Filistin’deki çatışmaların yeniden uluslararası kamuoyunun gündemine oturmasına neden olan Şeyh Cerrah Mahallesi, İsrail’in Filistinlileri adım adım Kudüs’ten uzaklaştırmak ve bir anlamda etnik temizlik yapmak için nasıl bir yöntem uyguladığını göstermesi açısından oldukça ibretamiz. Bu mahallede Yahudi yerleşimcilerin mülkiyet hakkı olduğunu kanıtlayacak herhangi bir belge bulunmuyor. Şeyh Cerrah Mahallesi adını Selahaddin Eyyubi’nin tabibi olan Prens Hüsameddin bin Şerefuddin İsa el Cerrahi’den alıyor. Bir zamanlar köy olan mahalle, BM’nin Filistinli mülteciler için kurulmuş olan Filistinli Mülteciler Yardım Ajansı (UNRWA) ile Ürdün hükümeti arasında 1950’lerde imzalanan protokole göre inşa edilmiş.
Şeyh Cerrah Mahallesi'yle ilgili dava, 1972’den beri sürüyor. İsrail, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü sistematik olarak ve BM kararlarına aykırı bir şekilde İsrail topraklarına katma çabası içinde ve bunu yapmak için her şeyi mübah gören bir anlayışa sahip. Şeyh Cerrah Mahallesi meselesi, İsrail’in Filistin topraklarını yutma planının küçük bir örneği sadece. İsrail vatandaşları ile ilgili davaları tam bir tarafsızlık ve titizlikle gören İsrail mahkemeleri, iş Filistinlilere geldiğinde Güney Afrika’daki ırkçı araptheid rejimini mumla aratan kararlara imza atıyor. Örneğin İsrail, Ürdün’ün konuyla ilgili sunduğu belgeleri tanımazken sadece on yıllar önce Kudüs'ü işgal eden aşırılık yanlısı İsrail vatandaşlarının sunduğu sahte belgeleri kabul ediyor. Belge tartışması bir kenara, binlerce yıl bu topraklarda yaşayan Filistinlilerin yüz küsur yıl önce buraya gelmiş ve topraklarını gasp etmiş yerleşimcilere karşı buranın mülkiyetinin kendisine ait olduğunu kanıtlanmasının istenmesi, skandalın bizatihi kendisi.
*****
Öte yandan İsrail polis ve askerinin gerek El Aksa Camii'ne gerekse Şeyh Cerrah bölgesindeki saldırıları devam ederse, şu ana kadar birçok uluslararası ceza mahkemesine dava konusu olmuş İsrail’in tasarrufları hakkında bir savaş suçu soruşturulmasının açılmasına yol açabilir. Meşru şiddet tekeline sahip devletlerin kültürel alanlara yaptıkları saldırılar, bir dizi uluslararası yasa ve anlaşmaya göre bir savaş suçu olarak kabul ediliyor.
Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni kuran 1998 Roma Mevzuatı, dine, eğitime, sanata, bilime veya hayır amaçlı yapılara (veya) tarihi anıtlara kasıtlı olarak saldırılar düzenleyenlerin savaş suçu işlediğini ifade ediyor.
****
Kudüs'te Filistinlilerin evlerinden edilmesi ve Mescid-i Aksa'ya yönelik kabul edilemez saldırılar karşısında Filistinlilerin ortaya koyduğu sivil eylemler dünya kamuoyunda ses getirdi ve İsrail, tamamen savunmacı bir refleksle suçlamalara yanıt vermek zorunda kaldı. Hemen arkasında gelen uluslararası tepkiler ve bölge ülkelerinin baskısı kısmen sonuç vermiş ve İsrail, Şeyh Cerrah Mahallesi'ndeki tahliye (Filistinlileri zorla evlerinden çıkarma) işlemlerini birkaç ay ertelediğini duyurmak zorunda kalmıştı. Hemen ardından Filistinli gruplar İsrail’e birkaç saat mühlet verip istediklerini yapmazsa İsrail’i füzelerle vuracaklarını açıkladı. Ardından füzeler Hayfa, Yafa ve Askalan kentlerini vurmaya başladı. Filistinli gruplar öyle görünüyor ki politik açıdan zemini uygun buldu ve Trump sonrası dönemde Netanyahu’nun elinin zayıfladığını, şayet İsrail füzelerle vurulursa daha da zor durumda kalacağını düşündüler. Ancak hesaplarının ve zamanlamanın çok da doğru olmadığı görülüyor. Zira uluslararası kamuoyunun gözünde tamamen gayrı meşru eylemlere imza atan İsrail, bu füzelerle birlikte meşru müdafaa yapan, mağdur ülke pozisyonuna büründü. Halbuki Mescid-i Aksa’daki sivil eylemler devam ederken Filistinliler hem moral hem de politik açıdan üstün konumdaydı.
Her ne olursa olsun işgal altındaki topraklarda silahlı mücadele, uluslararası hukukun işgal altındaki Filistin’e tanıdığı bir hak. Kimse vatanını ve kendisine yönelen bir saldırıyı bertaraf etti ya da kendisini savundu diye suçlanmaz. Ancak bu, Filistinlilerin hesap yapmayacağı ve politik açıdan atacağı adımları doğru bir strateji üzerine kurmayacağı anlamına gelmiyor. Gerçi ucu açık bir meseleyle karşı karşıyayız ve Filistinliler yeniden moral üstünlüğü elde edebilir, bunun önünde hiçbir engel yok.
*****
Bu arada Türkiye’nin Filistin’e dair tutumu oldukça ilginç. Filistin meselesinde Türkiye, medyasıyla ve hükümetiyle her zaman oldukça abartılı bir tutum takındı, ayakları yere basmayan, realiteden kopuk bir tutum bu. Türkiye Gazze’den ablukayı kaldırdı diye manşetler atıldı. Aslı astarı olmayan bu haber dokuz sütuna manşet yapıldığında, Filistinliler Gazze’de tarihin en sıkıntılı günlerini yaşıyordu.
Ankara şimdiye kadar Gazze’de ablukanın kalkmasından Filistinlilerin koruma altına alınmasına, Kudüs’e uluslararası bir askeri güç göndermekten elçiliklerini Kudüs’e taşıyan ülkeleri yaptırım uygulamakla tehdit etmeye varana kadar (inanmayanlar Mevlüt Çavuşoğlu’nun Youtube’da son dönemde yeninden dolaşıma giren videosundaki açıklamalarına bakabilirler) bir sürü vaatte bulundu. Bu vaatlerin hiçbiri yerine getirilmediği gibi geçtiğimiz günlerde, henüz Şeyh Cerrah Mahallesi krizi uluslararası toplumun gündemine gelmeden hemen önce Tel Aviv Maslahatgüzarı Tolga Budak, Mavi Marmara katliamının mimarı Gabi Ashkenazi’nin vermiş olduğu iftara katıldı. İftarda verilen fotoğraf, Türkiye’nin İsrail ile arasındaki ilişkileri “normalleştirme” konusunda ne kadar ciddi olduğunu gösterir nitelikteydi. Bir taraftan normalleşmeye hız verirken diğer taraftan da Mescid-i Aksa üzerinden İsrail’e gider yapmak, Ankara’yı yakından izleyen ve tutumuna aşina olanları şaşırtmayan bir tavır.