Şimdi insan her hafta Gazete Duvar gibi bir mecrada yazı yazmaya soyunmuşsa kendiliğinden bir beklenti de yaratmış oluyor. Okurlar, yeni bir perspektif, güncel olan üzerine farklı birkaç yorum okumak istiyorlar haliyle. Elbette hakları da var. Ancak yazar kim ki? Yazar da bu ülkenin gündem batağında debelenen yurttaşlarından, gözüne inmiş gündelik siyaset perdesini aralamayı bilmeyen milyonlarca insandan sadece biri. O da dumura uğramış ne yapsın? Türkiye’yi çözmek için entrikacı bir zihne sahip olmak gerektiği sonucuna varmış bulunuyorum. Gözümüzün önünde cereyan eden olayların art alanına sızıp gerçeğe vakıf olabilmenin özel bir yetenek istediğini anlıyorum. Pes ediyorum.
Gerçeğin inşa edildiğini, öyle kendinden menkul bir şey olmadığını öğrenmiştik okul yıllarında. Sonra da yıllarca bununla ilgili türlü teoriyi derslerimde anlattım. Şimdi gördüğüm ise teorik inceliklere gerek duyurmayacak bir kaba sabalık… Aslında kimse niyetini gizlemiyor, hatta o niyetlerin görünürlüğü aşırı çoğu durumda. Bu aşırılık, bu kaba sabalık yine de anlaşılırlık sağlamıyor. Örneğin İstanbul seçimlerinin şaibeli olduğuna dair iddialarla yenilenmesi başvurusu, şaibenin gerçekliğini kanıtlamak üzere yoktan yaratılan sözüm ona hukuki gerekçeler, kanıt olmayan kanıtlar… Şimdi de seçimlerde usulsüzlük yaptıkları gerekçesiyle 100’ün üzerinde sandık kurulu başkanı ve üyesi hakkında açılan soruşturma. Seçimlerin iptalini hazırlamak için “sözde bir gerçek” açık açık, gözümüzün içine baka baka, hoyrat bir müdahaleyle yazılıyor. Her yapılanı bir dedektif titizliğiyle alt alta, olmadı yan yana yazıyorum. Bakıyorum, düşünüyorum. Olmuyor. İstanbul’un iktidar için önemini vurgulamak, bunun etrafında açıklamalar üretmek kolay. Ancak bana kalırsa yeterince açıklayıcı değil. İstanbul’un önemi denilen şeyin ampirik karşılığını görebildiğimi sanmıyorum. Bütün açıklamalar, inanmamız beklenen masalın, altına süpürülen pislikleri örtmek için dokunmuş bir koca halı olduğunu ima ediyor.
Oysa bir kentin iktidar mücadelesinin nasıl ayrıcalıklı mekanı haline geldiğini, hangi süreçler içinde bu önemin inşa edildiğini anlamak için tek başına çıkar ağlarını çözümlemek yeterli görünmüyor bana. Kente özgü olanla, kentin Türkiye’nin tarihsel, toplumsal, ekonomik süreçleriyle içi içe geçmiş gerçeği birlikte analiz edilirse belki daha iyi anlayabiliriz İstanbul meselesini. Gezi olaylarını kırılmaların, çözülmelerin, yeni ittifakların inşasının momenti olarak ele almak da iyi bir başlangıç olabilir. Kurucu momentlerden sadece biri elbette Gezi. Sadece İstanbul’un vazgeçilmezliği açısından değil, Türkiye’de iktidar blokunun yapısal müdahalelerinin, politik mevzilerin yeniden inşasının Gezi gibi kurucu bir moment üzerinden bir kez daha düşünülmesi pek çok açıklayıcı hat açabilir. Bunlar, şimdilik yeni bir yazının döşeme taşları. Dağınık fikirler… Üzerine düşünüp yazmayı deneyeceğim.
Gündelik siyasetin gözüme indirdiği perdeyi aralayıp hayata bakmak… Yazmak bunu sağlamazsa, ne anlamı olabilir ki?