Öyle anlar var ki duygularınız ve düşünceleriniz arasında oluşan kimi zorunlu mesafeler tamamen ortadan kalkıp bütünleşiyor, yoğunlaşıyor. Fikret Başkaya’nın Özgür Üniversite’nin internet sayfasında yayımlanan “asıl terör devlet terörüdür” başlıklı yazısı nedeniyle 10 Eylül 2019’daki duruşması öncesinde zihnime yerleşen bir fotoğraf bende böyle bir etki yaratmıştı. Aslına bakarsanız, günlük, sıradan bir olayın imgesi, iki eski dostun karşılaşmasında birbirlerine sarılmaları; fakat tarihsel bağlamı içinde bir Türkiye fotoğrafı... Destek için adliyeye gelen İsmail Beşikçi’nin mahkeme kapısı önünde Başkaya’ya sarılmasını görmek, Türkiye’de ifade özgürlüğü sorununun akıldan çıkmayan canlı renklerle yapılmış bir resmiydi benim için.
Sadece yazdıkları, edindikleri ve çalışmalarında kullandıkları bilimsel yöntem ve baktıkları olguları bu yöntem aracılığıyla bilgi haline getirip sunmaları nedeniyle yıllarını mahkeme koridorlarında, cezaevlerinde geçiren iki bilim insanı, ilerlemiş yaşlarında yine o koridorlarda birbirlerinin yanındalar.
İFADENİN SINIRI NE?
Fikret Başkaya, duruşmada yaptığı savunmada, yargılanan makalesindeki argümanları, karşısındaki mahkeme heyetine yeniden anlatırken, sakince bir ders işliyor gibiydi. Devlet olgusu, terör kavramı üzerine düşünmenin, bu düşünceyi ifade etmenin bir suç olmayacağını anlattı. Karşısında oturanlar onu ne kadar dinledi, anladı bilmiyorum. Fakat Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. maddesi kapsamındaki birçok yargılamada olduğu gibi kararların öngörülmez olduğunu biliyoruz. Var olan uygulamanın kanuni dayanak diye bir meseleyi hiç dert etmemesi, “bağımsız” yargının da başka makamlardan ziyade hukuktan bağımsız bir uygulaması olduğuna ilişkin endişelerimizi artırıyor. Tabii ifade özgürlüğüne ilişkin AİHM’den, uluslararası mekanizmalardan gelen karar ve uyarılar nedeniyle gerekçesi ifade özgürlüğünü güçlendirmek olan beş değişikliğin ardından dönüp dolaşıp aynı yargılamaların yapıldığı, eleştirel ifadenin kriminalize edildiğinin de farkındayız.
Diyeceksiniz ki Anayasa Mahkemesi hem Ayşe Çelik hem de Füsun Üstel ve diğerleri kararlarında kriterler koydu, uygulamanın neden yanlış olduğunu sistematik biçimde ortaya koyarak ve objektif ilkeler getirerek ihlal kararı verdi. Ayrıca yargı reformu stratejisinde ve birinci yargı paketinde de eleştiriden suç çıkarılamayacağı vurgulandı. Evet bunlar oldu ama TMK 7/2 kapsamında görülen binlerce dava hala sürüyor ve neyin suç olup neyin olmadığına ilişkin yurttaşın öngörü sahibi olması hala mümkün değil. Devletin istediği zaman istediği ifadeyi suç haline getireceği öngörebildiğimiz tek şey. Dolayısıyla Türkiye’de suç işlememenin tek yolu susmak; akademisyenlerin susması, gazetecilerin susması, sosyal medyada fikirlerini paylaşmak isteyen yurttaşların susması, ülkenin topyekun susması. Bu yüzden de kanunun belirsizliğini ortadan kaldırmak için yapılan değişikliklerin, yargı reformu kapsamında yapılanların ardından biz hala Başkaya davasının sonucunun ne olacağını konuşuyoruz.
FİKRET BAŞKAYA'NIN DURUŞMASI VAR
Yarın, 22 Kasım 2019’da saat 09.15’te Ankara 21. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Fikret Başkaya’nın duruşması var. Duruşma öncesinde Mülkiyeliler Birliği’nde yapılan toplantıda Fikret Hoca nükteli bir biçimde Özgür Gündem’deki yazılarından dolayı dönemin Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde yaşadığı bir deneyimini anlattı. Yazılarından dolayı her hafta gittiği mahkemede mübaşirlerle kurduğu ilişkiyi, birkaç hafta uğramadığında 'Hocam hasta mı oldunuz' diye sormalarını...
Türkiye Cumhuriyeti, 2019 yılında Fikret Başkaya’yı bir yazısından dolayı yargılıyor. Yazıda devlet kavramı, devletlerin neden terör uyguladığına ilişkin temellendirilmiş bir argüman var. Bu nedenle yargılıyor. Yarın yapılacak duruşmada karar verilecek. Türkiye’de ifade özgürlüğü bağlamında hukuk mücadelesi için de yargı pratiği bakımından da önemli bir karar olacak.