Kimi hariciyeci tayfa bayılır bu uluslararası zirveler öncesinde teknik heyetler arasında yapılan bildirge taslağı pazarlıklarına: “Kağıtlar havada uçuştu”, “kılıçlar çekildi”, “Yunanlı mosmor oldu” filan anlatmayı pek severler. Bazı bakanlar da Excel tablosu ister: “Ne istedik, ne aldık”, onu sorar. Brüksel’de odak ABD Başkanı Biden’le yapılan görüşmedeydi. Oysa asıl etkinlik NATO zirvesiydi. Ve sonuç bildirgesine bakarak oldukça dönüşümsel, yeni rota belirleyen, kimlik tazeleyen bir zirve olduğu söylenebilir bu sonuncunun.
Biden görüşmesi içinse, ABD tarafı Beyaz Ev üzerinden halen bir açıklama koymadı. Anladığım, bu kadar zaman geçtiğine göre, hiç koymayacağı. Erdoğan, Biden’le fotoğraf istedi, aldı. İlla “öküzün altında buzağı arayalım” dersek, bu defa uluslararası medya ve ABD tarafının da bu duruma uyanmış oldukları, alınan fotoğrafın Erdoğan’ın adeta “el öpen” görünüm verdiği, belden aşağı vuran bir enstantane olduğu belirtilebilir. “İstediğiniz bir kare miydi, buyurunuz size bir kare, tepe tepe kullanın şimdi” dercesine. Ecevit’e tepeden bakar izlenim vermemek için nezaketen ardındaki kanapeye yarım oturmuş Clinton fotoğrafının “ahı çıktı” da denebilir. Görüşmenin çeviri dahil kırk dakika kadar sürdüğünü de yeniden anımsayalım.
İçerik olaraksa, benim karşılıklı paranteze alınarak bir denklem oluşturacağını öne sürdüğüm, S-400 ve YPG’ye destek konularında ABD durduğu yeri korudu. Ne yaptırımlara ilişkin esneme, ne F-35 programına geri çağrılma belirtisi, ne YPG’nin IŞİD’le ve Esat’la mücadelede işbirliği ortaklığı konumlarında değişiklik var. Biden zirve öncesinde KDSÖY’ün Ö’sünü akamete uğratmasa da zora sokacak DeltaCrescent petrol şirketine yaptırım bağışıklığı ayrıcalığını yenilemedi. Türkiye’nin Irak’ta genişleterek yürüttüğü harekâta ses etmedi. Kabil Havaalanı’nı güvenceye almak teklifini de Brüksel’de aldı, cebine koydu. Özetle Erdoğan’a “halen görüşme odasındasın ve o odaya kendi isteğinle geldin, ona göre” mesajını vermiş oldu.
Bildirgenin omurgası, ruhu, içeriği, her şeyi Rusya’yı dengelemek ve çevrelemek üzerine. Yeni bir Soğuk Savaş başlamadığı ortada. Ancak, Rusya ve Çin’in başını çektiği özgürlük karşıtı devlet yönetimi yaklaşımıyla taraflardan biri galip gelinceye dek kıyasıya ve uzun soluklu bir mücadele başladığı da öyle. Demokrasinin, hür dünyanın varkalma mücadelesi bu. Kapitalizmin sonunun geldiğini iddia edenlerin, bu durum üzerine de iyice kafa yormaları ve ona göre tutumlarını gözden geçirmeleri beklenir. Zira sekans önemli, hatta sekans her şey. Neye karşı çıkıp, kiminle yan yana ve nerede durulduğu da öyle. Hatta bu, içeride Millet İttifakı ve HDP’nin de üzerine kafa yormalarını gerektiriyor. Çok kez vurgulanan “kurallara dayalı dünya düzeni” üzerine, Cumhur İttifakı ve onun çakmak bakışlı, çatık kaşlı asker-sivil bürokratlarını, buna ne denli uymak niyetinde olduklarına düşünmeye davet ediyor.
Bildirgede, bizim yukarıda zikrettiğim cengâverlere “oraya güçlü bir paragraf derç ettirdik kardeşim” dedirtecek bir terörizmle mücadele bölümü de var. Buna karşılık orada, iki türlü bir “kırk katır mı, kırk satır mı” durumu da göze çarpıyor. Zira ne PKK’nin ve/veya daha muğlak tanımla “ayrılıkçı terörün” adı var, ne Irak’a IŞİD’le mücadelede verilecek destek babında yine Irak topraklarında barınması bağlamında keza PKK’nin adı geçiyor. Çelişki, bir yandan dayanışma ve anlayış bekleyip, aynı zamanda Kürt meselesinin uluslararasılaşması kaygısı güdülmesinde. Üstelik Suriye’den füze tehdidi algılayan sınırdaş müttefik ülke Türkiye dışında, “bazı ortakların alanlarına” da değinilmiş: Kimler olacak acaba o “ortaklar”? Aynı kalemden olmak üzere, Türkiye’ye defalarca “senin hava savunman bizim askeri ittifakımızın ortak yükümlülüğü” denilmiş. Sergilenen dayanışmaya gönenmeli miyiz, dönüp kafamızı kaşıyarak, hangarda kutusunda duran hediyesi ikibuçuk milyar dolar Rus yapımı çil çil S-400’lere mi bakmalıyız?
Erdoğan’ın, onu destekleyen islâmcı-milliyetçi ittifak ile zihni koalisyonun devlet aygıtı içindeki ulusalcı, avrasyacı vb. üyelerinin somut bir ikilemini de dışa vuruyor bu bildirge. Batı’nın bir ayak içeride, diğeri dışarıda yahut ayakların içeride, aklın başka yerde parçası olmak sözünü ettiğim. İş sıkıya binince, yetişkinlerin sofrasında, ergenlerin sözü bu kadar geçiyor. Başat tehditler öncelikle Rusya ve ardından Çin. Korunması gereken, özgür yaşama tarzı. Biden’le görüşmede esamisi okunmasa da ittifakın omurgası, kaydedildiği kadarıyla demokrasi. O sundurmanın altına kafanı uzatabilmek için yüz yıllık bir mücadelenin ardından Kore Savaşı’nda 14.936 askerin görev almış; 721 şehidin, 2147 yaralın, 175 kayıp olan askerin ve 234 esirinle, zayiat oranın yüzde 22’yi bulmuş. İşte bugün de Afganistan’a gitmeye gönüllüsün.
Bugün Rusya’nın yeniden siber ve hibrit savaşı da içerecek biçimde başat tehdit olarak odanın ortasına konuluşu Türkiye’ye yeniden kanat veya cephe ülkesi olarak artı katma değer sağlıyor. Ama Erdoğan’ın önünde de bir yol ayrımı duruyor. Tek başına Erdoğan’ın değil onun ardından gelmeyi yalnızca bir hizmet koşusunun olağan sonucu olarak görenlerin önünde de duruyor o yol ayrımı. İnönü’nün II. Dünya Savaşı’nda benimsediği diplomasiye öykünerek, telefon kulübesinde karıncaya çalım atıp, belini incitmemeyi “denge siyaseti” sananlar yanılıyor. Malûm, geleneksel burnu yerde yerli topçu çalım çalım gider kendi kendine taca çıkar. Tribünler de “kefereyi madara ettik” diye avuçlarını patlatarak alkışlar. 1952’de NATO’ya nihayet kapağı atmak olmuştu o “denge siyasetinin” zaferi. Her çiçekten bal almak, dört kol çengilik değildi.
Ne istedik, ne aldık? Bakınız, kimse bize Suriye’den ve Libya’dan çekilin demedi. Hele Irak, kimin umurunda? Sayın Biden de “hamdolsun” demokrasiyi anımsamadı. Buna karşılık, “Suriye ve Libya’da ittifakla hizalan” denildi. “Tek tabanca, yalnız süvari, uzun saçları rüzgârda uçuşan Bamsı Beyrek havalarını artık bırak, yetişir” çağrısının altı kalın çizildi. Türkiye’de kurulu NATO Deniz Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi’ne ve NATO Balistik Füze Savunması’na Türkiye’nin gönüllü katılımına doğrudan atıf yapıldı. Çapaysa, çapa yani. “Hele biz demir alalım, istim arkadan gelsin” değil, çapa orada. Çapanın adı NATO. “Çapa ne işe yarar” diye soranlar, hava dönüp, kasırga patladığında ayılır. Çocukluğumdaki radyodan TRT maç yayınları gibi: “Ve şimdi mikrofonlarımız Cenevre’de” olacak. Oradaki tarihsel Biden-Putin görüşmesinde biz de olacağız. Masada yenilmek üzere demiyorum, Bidenspor’un maç kadrosunda diyorum. Aooo, efendim emperyalizm, egemen güçler, Londra’daki tefeciler, yok Roçilt, siyonistler, masonlar, tam bağımsızlık… Sürüden ayrılanı, kurt (ayı mı yoksa?) kapar.
Kafayı burnunun çatısına yiyip, soğuk kaldırımı öptüğü zaman, “taş yok mu taş” diye dört ayak aranır insan. Yahut “sen de bizim mahalleden geçersin elbet” der içinden. Taşın kimde, mahallenin nerede olduğu anlaşıldı herhalde. Yoksa kendi evinde ayna karşısında soyunup, “bende de iyi vücut var ha” diye kanatları şişirmekle olmaz. Ha, evin de mi basıldı? O zaman başka. Sanat, evin saldırıya uğramadan, caydırıcı önlem almakta. Yarın, öbür gün CHP-İYİP destekli bir aday başa geçtiğinde “diki dikine” mi gidecek? Bakınız ABD’de de başkanlık sisteminin ağadayısı var. Başkan Biden masada yanına dışişleri ve savunma bakanlarını, ulusal güvenlik danışmanını ve Ankara büyükelçisini almış. Bizde dağılım aynı ama tek farkla: Masada AKP Sözcüsü Ömer Çelik var. Arkada duvar dibindeki sandalyelerdeyse Kalın ve Altun not tutucu pozunda. İşte neyi, nasıl yapacaklarına, neleri değiştirmeleri gerektiğine ilişkin olarak CHP-İYİP için bir düşünce besini daha.