Türkiye muhalefetinin en büyük engellerinden biri, kendini meşru ve haklı görme duygusunun örselenmiş olması. İktidarı boyunca hemen her türlü yönteme başvuran, kimi zaman havuç, çoğunlukla da sopa kullanan AKP’nin, Fethullahçılarla ittifak halinde olduğu dönem dâhil olmak üzere başından itibaren hiç değiştirmediği temel baskı yöntemi, muhalefetin meşruiyet duygusunu ortadan kaldırma çabası.
Yargı, polis, ama esas olarak “söylem gücü” bu amaçla, sistematik olarak kullanıldı, kullanılıyor.
Bu yöntem o kadar başarılı bir biçimde uygulandı ki, bırakın demokratik muhalefeti, AKP’den ayrılanlar bile kısa süre içinde aynadaki suretlerinde, iktidar karşısındaki suçluluk ifadesi yakalamaya başladı.
Fakat iktidarın gemi azıya aldığı, faşizmin en sert veçhesini topluma dayattığı dönemlerde bile, meşruiyet duygusunu örseleyemediği, sokaktan çıkarıp eve sokamadığı tek bir muhalefet gücü var: Feminist hareket.
Sadece iktidarın, sadece AKP’nin değil, genel olarak erkeklerin yoğun saldırısı altında olan kadınlar, hayat-memat mücadelesi veriyor.
İstatistikleri bırakalım; katledilenler, yaralananlar, fiziksel ve psikolojik saldırı altında tutulanlar, tecavüze uğrayanlar, sömürülenler sayı değil, birer can.
Erkeklerin en büyük dayanağı olan siyasal iktidar ve onun kontrolündeki tüm kurumlar, hem politik uygulamalarında hem de söylemlerinde kadın karşıtlığını meşrulaştırmaya, feministleri kriminalize etmeye çabalıyor.
Sokakta ve karakolda kadınlara karşı yoğun baskılar devreye sokuyor. Yandaş medyada, “mollalar” kadın düşmanlığını yeni nesillere benimsetmek için dini kullanıyor.
Okulların müfredatına, camilerin vaazlarına ayrımcı söylem sinsice yerleştiriliyor.
Mahkeme salonlarında kadın katillerine “iyi hal” indirimleri uygulanıyor; kadınları erkeklerle eşitlemeye yönelik yasal kazanımlar kâğıt üstünde bırakılmaya, hatta oradan bile kazınmaya çalışılıyor.
Kadın katilleri, kadın hareketinin direnci ve mücadelesi olmasa cezasızlık zırhını kuşanabilecek olanaklara sahip olduklarını biliyor.
Kadın kurumları kuşatılıyor, içeriden ve dışarıdan “fethedilmeye” çalışılıyor.
8 Mart’larda, sayısız eylem ve etkinlikte kadınlara ağır saldırılar yapılıyor.
Ama tüm bu kuşatmalara, tüm bu saldırılara rağmen Türkiye’deki kadın hareketi, ülkedeki ana muhalefet, siyasal iktidarın hegemonyasının önündeki en büyük bariyer olmayı sürdürüyor.
Eğer AKP şimdiye kadar kadın muhalefetini, feministleri bastırabilmiş olsaydı, önünde dikensiz bir gül bahçesi olacaktı. Evet, kadınlar iktidar açısından “çiçek” değil, diken.
Herhangi bir muhalif hareket açısından esas nefes borusu olan iki unsur, feministler açısından da geçerli: Haklılık, meşruiyet duygusu ve bırakın direnmemeyi, uzlaşmanın bile her şeyin sonu olacağına dair bilgi.
Yoğun baskılar yüzünden diline kilit vuranlar, utangaç muhalefetle fırtınayı bilâbedel atlatmayı umanlar, pekâlâ yarına ertelenebilecek ihtilafları bahane ederek ittifaklaşmaktan geri duran ve böylece iktidarın gazabından sıyrılabileceğini sananlar, feministlere, kadın hareketine bakmalı.
Etnik, inançsal ayrımı gözetmeyen, ideolojik farklılıkları ortak mücadelenin engeli haline getirmeyen, birbirlerine sahip çıkarken “ama-fakat” demeyen, ödedikleri bedelin üstünden atlamayan, katledilen her bir kadın için olağanüstü bir dirençle mücadele yürütüp adalet arayan, birlikteliklerini tek bayrakla, tek partiyle, tek liderle sağlama ihtiyacı duymayan kadın hareketi, genel muhalefete sadece olanı değil, olması gerekeni de gösteriyor.
Üstelik bu muhalefet sadece sokakta, sadece sosyal medyada, sadece toplantı salonlarında değil, hayatın her alanında örülüyor, örülebiliyor.
Medet ummayan, uzlaşı aramayan, “aydınlık yarınları” değil şimdiyi talep ederek iktidarın en sert yüzüyle göz göze gelmekten çekinmeyen bir muhalefetin eksikliğinin bedelleri ortada.
Feminist hareketin kendi mücadelesinin hayat-memat meselesi olduğunu bilmesi, meşruluğuna duyduğu inancı yitirmemesi, baskılar karşısında onu daha da güçlendiriyor, büyütüyor. Dolayısıyla bu deneyimin tüm muhalefete anlattığı çok şey var.
Feministler elbette çok daha iyi anlatacaktır ama dışarıdan bakınca bu güce kaynaklık eden unsurlardan birinin de, “başkası için” verilen mücadelenin “kendisi için” de verildiğine dair bilinç olduğu söylenebilir. Feministler dışındaki muhaliflerdeki en büyük eksikliklerden birinin bu olduğu görülüyor.
Dolayısıyla iktidar karşısında konumlandığı halde her baskı dalgasında savrulup duran, haklılığını değil suçsuzluğunu ispatlama derdindeki Türkiye muhalefetinin bu açıdan da kadın hareketinden, onun tarihsel ve güncel deneyimlerinden öğreneceği çok şey var.