Bugünlerde yazmak hem kolay hem zor. Aslında malzeme çok. Politikacılar yaptıkları mitinglerde, katıldıkları programlarda üzerine sayfalarca yazı yazılabilecek sözler sarf ediyorlar. Seçim hazırlıklarının kısıtlı bir süre içine sıkıştırılmış olmasının bir sonucu olarak her şey öyle hızlı olup bitiyor ki bu sözleri henüz sindiremeden bir diğerine maruz kalıyoruz. Hız yüzünden söz de uçup gidiyor sanki. Söz çok, olay da çok... Seçim çalışmalarını sürdüren muhalefet partilerine yapılan yaralanmalarla, ölümlerle sonuçlanan saldırılar, Türk lirasının hızla değer kaybedişi, faiz artışları, enflasyonun önlemez yükselişi, Kandil’e yapılan harekat, Münbiç çevresinde ordunun devriyeye çıkması vs... Bunlar da en az söz kadar hızla, hayatlarımıza pek az dokunarak, daha ne oluyor diyemeden geçip gidiyor. Herkes seçimlere kilitlenmişken başka konuda yazmak zor. Ama seçim hakkında yazmak da zor. Ben de şu anda bu yazıyı yazmaya oturmuşken, hem söyleyecek çok şey var ama hem de daha fazla ne söyleyebilirim ki duygusu içerisindeyim. Seçim tahmini mi yapmalı, iktidarın içine düştüğü yalan paradoksunu mu yazmalı, muhalefetin seçim çalışmalarının başarısından mı söz etmeli? Bence bunlar üzerine herkes yeterince yazdı çizdi. Şimdi artık seçim sonrasını düşünmek gerekiyor.
Seçimleri iktidar partisinin lideri, bir milat olarak görüyor. Yeni Türkiye’nin, “parlamenter demokrasi” engelinden artık tamamen kurtulmasından sonra, parlamentosuz, kabinesiz yeni rejimle, “güçlü” lider tarafından tepeden tırnağa inşasına tanık olmaya başlayacağımız bir tarih 24 Haziran. Öyle bir tarih ki bu, o anda eskiden artık ne kaldıysa silinecek, yeni bütün cismiyle tezahür edecek. Bu haliyle milat, cumhuriyetten gerçek bir kopuşu imliyor.
24 Haziran’ın bir milat olduğu konusunda muhalefetin tavrı iktidarınkine benziyor. Seçimlerle birlikte Türkiye sanki iki ağır yükten kurtulacak. İlkin, 16 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın ve onun liderinin şerrinden... İkincisi çalkantılı cumhuriyet tarihi boyunca bir türlü demokratikleşememenin, darbe anayasasını 36 yıldır değiştirememenin, toplumsal barışı bir türlü sağlayamamanın ağır yükünden... 24 Haziran’da bu iki yükü sırtından atmış bir Türkiye’nin muhalefete daha güçlü bir parlamenter demokrasinin inşası olanağını da vereceği öngörülüyor. Muhalefet partilerinin sözcüleri, muhalif cumhurbaşkanı adayları böyle bir demokrasinin sözünü veriyorlar. Partilerin seçim beyannameleri, ayrı ayrı, parlamenter rejimin eskisine benzemez biçimde, çok daha vurgulu bir güçler ayrılığı, yerinden yönetim gibi ilkeler etrafında kurulacağı vaatlerini içeriyor. Bunun yanı sıra 21 Haziran tarihinde ilan edilen Millet İttifakı Tutum Belgesi, yeni yasama döneminde, cumhurbaşkanı seçiminde ittifak adaylarından birinin kazanması ve parlamentoda çoğunluğun elde edilmesiyle birlikte, kuvvetler ayrılığı, çoğulcu demokrasi ilkeleri etrafında rekabetçi siyasal ortamın yeniden inşa edileceğini taahhüt ediyor. Yine aynı belge, ittifakın OHAL’in bir an önce kaldırılması, hukukun üstünlüğünün, yargı bağımsızlığının tesisi ile yurttaş hak ve özgürlüklerinin güvenceye alınması konusundaki kararlılığını da vurguluyor. Bu genel ilkelerin beyanı, önemli. Artık yapılması gereken, uzlaşmayı HDP’yi de içine alacak şekilde genişleterek demokratikleşme mücadelesinin ortak stratejisini oluşturmak.
Peki, 24 Haziran sahiden böyle bir kopuşu mu imliyor? Seçimlerde, sonuç ne olur olsun, rejim değişikliğinin onaylanacağı, 16 Nisan’da başlamış sürecin 24 Haziran ile birlikte sonlanacağı açık. Yeni dönemde kimin iktidarda olacağına bakmaksızın yeni bir rejim, yeni kurumlar, yeni hiyerarşik örüntülerle karşı karşıya kalacağız. Bunun her birimizin hayatını etkileyen sonuçları olacağını kestirmek de zor değil. Bir otokrat yerini bir başkasına bıraktığında durum fazla değişmeyecek. 16 Nisan Anayasa değişikliği olduğu gibi kalacak olursa hayati meselelerin çözümü tek adamın iyi niyetine bırakılmış olacak. Bu açıdan bakıldığında 24 Haziran yenilik vaat eden bir kopuştan ziyade otoriterleşmenin sürekliliğini garanti eden bir tarih olacak.
Kopuş iddialı bir söz belki ama muhalefet açısından şu tarihsel anda yakalamış oldukları ortaklaşma, uzlaşma fırsatını vaat ettikleri gibi değerlendirebilirlerse, iktidarınkine hiç benzemeyen, “yeni”, demokratik bir Türkiye inşa edebilme olanağı da ortada. Muhalefet, seçimlerin kazanılması durumunda izlenecek demokratikleşme stratejisini olabilecek en geniş uzlaşıyla belirlemeli, bu stratejiyi bir an önce beyan etmeli. Yeni bir parlamenter demokrasi olanağı, seçimlerin kazanılması koşuluna bağlı değil elbette. Şu anda acil hedef olarak kendisine iktidarın el değiştirmesini koymuş olan bütün muhalif kesimlerin, seçimlerin sonuçlarına bakmaksızın, zamana yayılmış bir demokratikleşme mücadelesine hazır olması, bu mücadeleyi derinleştirmenin yolunu yordamını olabildiğince birlikte belirlemeye soyunması gerekiyor. Milat ise eğer, seçimler bir son değil, bir başlangıç. Umudu sürekli kılmak, mücadeleden yılmamak, zorluklara hazır olmak şart.