“Alamancı” sözcüğünün anlamını açmaya gerek yok; Tatillerinde ülkelerine döndüklerinde başlarında tüylü şapkaları, ellerinde transistörlü radyoları ile karikatürleri çizilen, belli bir süre için gittikleri sanılsa da bir türlü dönemeyen, ekonomik açıdan Avrupa’nın “30 muhteşem yılı” olarak adlandırılan bir dönemde Almanya’nın “iş gücü piyasasına” uğurlanmış on binlerce emekçi yani… Uzun yıllar çalıştıkları ülkede vatandaşlık sıfatına bir türlü ulaşamadıklarını da hatırlayalım… Türkiye’nin her şeyden önce bir döviz kaynağı olarak değerlendirdiği, haklarındaki en ateşli tartışmaların “entegrasyon mu asimilasyon mu?” gibi hepten manâsız bir soru etrafında geliştiği bir kitleden söz ediyoruz.
Sonra devran değişti ve “Alamancılar” yaşadıkları ülkenin eşit birer vatandaşı sıfatını kazanmaya başladılar. Bu dönemde Türkiye’deki seçimlerde seçme haklarını henüz kazanamamış olduklarını da not edelim.
Bu yarım asırlık göçmenlik hikayesi sonunda dönüp dolaşıp içinden değişik partilerden 20’ye yakın milletvekili çıkarabilen politik bir güç doğurdu. Bu politik güç tabii ki Türkiye’nin güdümünde olmayan, kendi ilkelerini ve yol haritasını kendi çizen nitelikteydi. İçinden sırasında hükümette görev alan, sırasında Almanya’yı AB Parlamentosu’nda temsil eden milletvekilleri çıkardı.
Yani özetin özeti ile, Almanya’daki Türkiye kökenli Almanlar Ankara karşısında bağımsızlıklarını ilan ettiler! Uzun süredir Almanya’da hangi partiyi niçin destekledikleri, alternatif partilerin hangileri olduğu gibi onlarca politik tavır hakkında o kadar bilinçli bir politik tutum edindiler ki, Türkiye’ye “Gölge etme başka ihsan istemem” diyorlar… Bu tablo biz Türkiye’de yaşayanlar açısından da kutlanacak, gönlümüzde ödüllendirilecek nitelikte değil mi? Bu dönüşüm bana yıllar önce Almanya’da karşılaştığım Bir “Ankara güdümü” örneğini hatırlattı: Bir gazetede “Türkiye aleyhine” olarak yorumlanan bir yazı yayımlanmış. Söz konusu yazının yayımlandığı şehirde T.C. Konsolosluğu da bulunuyor. Bu yazı da mutlaka –her yazı gibi- bireysel tepkiler almış olabilir. Ama konsolosluk bununla yetinebilir mi? Her kim görevlendirildiyse, geçiyor yazı makinesinin karşısına ve veryansın ediyor gazeteye… Bu işte de bir yanlışlık yok diyebiliriz; T.C.yi Almanya'da temsil eden bir kurum tepkisini dile getiriyor. Ama hikaye burada bitmiyor ki… Konsolosluk kaleme aldığı bu metni söz konusu şehirde yaşayan ve sitesinde kayıtlı T.C vatandaşlarına gönderiyor. Niçin? Onlar da bu protesto metnini kendi adlarına gazeteye postalasınlar diye! Ortaya çıkan manzarayı hayal edebiliyor musunuz? Devletin kaleme aldığı tek bir metin ile (onlarca /yüzlerce/ binlerce imza eşliğinde) gazetenin protesto edilmesi…
Bu örneği hatırlatıyorum, çünkü artık pek çoğu vatandaşlık hakkını da almış Almanya’daki Türkiyeli göçmenler devletin gözünde -orada da- doğrudan yönlendirilmesi gereken, hemen her konudaki seçimlerini Türkiye’nin tercihleri yönünde kullanmaları istenen yetişkin sayılmayan bir kitleydi.
Almanya’da yaşayan Türkiyeli göçmenler bir yandan devletin içerideki ve dışarıdaki yetkililerince, öte yandan başta Hürriyet olmak üzere Türkçe gazetelerin Avrupa baskılarının –mutlaka devletin bilgisi dahilinde- Almanya karşıtı yayınlarıyla içinde yaşadıkları topluma neredeyse “düşman edilmek” gibi bir taarruzla karşı karşıya kaldılar. Bu çerçevede Türkiyeli göçmenler için “örnek bir model” oluşturması gereken Cem Özdemir’e “Ermeni papazın elini öptü” iftirasını atanların derdinin ne olduğunu anlamak zor değil herhalde…
Bugün de durum farklı değil. Siz bakmayın gazeteci kılıklı kalemlerin “Cem Özdemir zor durumda” türünden masa başı “haberler” karalamalarına. Biz asıl önümüzdeki seçimlerde partisinin liste başı olan Özdemir’in şu sözleri üzerine düşünelim: "Sayın Erdoğan'ın tavsiye etmediği bir parti olması, bizim doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. O listede olmak bizim için bir şeref kaynağı (…) Ama tabii şu da dikkati çekiyor. O listede olmayan partiler. Aşırı sağcı, yani buradaki en büyük Müslüman düşmanı, en büyük yabancı ve Türk düşmanı olan AfD partisinin o listede bulunmaması, zaten her şeyi açık bir şekilde gösteriyor. Dünyadaki aşırı milliyetçiler, dünyadaki fanatikler, ister Alman kökenli olsun, ister Türk kökenli olsun, birbirine çok yakın. Yani Türkiye'deki aşırı milliyetçiler, AKP rejimi, MHP rejimi ve buradaki AfD birbirine çok yakınlar dünyaya bakış açılarında."
Almanya’da oy kullanacak Türkiyeli göçmenlerin Türkiye’de ve Almanya’da oy verecekleri partiyi farklı bir siyasi akılla seçtiklerini görmemek-anlamamak “inadı” cehaletin ya da kendine göre bir “gerçek” uydurma alışkanlığının bir sonucu olsa gerek…
Önümde BBC’nin Almanya’da 2013 seçimleri öncesinde yaptığı bir çalışma var. Araştırmacılar Berlin'de Türkiye kökenlilerin yoğun yaşadığı semtlerden Moabit'te bulunan bir cami cemaatinin seçimlerde hangi partiyi (“niçin”i ile birlikte) seçeceğini öğrenmek istiyorlar. İlk gözlem şöyle: “Caminin çay ocağında denk geldiğimiz herkes Türkiye'de AKP'yi destekliyor.
AK Parti bir dünya partisi. ‘Erdoğan halkın içinden gelen bir lider’ diyor 50 senedir Almanya'da yaşayan Dursun Demir.
Almanya'daki seçimlerde hangi partiyi desteklediğini sorunca 'SPD' (Sosyal Demokrat Parti) cevabını veriyor.
Demir, Almanya'da oy verirken kim haklarını ve inanç özgürlüklerini savunuyorsa ona oy vereceklerini, onun için 'SPD' dediğini söylüyor.”
Türkiye'de AKP'ye oy verdiğini söyleyen Kırca, Almanya'da Yeşiller'i seçmesinin nedenini şu sözlerle anlatıyor:
Yeşiller daha sosyal amaçlı bir parti. Mesela eğitim politikaları var. Mesela çocuklar gün boyu okulda olsun diyor. Öğretmenlerin sayısı yükselsin diyor, hani Türkiye'de de yaptılar. Bu güzel bir şey."
Araştırmadan bir fasıl daha aktaralım. Bu kez İslam Toplumu Milli Görüş Vakfı (İGMG) genel sekreteri vakıf tabanlarından verilecek oylarla ilgili şöyle konuşuyor:
"Türkiye'de AKP'ye oy verebilen biri çok rahatlıkla burada sosyal demokrat bir partiye oy verebilir, Yeşiller'i tercih edebilir. Burada belirleyici unsur bizimle ilgili tutum ve yaklaşımları. Bizim önceliklerimizin öncelenmesi, sorunların çözüme kavuşturulması."
Evet, “burada belirleyici unsur bizimle ilgili tutum ve yaklaşımları”.
Başka türlüsü mümkün mü zaten? Bugünün dünyasında 800 bine yakın Türkiye göçmeni Alman vatandaşının sandık başındaki politik tercihinin uzaktan yönlendirilebileceğini düşünebilmek nasıl bir hayal dünyasının ürünüdür dersiniz?
“Alamancı” dönemi çok, hem de çooook geride kalmadı mı?