kancıktır. Zillulah-ı âlem Şevketmeap efendimiz Osmanlı Padişahı’na huruç alessultan edip bağy suçu işlemek ile kurultaylarda genel başkanlara kafa tutmak aynı kabildendir -ki, akabinde ya tahta oturursunuz ya tabuta. İlkinde devletin, ikincisinde partinin bekası için siyaseten katliniz vacip kabul edilir. Katl fermanınıza fetvayı birincisinde Şeyhülislam, ikincisinde köşe yazarları verirler. Az zorlasak da muhterem genel başkanlara cezaevi gardiyanı, parti nomenklaturasına da ekip başları desek haksızlık etmiş olur muyuz? Vallahi sanmam. Eh, parti üyelerine de Zapata’lar diyelim bari. Ne diyordu Dördüncü Koğuşun müdavim bitirimi Zapata (Yılmaz Güney, Duvar), “Burası Dördüncü Koğuştur benim ağam/ Allah’ımızı sorarsan adı Gardiyan Cafer/ lakabı kel onbaşı/ peygamberimiz desen oda ekip başı” Biz politika konuşuyorduk değil mi?: “Burası Türkiye benim ağam Allah’ımızı sorarsan adı…” Aman ha, Zapata’yı falakaya çekmişlerdi bu şiiri okuduğu için; öyle ulu orta bahsetmeyin genel başkanlarımızdan. Siyaset sosyologlarının yalancısıyım: Canı çıkası politik kültür kolay kolay değişmiyor işte.

Lafı Cumhuriyet Halk Partisi’ne, parti içi muhalefete ve kurultay tartışmalarına getirmek istiyorum. Çünkü, mevzu Türkiye’nin siyasî kültürü, sosyo politik yapısı ve tüm bunların siyasî parti teşkilatlarına nüfuzu olduğunda, CHP az da olsa farklı bir karaktere sahiptir. Partinin kurultayları, parti içi tartışmalar/muhalefet, liderlik yarışları her zaman siyasî tarihimizin en canlı, en popüler siyasî malzemelerini oluştururlar. 5. Olağanüstü Kurultay’da (6-7 Mayıs 1972) Genel Başkan İsmet İnönü’nün istifası ardından, günler sonra toplanan 6. Olağanüstü Kurultay’da (14 Mayıs) Genel Başkanlığa seçilen Bülent Ecevit’ten, 38. Olağan Kurultay’da (4-5 Kasım 2023) Kemal Kılıçdaroğlu’na galebe çalıp Genel Başkanlığı kapan Özgür Özel’e kadar da bu değişmez; CHP tarihi biraz da parti içi muhalefet tarihidir. Bu haliyle CHP, diğer partilerden biraz daha farklı bir yere sahiptir. Hele ki sağ partilerle mukayese edildiğinde, hiç değilse bihakkın kurultay yapmayı bilir; kafa göz yarmadan tartışmayı da. Parti içi muhalefete “normal” bakılmasa da artık alışılagelmiştir.

CHP’de parti içi muhalefet tartışmaları ve kurultay beklentileri, 2024 yılının son günlerinde de canlılığını koruyor. 7. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi çıkmadık candan ümit kesmemeye yeminli; güreşe doymadıkları besbelli. Özel’in AKP ile yürüttüğü normalleşme siyaseti de DEM Parti ile yakınlaşması da parti içindeki farklı kesimler tarafından yaylım ateşine tutuluyor. Parti içindeki önemli dükalıkların sahipleri İmamoğlu ve Yavaş’ın His Royal Higness Mr. Özel’le ve birbirleriyle münasebetleri ise ayrı bir tartışma konusu. Partinin ortasından geçen koskoca bir politik fay hattının CHP’yi ulusalcılar ve solcular olarak ikiye böldüğü de ayan beyan ortada. Handiyse Parti’nin bir yarısı yüzünü Zafer Partisi’ne diğer yarısı da Türkiye İşçi Partisi’ne dönmüş durumda.

Tüm bunlara rağmen CHP içinde olağanın dışında -CHP için olağan olanın dışında- bir gerilim, bir sorun, bir bölünme… olduğunu iddia etmenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Sorunun CHP’de değil, diğer partilerin birçoğunda, özelikle de Cumhur İttifakı A.Ş. hisselerinin çoğunluğunu elinde bulunduran iki partide olduğunu düşünüyorum. Sizce de her iki parti bir siyasî partiden çok –“tarikat” diyecektim ama artık tarikatların içinde bile birtakım tartışma ve görüş ayrılıklarının çıktığını duyuyoruz, okuyoruz- bir garnizona benzemiyorlar mı?

Üç MHP’li, Isparta Milletvekili Hasan Basri Sönmez, Bolu Milletvekili İsmail Akgül ve Kilis Milletvekili Mustafa Demir altın kaçakçılığıyla suçlanıyorlar ama nedense partide kimse kimseyi eleştirmiyor; eleştiremiyor. Koalisyonun diğer ortaklarından da çıt çıkmıyor. Ülkü Ocakları’nın eski yöneticisi öldürülüyor; yine herkes sessiz. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu 8 yaşındaki bir bebeciğin ölümünden suçlu olanlara omuz veriyor; AKP’den de çıt çıkmıyor. İki ay önce birileri “Öcalan’ın tecridi kaldırılmalı” yazsa tehditlerle, küfürlerle insanların üzerine yürüyecek MHP güruhu, Bahçeli “Öcalan serbest bırakılmalı” deyince yaş mama görmüş kedi gibi davranıyor. Varın örnekleri siz artırın da artırın.

Sahi, ilginç olan CHP’de parti içi muhalefetin olması, Özgür Özel’in parti içinde eleştirilere maruz kalması mı diğerlerinin hiçbir eleştiriye maruz kalmaması mı? Kılıçdaroğlu’nun yeniden genel başkan olmak istemesi mi Sinan Ateş’in öldürülmesi sonrasında tüm MHP’lilerin mezar taşı sessizliğine bürünmeleri mi? Sahi garip olan, CHP’li muhaliflerin kongre toplamak için ayak oyunları yapması mı yoksa yasal zorunluluk olmasa asla ve kat’a kongre yapmayı bile lüzumsuz gören iktidar ortakları mı? Elbette tüm bu söylediklerimi, CHP’nin yeni bir kongre toplamaya, genel başkanını değiştirmeye ihtiyacı olup olmadığı; normalleşme politikalarının veya DEM parti ile yakınlaşmanın veyahut da kayyum atamalarına dair gösterilen tepkinin doğru olup olmadığı tartışmalarından bağımsız olarak söylüyorum. Zaten bir partide parti içi tartışmalar, anlaşmazlıklar, kongreler, parti kurulları ve süreçleri neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirlemek, bir hatt-ı siyaset tespit etmekten başka ne işe yararlar ki? Sorun Özgür Özel’in mi yoksa onu eleştirenlerin mi haklı oldukları ya da Kılıçdaroğlu’nun mu Özel’in mi genel başkan olması gerektiği değil; bu tartışmaların yapılıyor olmasıdır. Oysa Türkiye’de -ne gariptir ki- partililerin tartışmaları değil, tartışmamaları; partililerin farklı siyaset tarzlarına sahip olmaları, ortak hedeflere nasıl ulaşacakları konusunda görüş ayrılıklarına düşmeleri değil, gocuklu celep -genel başkan- kaldırınca sopasını kamet getirip “uydum hazır olan imama” demeleri makbul ve muteber karşılanıyor.

Hakkını vermemiz lazım, tüm eksiklerine, hatalarına, politik tutarsızlıklarına, seçim başarısızlıklarına, örgütsel sorunlarına… her şeye, her şeye rağmen CHP, hiç değilse “siyasî parti”yi andırıyor; garnizonu ya da tekkeyi değil.

Keyifli günler…

Tüm yazılarını göster