Türkiye'nin hukuk krizi ve Tahir Elçi'nin misyonu

Tahir Elçi sadece Türkiye’ye değil bir bütün olarak Ortadoğu’ya da siyasal ve toplumsal çatışmalara dair öğretici bir “avukatlık” örneği sunmuştur. Onun avukatlığı hem Türkiye’nin toplam siyasal tarihinde hem de Ortadoğu’nun tüm o farklı devlet gelenek ve yapıları açısından oldukça önemli ve esaslı bir örnek olarak durmaktadır.

Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*

Türkiye hukuk ve yargısının derinleşen krizi yeni evreleriyle süregiderken bugün Tahir Elçi Vakfı kuruluşunu ilan ediyor. Edecek. Bu iki gelişmenin çakışmasına iki nedenle işaret etmek gerekiyor. Birincisi Türkiye hukuku ve yargısının “sorun” boyutunun güncel olduğu kadar derinlerde de bulunduğunu fark etmek ve ikincisi de Tahir Elçi’nin hayatı üzerinden çözüme dair güncel ve tarihsel hesaplaşma imkanlarını ortaya koymak. Her ikisinin de; hem sorun hem de çözüm boyutuyla Tahir Elçi’nin hayatında, ömründe ve ölümünde buluşmaları hiç tesadüf değildir ki aslında onun hikâyesi hepimizin haklar ile ilişkisine dair bir toplumsal hikâyeyi özetlemektedir. Başka deyişle, Türkiye’nin hukuku ve yargısı Tahir Elçi’nin hayatında ve ölümünde kendi toplumsal tarihine kavuşmaktadır.

Hukuk krizinin aynı zamanda ‘egemenlik krizi”ne tekabül ettiği, hep bir “temsil krizi” olarak yaşanan Cumhuriyet sürecinin artık en pespaye “mazbata krizi”ne dönüştüğü bugünlerde Tahir Elçi üzerinden birkaç şeyi yeniden ve yeniden hatırlatmak gerekiyor: İlk olarak Türkiye hukuk ve yargısı ile demokratik bir hesaplaşma artık ertelenemez bir gereksinimdir ve ikinci olarak çözüm ise sürekli aynı sorunları tekrar eden geleneksel tüm çözüm yöntemlerini terk edip yeni ve somut hesaplaşma alanlarını önümüze yerleştirmek tercihinde saklı durmaktadır.

Peki, Tahir Elçi geçmiş ve bugünkü hukuk ve yargı sorunlarımıza ne cevaplar vermektedir? Ve Tahir Elçi Vakfı’nın bütün bu hukuksal kaosun içindeki işlevi neler olacaktır?

TÜRKİYE VE ORTADOĞU'DA HUKUK

Tahir Elçi sadece Türkiye’ye değil bir bütün olarak Ortadoğu’ya da siyasal ve toplumsal çatışmalara dair öğretici bir “avukatlık” örneği sunmuştur. Onun avukatlığı hem Türkiye’nin toplam siyasal tarihinde hem de Ortadoğu’nun tüm o farklı devlet gelenek ve yapıları açısından oldukça önemli ve esaslı bir örnek olarak durmaktadır. Bu durum bölgenin tarihsel geçmişi açısından önemli bir yenilik ve farklılık anlamına gelmektedir. Çünkü bir defa Ortadoğu’da siyasal ve toplumsal tarih hukuk ve yargı kurumları ile doğrudan ve merkezi bir alaka ile tezahür etmemiştir. Edememiştir.

Ortadoğu milliyetçiliklerinin bir John Adams’ı, bir Thomas Jefferson’ı yoktur. Belki kısmen Lübnan için bir hukukçuluk geleneğinden bahsedilebilir. Kısmen Pakistan ve Hindistan için de söz edilebilir. Buna karşılık Ne Türk milliyetçiliğinde ne de Arap ve İran milliyetçiliklerinde “hukukçuluk” ve “avukatlık” esaslı ve merkezi bir gönderme noktası olabilmiştir. Türk milliyetçiliği Mülkiye-Harbiye-Tıbbiye triosuna dayanır ve içinde hak, adalet ve “avukatlık” hikâyesi barındırmaz. Türk milliyetçiliği ve Türk adliyesi hak öznesi olmak ile kültürel bir birime dahil olmayı doğrudan bağlantılı hale getirmiş ve yurttaşı inşa ederken onu işlemez, uygulanamaz kılmıştır. Türkiye’de hukukun her daim kötürüm olmasının temel nedenlerinden birisi buradadır. Türklük hakkı daima farklılıkların reddi temelinde yurttaşlığın lağvedilmesi olarak tezahür etmiştir. “Hak”kın değil “sadakatin”, yurttaşın değil Türklüğün inşa edilmesi Türkiye’nin hukuk ve yargısının hiyerarşi ve eşitsizliğe dayalı yapısal karakterini de belirleyen bir tarihsel hikâyeyi açığa çıkarmaktadır. Edebiyat ve tarih ile iddia edilebilecek olanları hukuk ile yapmaya kalkışmak Türk milliyetçiliğinin de tıpkı Arap ve İran milliyetçilikleri gibi hukuk ve yargı ile ilişkilerini daha başlamadan bitirmiştir.

Bugün Türkiye’nin barolarının, Barolar Birliğinin, hakim ve savcıların, avukatların gerçek bir “hukuki tecrübe” ile ilgileri tam da bu kökenler nedeniyle oldukça sınırlıdır ve buna ilişkin bir hukuki muhasebe ve derinleşme içine girmeyi biteviye reddetmeye devam ettikleri sürece de bu sınırlı ve zayıf halinde kalmaya devam edecektir. Önüne çıkan hiçbir hukuksal kriz ile demokratik tarzda yüzleşememesinin ve hukukun içinde bir “direniş” alanı yaratamamasının sebeplerinden birisi de buradadır.

TAHİR ELÇİ MİSYONU

Tahir Elçi’nin bütün davaları ve avukatlık hayatı göz önüne alındığında hukuk düzenindeki eşitsizlik ve hiyerarşinin açığa çıkarılması ve mahkum edilmesine adandığı görülür. Hukuki vaatlerin toplumsal ve siyasal hayatın gerçek tecrübesi olarak yaşanmasına yönelik ısrar bu yaklaşımı belirlemiştir. “Yasa” ile “gerçek hayat” arasındaki uzun mesafenin olağanlaştırılmasına karşı özel ve özgün bir “direniş” alanı oluşturmuş ve burada uzun süre sebat etmeyi de bilmiştir. Dahası bunu toplumsal mücadelenin dili haline de getirmiştir. İşte Tahir Elçi’nin avukatlık tecrübesini Türkiye ve bütün Ortadoğu açısından önemli ve öğretici hale getiren şey budur. O Türkiye ve Ortadoğu avukatlık geleneğinin/geleneksizliğinin dışındadır. Fakat kendi avukatlık hikâyesi ile Kürtlerin toplam hikâyesini ortak bir toplumsal serüvene dönüştürmüş ve Ortadoğu'da hak arama geleneğine yeni ve farklı bir politik unsur eklemiştir. O politik unsurun adı “avukatlık”tır.

Tahir Elçi’nin aralıksız 25 yıl süren avukatlığı ve bir Baro Başkanı olarak tamamladığı ömrün serencamı işte bu çok önemli gerçeği açığa çıkarmış, en azından daha görünür hale getirmiştir. O gerçek, avukatlığın Kürtlerin toplam varlığı içinde esaslı ve merkezi bir yere sahip olduğu gerçeğidir ki Ortadoğu’nun hiçbir geleneğinde bununla mukayese edilecek bir hukukçuluk tecrübesi bulunmamaktadır. O kadar ki Tahir’in hayatı ve onun hayatında temsil edilen yüzlerce avukatın hayatı aynı zamanda bir “hak hareketi”ni inşa etmiş, hukuk düzeni böylece gerçek bir hukuki yüzleşme iddiası ile karşı karşıya kalmıştır. Türkiye’nin hukuk düzeni, hukuk aktörleri açısından oldukça öğretici bir tecrübeye delalet etmesinin sebebi de buradadır. Gerçek bir eşitliğin, yurttaşlığın, tecrübi bir hukukun yolları öncelikle bu iddia ve yüzleşmeleri tanımaktan geçer/geçmelidir. Çünkü bu iddiayı/çağrıyı tanıdığı andan itibaren Türkiye hukukunun her veçhesinde; yargı kültüründen ideolojisine, oradan temsil ve seçim hukukuna ve oradan da toplumsal ve kültürel hayatının her bir dokusuna dönük birebir mücadele yöntemlerini hayata geçirmenin yolu açılacak ve Türkiye gerçek anlamda bir hukuk kamusu ile tanışmış olacaktır. Tahir Elçi’nin avukatlık hayatındaki temel çağrısı işte buydu. Tahir Elçi Vakfı’nın çağrısı da muhtemelen bu olacaktır: Toplumsal hayatı, yasa ve anayasaların donuk ve kıpırtısız teknikleri yerine avukatlığın gerçek ve somut müzakere alanlarından çıkarmak ve orada yeni bir hukukçuluk hattı kurmak…

Nihayetinde bugünkü Türkiye, hukuk ve yargı alanında yapısal bir krizin yeni tarihsel fasiküllerini yaşıyor. Mevcut avukatlık geleneği kendini tekrar ediyor ve sorunun bir parçasına dönüşüyor. Buna karşılık geldiğimiz noktada aynı sorunlar ve çözümler dairesinde dönüp durmaktan kurtulmaktan başka çaremiz yoktur. Bu sorunlara dönük gerçek çözümlerin yolu ise öncelikle kapsamlı bir düşünce ve pratik alanını açmaktan geçiyor. Türkiye hukuku ve yargısı derin cehaletten, kayıtsızlıktan kurtulmalı ve Tahir Elçi gibi evlatlarının tecrübelerinden öğrenmeyi bilmelidir. Tahir Elçi’nin misyonunu yeniden hatırlamak ve Tahir Elçi Vakfını ve çalışmalarını dikkatle takip etmek bu nedenle heyecan verici olacaktır. Çözümün ipuçları oradadır çünkü. Tahir Elçi Vakfının kuruluşu kutlu olsun!

*Demokrat Yargı Eşbaşkanı