Türkiye’nin teknolojik aygıtları
Fransız filozof Roland Barthes her ideolojinin birer kültürel ifade olduğunu ve her kültürel ifadenin bir ideolojiyi yansıttığını söylüyor. Eserlerinden en çok alıntı yapılan sosyal bilimcilerden olan Manuel Castells ise bir toplumu anlayabilmek için önce teknolojik icatlarına bakınız diyor.
Orbay Soydan
“Türkiye ‘alt tür’ mü olacak?” başlıklı yazıda yeni endüstri devrimini ve Türkiye’nin eğitim sistemini tartışmaya açmıştık. Bu yazıda da yeni endüstri devriminin icatlarının hangi koşullarda ortaya çıktığını ve Türkiye’deki Araştırma Geliştirme Merkezlerini ya da Türkiye’den çıkan icatları tartışalım istiyorum.
Ama öncelikle bir tespitte bulunalım; Mart 2017’de açıklanan rakamlara göre sosyal paylaşım uygulamalarından Snapchat’ın Türk lirası karşılığı piyasa değeri kabaca 76 milyar TL. Öte yandan, Borsa İstanbul’un 2016 sonunda en değerli 20 şirketinin arasında yer alan Garanti Bankası, Turkcell ve Türk Telekom’un toplamı ancak 72 milyar TL’yi buluyor. Yani Snapchat, Türkiye’nin en değerli 20 şirketinden daha değerli.
Diğer yandan özellikle enformasyon alanında çıkan icatlara bakarsanız; Facebook, Google, YouTube, Instagram, Twitter, WhatsApp ya da Snapchat gibi paylaşmaya ve iletişime yönelik araçların hep liberal kültüre ve özgürlüklere inanan insanların yaşadığı ülkelerden çıktığını görürsünüz.
Dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olsa da Çin’den yeni icatlar çıktığını göremezsiniz. O yüzden Çin daha çok taklit ya da fason üretimler yapıyor. Çünkü yeni nesil teknolojiler ya da internet girişimleri genellikle mühendislik kadar birden çok tasarım ve farklı çözümü gerektiriyor. Bir bilinç olarak fikrin ya da tasarımın oluşabilmesi içinde önce ifade özgürlüğünün sağlanması lazım. Maalesef her ikisi bizim ülkemizde de bulunmuyor.
Apple, Facebook, Google ve Microsoft gibi teknoloji devi şirketlerin teknoloji satın aldığı ülkelere bakarsanız bunu çok net görürsünüz. Webrazzi’nin paylaştığı verilere göre, bu şirketlere en çok teknoloji satan ülkelerin başında Kanada, Birleşik Krallık, İsrail ve Almanya geliyor. Yunanistan ve Romanya gibi iktisadi üretkenliğin çok düşük olduğu ülkelerinde bulunduğu listede maalesef Türkiye bulunmuyor.
Kültürlerarası İletişim üzerine çalışan Asker Kartarı’da ‘Kültür, farklılık ve iletişim’ adlı kitabında; uluslararası şirketlerin başarısını kültürel çeşitliliğin olanaklarından yararlanabilmek için farklı kültürlere mensup çalışanlardan oluşan çalışma grupları kurmasına bağlıyor. Böylece farklı yaklaşımlar farklı çözümler üretebiliyor. Sonuçta uygar dünya farklı kültürlerin etkileşiminin bir sonucu.
Öte yandan International Social Survey Program-ISSP’nin 2015 yılında yayınladığı "Türkiye’de ve Dünyada Vatandaşlık” raporuna göre ‘başkalarına en az güvenenler Türkiye’de’ yaşıyor. Ayrıca dünyada en fazla akademik hırsızlık yapılan ülke yine Türkiye. Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Politikaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (BEPAM)’ın yaptığı araştırma yüksek lisans ve doktora tezlerinin yüzde 34’ünde ‘ağır intihal’ yapıldığını ortaya koyuyor. Bu durum bilimsel alanda da birine güvenmeyen insanlar yaratıyor. Oysa önemli bilimsel araştırma ve yeni icatların çok kanallı bir iletişimin sonucu olduğunu belirtmiştik.
James E. McClellan’da Dünya Tarihinde Bilim ve Teknoloji kitabında bu durumun önemine dikkat çeken veriler paylaşıyor: Bugün dünyada her 100 bilimsel yazarın 2’si makalelerinin yüzde 25’ini yazmaktadır. Genel olarak ise 100 bilim insanından 10’u makalelerinin yüzde 50’sinden sorumlu olurken kalan yüzde 90 da geriye kalan yüzde 50’yi üretmektedir.
Yazarında kitabında bahsettiği üzere kendi başına ya da birkaç kişilik ekibiyle çalışan bilim insanları yerini bugün uluslararası iş birlikleri ve özel araştırma kuruluşlarına bırakmaktadır. Bilginin geometrik şekilde arttığı ve farklı bilim dallarının birlikte çalışmak zorunda olduğu günümüzde bu kaçınılmaz bir sonuçtur.
Yani Türkiye’den İnovatif fikriler ya da internet girişimlerinin çıkmamasının nedeni eğitim sisteminin yetersizliği kadar ifade özgürlüğü, şeffaflık ve işbirliğinin olmayışından da kaynaklanmaktadır. Üzüntü verici olan ise Türkiye’nin giderek daha cemaat toplumu haline gelmesidir. Burada yalnızca isme yönelik ilanlardan bahsetmiyorum; Türkiye’den Bilim İnsanlarının KHK ile tasfiye edilmesi ve TÜBİTAK genelgesiyle bilimsel projeleri ve yayınları sürdürülmesi için gereken ödemelerin durdurulması dünya genelinde Bilimsel Araştırma Merkezleri’nin Türkiye ile olan ilişkilerini gözden geçirmesiyle sonuçlanıyor.
Örneğin en son Nisan 2017’de Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS) Türk Bilim İnsanlarına yönelik siyasi temizliğe geçildiğini belirterek TÜBİTAK ile ilişkilerini dondurma kararı aldı.
Şubat ayında da Hollanda Amsterdam Üniversitesi’nden 156 akademisyen Türkiye’de KHK ile ihraç edilen akademisyenler için dayanışma bildirisi yayınlamıştı. Diğer ülkelerden de bilim insanlarının desteğini alan bildiriyi Noam Chomsky, Axel Honneth, Judith Butler ve Immanuel Wallerstein gibi günümüzün filozofları arasında gösterilen bilim insanları da imzalamıştı.
Yine geçtiğimiz gün yaşanan bir örnekte; Koç Üniversitesi 7-8 Temmuz’da Türkiye ve Latin Amerika karşılaştırmaları üzerine düzenlenecek atölye için iki ay önce kabul edilen bazı makaleleri, ‘siyaseten sakıncalı’ olmaları gerekçesiyle reddetmişti. Oysa bilim yapabilmek en aykırı düşünceleri sunabilmeyi gerektirmektedir.
İşte tüm bu yaşananlar Türkiye’deki Üniversitelerin ya da Bilimsel Araştırma Merkezleri’nin saygınlığına zarar vermektedir.
AR-GE konusuna dönecek olursak; Türkiye’den son 10 yılda çıkan icatlara bakarsanız bunların ağırlıklı olarak savunma sanayine yönelik olduğunu görürsünüz.
Örneğin 2011 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Mimarlık Mühendislik Fakültesi Elektronik ve Haberleşme Bölümü öğrencilerince yürütülen Elektromanyetik Fırlatıcı Sistem Projesi kapsamında barutsuz mermi sistemiyle çalışan silah geliştirdi.
Süleyman Demirel Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Hasan İbicioğlu, düzenlenen basın toplantısında: 'Bu proje daha da geliştirilirse, hem Türkiye'nin savunma gücü artacak hem de ülke ekonomisine döviz girdisi sağlanacak'' diye konuşmuştu.
Yine Mayıs 2017’de Muş'ta 11 yaşındaki ortaokul öğrencisi Mert Delibalta, toprağa gömülü patlayıcıların yerini tespit edebilen drone geliştirdi. Proje, Erciyes Üniversitesince düzenlenen "Uluslararası Robot Yarışması"nda birinci oldu.
Başka bir örnekte Bartın’da yaşandı. Fatih Sultan Mehmet Anadolu Lisesi 11. sınıf öğrencisi 17 yaşındaki Utku Arslan, plastik cerrah olan babasının da desteğiyle polislerin güvenliği için robot kol geliştirdi.
Yanlış anlaşılmasın; Mert ve Utku’nun projelerini önemsiz görmüyorum. Sadece bilimin ilk defa toplum üzerinde oldukça fazla etkide bulunduğu günümüzde sınırlı alanların kullanıma yönelik bu projelerin neden geliştirildiğini anlamaya-anlatmaya çalışıyorum.
Örneğin 2014 yılında ABD’de yaşayan Easton LaChappelle isimli 17 yaşındaki bir genç bir bilim fuarında, 7 yaşında bir kızın taktığı protez kolun 80 bin dolar olduğunu öğrenince, açık kaynak yazılımlarını kullanarak, 3B yazıcıdan çıkan parçalardan sadece 350 dolara mal edilebilen ilk robotik protez kolu üretip küçük kıza bağışlamıştı.
Aynı şekilde 2015’te Özel MEF Lisesi 12'nci sınıf öğrencisi İlayda Şamilgil, TÜBİTAK’ın kabul etmediği projesiyle “First Step to Nobel Prize in Physics” (Nobel Fizik Ödülü’ne Doğru İlk Adım) yarışmasında birinci seçilerek NASA’nın Mars projesine seçildi.
Başka bir örnekte 27 yaşındaki Türk Mehmet Türker'in geliştirdiği engellilerin kolaylıkla mouse kontrolcüsünü kullanmasını sağlayan GlassOuse projesinde yaşandı. Türker'in projesi TÜBİTAK tarafından reddedilirken projeye Apple ve Google'dan destek geldi.
Bunun nedeni ise bence Türkiye’nin en yüksek bilim kurumlarından biri olan ‘Türkiye Bilimler Akademisi’ni bile artık partili olan Cumhurbaşkanı himaye ediyor olması. Düzenlenen “TÜBA Ödülleri” törenine de Genelkurmay Başkanı, Savunma Bakanı ya da YÖK Başkanı gibi pek çok partili ya da hükmetten alakasız sayılabilecek isimler katılıyor. Sonrada bazı üniversiteler bilimsel makalelere “siyasetten sakıncalı” diyor!
Biraz uzun bir özet olacak ama: Ben Türkiye’den milyar dolarlık Apple, Google ya da Facebook gibi markalar ya da icatlar çıkmamasını Türk mucitlerin toplum üzerinde etki eden icatlar çıkarmamasına bağlıyorum.
Bununda en önemli nedeni; öncelikle devletin savunmaya yönelik AR-GE’yi çok fazla beslemesi ve Bilimsel Araştırma ve Araştırma Geliştirme Merkezleri’nin devlete bağımlı olmasıdır. Bundan birkaç yıl önce İnovasyon Kongresinde tanıştığım Süleyman Demirel Üniversitesi’nde mühendislik okuyan bir arkadaş kendi kendine gidebilen otomobil prototipi geliştirdiklerini ama devletten yeteri kadar destek göremediklerini söylemişti.
Oysa tarih şahittir; Atom bombasının geliştirilme ve kullanılmasında devletin AR-GE’yi çok fazla beslemesi sonucunun nelere varabileceğini göstermektedir.
Hem bugün bakarsanız Space X ve Blue Origin gibi özel girişimlerin laboratuvarları devletlerin yüz milyarlarca dolarlık bütçeleriyle yapamadığını başarıyor. Tarihte ilk kez belli bir ücret karşılığında herkesi uzaya taşıyabilecek teknolojiler geliştiriliyor.
Oysa 19 milyar dolarlık bütçesi ile sıradan insanlar üzerinde bir etkisi olmayan NASA bile bugün vergi ödeyen Amerikalılar için çok kez tartışma konuşu yapılmaktadır.
Fikrimi soracak olursanız; Türkiye’nin başlaması gereken nokta batarya AR-GE’sidir. Çünkü mobil cihazlardan otomobillere her şeyin yenilenebilir ya da elektrikli olduğu günümüzde batarya teknolojileri geliştiren ülkeler ya da girişimciler geleceğin petrol ofisleri ya da petrol ihracatçısı ülkeleri kadar zengin olacak.
Diğer yandan kültürel bağlarımızın bunu algılamamıza engel olduğunu düşünüyorum; “Her Türk Asker Doğar” denilerek yetiştirilen, bayramlarda asker üniformalarıyla oyuncak silah verip rol icabı öldürtülen bir nesiliniz sonuçta.
Örneğin Çin kaynakları da tarihte hemen her aileden Türk erkek çocuklarından birinin, yeni bir “baba”, bir “anne”, yeni bir vatan, para, mücevher ve itibar kazanmak için şansını isimsiz bir atlı süvari olarak ararlardı.” diye yazar. Başka değişle paralı askerlik yaparlardı. Birbirine bağlı olmayan bu kavimler yabancı politikaları için kazanç, onur, intikam gibi hırslarla savaşırlardı. Bu size bir şey çağrıştırmıyorsa belirteyim; bir keresinde Güney Türkleri, o dönem kendi soylarından olan Türk boylarını katletmişlerdi.
Fransız filozof Roland Barthes ise her ideolojinin birer kültürel ifade olduğunu ve her kültürel ifadenin bir ideolojiyi yansıttığını söylüyor. Eserlerinden en çok alıntı yapılan sosyal bilimcilerden olan Manuel Castells ise bir toplumu anlaya bilmek için önce teknolojik icatlarına bakınız diyor.
Yani bir toplumun çıkardığı teknolojik aygıtlar o toplumun kültürünün ve ideolojisinin sonucu. Yazının başında belirtmiştim; bu nedenlerden sosyal medya ve internet girişimleri genellikle farklı görüşlere tolerans gösteren, çok kimlikliliğe kazanım olarak yaklaşan ve özgürlükçü olan toplumlardan çıkıyor.
Bunları yazdım çünkü yeni icatlar ve milyar dolarlık markaların Türkiye’den çıkmaması, birbirine en az güvenen insanların Türkiye’de olması da tesadüf değil. Geçmişten kendimizi kurtarmak ve bu yeni çağda kendimize yer edinebilmek, yani ‘alt tür’ olmamak için bu gerçekleri bilmeye ve tartışmaya mecburuz.