İklim değişimiyle mücadele kapsamında ülkeler 1.5 derece sınırı
sözüne uymak için emisyon oranlarından kesintiler içeren vaatlerde
bulundu. Geneli de 2050 sonrasını içeren net sıfır hedeflerini
açıkladı. Türkiye de benzer biçimde 2053’te net sıfıra ulaşmayı
planladığını duyurdu. Bu hedef uyarınca enerji üretiminde
yenilenebilir kaynakların payının hızla artırılması öngörülüyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2022’de yayınladığı
“Türkiye Ulusal Enerji Planı” 2035’e kadar enerjide hangi
kaynaklara öncelik verileceği hakkında fikir veriyor. Hem bu planda
yayınlanan bilgiler hem de geçtiğimiz haftalarda Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın konuya dönük makalesi,
Ankara’nın yol haritasında nükleer enerjinin önemli bir yeri
olduğunu gösteriyor. Planda yer alan hedefe ulaşmada yeni
santraller kendileri kadar onları inşa edecek ülkeler açısından da
önem taşıyor. Bu hafta Türkiye’nin nükleer enerji stratejisine ve
dış politika-nükleer enerji ilişkisine mercek tutacağız.
TÜRKİYE’NİN NÜKLEER ENERJİ SERÜVENİ VE AKKUYU
Nükleer santral inşa etme ve buna dönük teknoloji sahipliği,
ciddi bir deneyim ve birikime yaslanıyor. Örneğin Güney Kore
nükleer yolculuğuna 1950’lerde başladı, ancak 1980’lerde nükleer
santral inşa edecek güce erişti. Bu durum dünyada belirli ülke ve
şirketlerin nükleer santral gibi spesifik ve karmaşık süreçlere
sahip bir yapıda uzmanlaşmasını sağlıyor. Genel olarak resme
bakıldığında ABD, Rusya, Çin, Kanada, Güney Kore, Japonya gibi
ülkeler bu sektörde aslan payına sahip. Bazı ülkelerin AR-GE ve
gelişim yolculukları sürüyor.
Öte yandan Türkiye’nin 1950’lerde atom enerjisine dönük ilgisi
1960’larda “nükleer bir santral kurabilir miyiz?” sorgulamasına
kapı araladı. 1974’te Akkuyu’nun adı kaynaklarda geçerken 1976’da
Mersin Akkuyu’da bir nükleer santral inşa edilmesi için kollar
sıvandı. Hatta bu dönemde SSCB ile görüşmeler de yapıldı… Bu
yolculukta istek baki kalsa da yöntemde değişikliğe gidildi.
Enerji Bakanlığı’nın açıklamasına göre ihale süreçlerinden verim
alınamadığı için doğrudan devletler arası anlaşma yoluyla nükleer
santral anlaşması stratejisine geçildi. Nitekim 2010’da Akkuyu
Nükleer Santrali inşası anlaşması, yap-sahip ol-işlet modeline
dayanıyor ve devletler arası anlaşma şeklinde TBMM’den geçti.
Benzer bir adım Sinop için Japonya ile atılsa da Japonya kısa
sürede anlaşmadan çekilmişti.
Rusya ile yapılan anlaşma, verilen garantiler, tahsis edilen
limanlar, Rusya’nın Mersin’de çalışma şekli ciddi eleştiriler alsa
da süreç işliyor. Ayrıca, anlaşmada, Türkiye’den bir şirkete veya
kamu kurumuna yüzde 49’luk paya kadar alım hakkı tanındığı halde,
Akkuyu Nükleer Santrali’nden bugüne kadar hisse almaya neden
yanaşılmadığı açıklanmadı. Bir başka anlatımla 14 yıldır santralin
sahipliği Rusya’da ve Türkiye bu konuda bir adım atmıyor, nedeniyse
bilinmiyor. Buna karşın resmi belgelere yansıyacak şekilde Ankara,
Akkuyu’nun dışında yeni nükleer santrallere de sıcak bakıyor.
NÜKLEER SANTRAL SAYISI DA KAPASİTESİ DE ARTACAK
Enerji tüketimi ulaşımdan ısınmaya, elektrik üretiminden sanayi
üretimine pek çok alanda karşılık buluyor. Açıklanan hedefler
uyarınca dünya genelinde ulaşımın, ısınmanın elektriğe kaydırılması
ve elektrik üretiminde fosil yakıtların paylarında geriletici
alternatiflere alan açılması, teşvik edilmesi eğilimi var.
Bu çerçevede Türkiye de dahil, ülkeler özellikle elektrik
üretimini ve kurulu güçlerini artırmaya çalışıyor. Enerji
Bakanlığı'nın güncel verilerine göre Türkiye’nin elektrikte kurulu
gücü Ağustos 2024 itibariyle 113.932 MW’ye ulaştı. Ulusal Enerji
Planı 2025’te kurulu gücün 116,2 GW'ye çıkacağını öngörüyor. Benzer
biçimde 2025 planlaması 116.2 GW’nin 2.4 GW’lık kısmı nükleerden
gelecek diyor. Bir başka anlatımla Bakanlık 2025’te Akkuyu’nun en
azından ilk reaktörünün faaliyete geçeceği görüşünde.
Planın detayları incelendiğinde 2035’te kurulu gücün 189,7 GW'ye
çıkacağı tahmin edilirken nükleerin bu tabloda 7.2 GW’lık bir pay
alacağı ifade edilmiş. Akkuyu nükleer güç santralinin kapasitesinin
4-4.5 GW civarında olacağı göz önüne alındığında yeni nükleer
santral yapılacağı açık. Peki nereye kaç santral yapılacak?
Bakan Bayraktar’ın Daily Sabah’ta yazdığı makale
dikkate alındığında Sinop ve il belirtilmemiş olmakla beraber
Trakya bölgesinde birer santral inşası planlanıyor. Bayraktar,
makalesinde Türkiye’nin nükleer enerjiden gelen bu güce ihtiyaç
duyduğunu, dünyada pek çok ülkenin nükleer enerjinin getirdiği
imkanlardan faydalandığını ve Türkiye’nin bu konuda ihtiyaçları
uyarınca hareket edeceğini ifade ediyor. Bir başka anlatımla
Türkiye’nin hem ulusal enerji planı hem de Bakan Bayraktar’ın
makalesi 2035’e kadar 2 nükleer santralin inşa edilebileceği
izlenimi veriyor.
ANKARA’NIN ARAYIŞI: SANTRALLERİ KİM İNŞA EDECEK?
Türkiye ile Batı arasındaki enerji ilişkilerinde son bir yılda
görülen iki gelişme nükleer konusunda da fikir verebilir. İlk
olarak Türkiye’nin 2024’te imzaladığı iki LNG anlaşması. Bu
anlaşmalardan ilki Exxon Mobil ile ikincisi Shell ile yapıldı.
Türkiye enerji güvenliğinde çeşitliliğe gidiyor bu anlaşılır, ancak
seçilen iki şirket de Batı’dan. Bu seçimde ABD’nin ilan edilmeyen,
ancak uygulamada kendini hissettiren yeni enerjisi etkili olmuş
olabilir.
ABD’nin Ukrayna Savaşı’yla beraber Rusya karşıtlığına varan
politikası, küresel düzeyde Çin’i hedef alan kısıtlamaları enerji
alanında da karşılık bulmaya başladı. Nitekim Ocak ve Şubat 2024’te
Çin ile yeni LNG anlaşmaları yapılması süreci askıya alındı, var
olanlara karışılmadı.
Öte yandan ABD, Avrupa enerji piyasasında Rusya’nın
geriletilmesini uzun süredir dillendirse de bu 2015’te ABD’de
ihracat yasağının kalmasıyla hızlandı, Ukrayna Savaşı’yla daha
belirginleşti. Nitekim Rusya’nın AB enerji piyasasında payı
özellikle gaz cephesinde ciddi biçimde gerilerken ABD’ninkinde
artış görülüyor. Yani bir bütün olarak ABD müttefiklerinin mümkünse
kendisinden, değilse kendi ittifakı içinde olan aktörlerden enerji
alışverişi yapmasını tercih ediyor.
İkincisi, Enerji Bakanı Bayraktar temmuz ayında Rosatom Genel
Müdürü Aleksey Lihaçev ile de Sinop’a bir nükleer santral kurulması
olasılığını görüştü, ancak bir adım atılmadı. Bu noktada
Atlantik’in öte yakasından Akkuyu’ya dönük eleştiriler basına
yansımaya başladı. Santralin anlaşması 2010’da imzalandı, inşasına
2018’de başlandı. Yani 14 yıldır ortada olan gerçek son yıllarda
sert eleştiriler alıyor. Doğalgaz ayağında olduğu gibi zaman zaman
ABD ile Türkiye arasındaki görüşmelerde nükleer enerjinin de masada
olduğu sır değil. ABD veya Türkiye bunu yalanlamadı ki yalanlanacak
bir ilerleme yok, görüşmeler henüz konuşma, karşılıklı birbirini
yoklama düzeyinde olabilir.
Resme bir bütün olarak bakıldığında Türkiye eylem planlarına
dahil edecek şekilde nükleer enerjiye yatırım yapmaya istekli ve
2035’e Akkuyu’nun yanında bir nükleer santralle daha girme
ihtimalimiz hayli yüksek.
Bunun yanında Türkiye’nin sahip olduğu ittifaklar, dış
politikası ve küresel politikadaki konumlanışı santrali kimin inşa
edeceği sorusuna gebe. Son bir yılda LNG alımlarını Batı’ya
kaydıran Türkiye, ABD’den gelen eleştirileri dikkate alarak
Batı’dan bir ortakla Sinop’ta bir santral inşa ettirebilir.
Türkiye’nin BRICS üyelik başvurusu buna dönük eleştiriler
gündemdeyken yeni nükleer santralin müttefiklerin dışında bir
ülkeden seçilmesi Batı-Türkiye hattında iplerin ciddi biçimde
gerilmesine neden olacaktır. Bu çerçevede Türkiye’nin yeni bir
santral inşa etme planı yeni olmasa da santrali kimin inşa edeceği
Türkiye’nin enerji politikasıyla sınırlı kalmayacak şekilde
ittifaklarına ve küresel konumlanışına etkileri olacak bir
potansiyele sahip. Dahası Ankara’nın tercihi, yakın gelecekte
Türkiye’nin dış politikasının da yönü ve eğilimleri konusunda fikir
verecektir.