Türkiye’nin yeni ‘zenciler’i: Atatürkçüler

Ülkenin yeni ‘zencileri’ ve eski ‘beyazları’ Atatürkçüler ile eski ‘zencileri’ ve yeni ‘beyazları’ İslamcılar/popülist muhafazakarlar yer değiştirdi. Ülke nüfusunun en az üçte biri civarında olan Atatürkçüler, İslamcılar/muhafazakarlar ile birlikte ülkedeki en büyük iki politize kitleden biri. Atatürkçülerin bu sosyolojik jenositten kurtulmalarının tek yolu önümüzdeki dönemde iktidara gelebilmek veya en azından ortak olabilmek gibi görünüyor.

Abone ol

Ali D. Ulusoy*

Siyasal İslamcılar yakın zamana kadar kendilerine ülkede ‘zenci’ muamelesi yapıldığından yakınıyorlardı. Kamusal alandan, devlet hizmetlerinden, kamu görevlerinden dışlandıklarını, siyasette temsillerinin kısıtlandığını, devlet imkanlarından kendilerine zırnık koklatılmadığı gibi, bilakis devlet tarafından ticarette, bürokraside, siyasette sürekli engellendiklerini ileri sürüyorlardı. Abartılı yönleri bulunsa da ve sosyolojik olarak bu dışlanmanın kaynağının inançsal/dinsel kökenli mi, yoksa ‘suyun başını önceden tutmuş’ kentli merkezin kasabalı/taşralı çevreye pastadan parça kopartmama eksenli mi olduğu tartışmaya açık olsa da, bu ‘mağdur edebiyatı’ kısmen de olsa doğruydu.

Gün gelip devran dönünce ve siyasal İslamcılar iktidarı tam olarak ele geçirince ne mi oldu? Kendilerine yapılanlardan ders çıkarıp kimseyi ötekileştirmediler. Şaka şaka! Kendilerine yapılanların aynısını hatta misliyle kendileri de bu kez Atatürkçülere yapmaya başladılar ve halen de yoğun şekilde yapıyorlar. Bu yeni sosyolojik ‘jenosit’ten ancak kendisini gizleyen veya muhafazakar iktidarla işbirliğine razı olan kripto Atatürkçüler kurtulabiliyor. O da şimdilik.

Evet gün oldu devran döndü ve ülkenin yeni zencileri artık Atatürkçüler oldu. Nasıl mı?

Öncelikle, Atatürkçüler önemli kamu görevlerinden sistematik biçimde dışlanıyorlar artık. Kıdemli ve liyakatli Atatürkçü kamu görevlilerinin üst düzey önemli bürokratik postlara atanma şansları çoktan sıfıra yaklaştı. Atatürkçü gençlerin ise hakim-savcılık, kaymakamlık, kamuda uzmanlık-müfettişlik ve akademisyenlik gibi önemli kamu görevlerine atanmaları her geçen gün biraz daha engelleniyor veya kısıtlanıyor. Bu adil olmayan sistematik ve bilinçli uygulamanın en önemli hukuksal aracı ise sözlü ve mülakat sınavları. Etrafımda eski öğrencilerimden veya eş-dosttan bizzat tanık olduğum o kadar fazla somut örnek var ki.

Hakimlik sınavını ve kamudaki başka sınavları ön sıralarda kazanmasına rağmen kendisini ifade ediş tarzı ve dış görünüşünden Atatürkçü olduğu hemen belli olan ve sözlü-mülakat sınavlarında hem de defalarca haksız biçimde elenen o kadar yeni ‘zenci’ var ki şahsen tanıdığım.

Önemli bir kamu kurumundan emekli olmuş prototip Atatürkçü bir arkadaşımın kızı Bilkent Psikoloji'yi burslu bitirdi, ODTÜ’de master, İngiltere’de iyi bir üniversitede ikinci master yaptı. Kaç yıldır girdiği sayısız asistanlık ve kamuda uzmanlık sınavlarında yazılıyı kazanmasına rağmen sözlüde hep elendi. Arkadaşımın ifadesine göre, kızıyla benzer durumda olan lise ve üniversite arkadaşlarından kendisinin bildiği onlarcası aynı durumda ve otuzlu yaşlarına gelmiş olup hâlâ aileleriyle oturuyorlar çaresizlikten. İyice de ümitsizliğe düşmüş durumdalar. Ülkenin iyi yetişmiş, iyi üniversitelerden mezun, yabancı dil bilen Atatürkçü gençlerinin büyük çoğunluğu aynı durumda görünüyor. Ülkenin yeni ‘zencileri’.

Atatürkçü gençlerin bir kısmı ise şimdilik sadece ikincil ve tali önemde görülen kamu görevlerine girebiliyor belki. Ama bu postlar için de özlenen ‘dindar’ gençlikten kadrolar yeterince yetiştiğinde yakında buralara dahi giremeyecekler. Böylece Atatürkçülere yapılan kamudaki ‘zenci’ muamelesi iyice perçinlenecek.

Diğer bir örnek, devletle iş yapan, devlete mal, hizmet tedarik eden, devletten alınan izinlerle, ruhsatlarla ticari faaliyet icra edenler. Atatürkçüler devletle yapılan bu işlerden iyice dışlanmış durumda. İktidarla işbirliği yapan sınırlı sayıda kripto Atatürkçü dışında, artık Atatürkçü iş adamları devletten iş alamıyor; devletle iş yapamıyor; madencilik, enerji, büyük altyapı ve inşaat işleri için devletten lisans, ruhsat veya izin alamıyor. İhaleler zaten koklatılmıyor bile. Atatürkçüler sadece teknik işlerde taşeronluk yapabiliyorlar. O da şimdilik. Muhafazakarların kendi elemanları yetişinceye kadar.

Özel okul, özel hastane, basın-yayın gibi birçok sektörde Atatürkçü yeni girişimcilerin ortaya çıkabilmesi ve hatta mevcutların ayakta kalabilmesi iyice güçleşti.

Sonuçta Atatürkçülerin ‘zencileştirilme’ süreci, kamu olsun özel sektör olsun hemen her alanda hızla sürdürülüyor. Hem de gayet bilinçli şekilde.

‘ATATÜRKÇÜ’ TERİMİ İLE KİMLERİ KASTEDİYORUM?

Kısaca ülkenin Atatürk’ü takdir eden, ona sevgi ve saygı besleyen ve yüzü Batı’ya dönük insanlarını. Sosyolojik açıdan, modern ve son tahlilde çağdaşlığı benimsemiş, esas olarak kentli ama köy ya da kasaba kökenli de olsa iyi kötü modern kentli yaşama uyum sağlamaya çalışan geniş bir kitleyi. Ama ne olursa olsun yüzü Batı'ya dönük. Her ne kadar tam becerilemese de çağdaş olmak için en azından bir çabası olan. Batı değerlerini tam olarak özümseyemese de en azından kılık-kıyafet ve yaşam tarzı açısından şekli koşullarını yerine getirmeye çalışan. Dinsel gerekleri ve Doğu'ya ait alışkanlıkları terk edemese de, ‘modern’ olmaktan veya görünmekten taviz vermeme adına bunları mümkün olduğunca çevreye göstermeden icra etmeye çalışan kitleyi.

Siyasi eğilim açısından, merkez soldan olduğu kadar merkez sağdan, sosyal demokratlar yanında milliyetçilerden ve ılımlı ve daha modern dindarlardan da oluşan geniş bir skala bu. Temelde Türk milliyetçisi ve askere özel sempatisi var. Batı’nın, insan hakları gibi felsefi değerlerine uyum sağlama kapasiteleri, aynı Batı’nın şekli referanslarına ve yaşam tarzına uyum sağlama kapasitelerine oranla çok daha sınırlı. Ama son dönemde ötekileştirilmenin ne demek olduğunu anladıkları için, muhafazakar popülist iktidara muhalif Kürtlerle de belli bir empati kurmaya başlamışlar.

Coğrafi olarak Ege, Akdeniz ve Trakya bölgesi ile Ankara, Eskişehir gibi bazı İç Anadolu kentlerinde çoğunluğu oluşturan ve hatta İstanbul, İzmit, Bolu ve Bursa gibi kent merkezlerinde de ciddi sayıya ulaşan bir kitleden söz ediyorum.

UCUZ KAHRAMANLIK PEŞİNDEKİ ‘SLOGAN ATATÜRKÇÜLERİ’

Her büyük çaplı insan kitlesi gibi bu kitle de sosyolojik davranış kalıpları yönünden monoblok değil. Özellikle muhafazakar popülist mevcut siyasi iktidara yaklaşımı açısından, tamamına yakını muhalif. Ama, bu muhalefetini büyük çoğunluğu direkt ve endirekt yollarla ifade edebilmesine karşın, bir kısmı çeşitli kaygılarla genel ve yerel seçimlerdeki kapalı oy verme odacığı dışında bu muhalefetini açığa çıkaramıyor. Bunlar ise esas olarak siyasi iktidardan o ya da bu şekilde nemalanan ve başka seçeneği olmadığından veya konformizmden hatta oportünizmden mütevellit kripto-muhalifler.

Bu kitleden en acınası halde olanları ise, muhafazakar iktidarla yaptıkları ‘köprüyü geçene kadar’ babından işbirliğini maskelemek adına kendilerini slogan Atatürkçülüğüne vurmuş durumdalar. Üniversite web sayfaları dahil en abartılı ve şatafatlı Atatürk’ü anma etkinliği yapma yarışına giren muhafazakar iktidar destekçisi bazı ‘laik’ rektörler gibi.

Bunlardan en zavallısı da geçenlerde bir Avrupa ülkesinde tüm diplomatik camiaya verdiği 29 Ekim Cumhuriyet resepsiyonunda muhafazakar iktidardan korkusundan alkol servisi yaptırmayan ama ne kadar yılmaz bir Atatürkçü olduğunu mangalda kül bırakmayan şekilde ifade etmeye çalışan büyükelçimiz gibiler. Atatürk kalkıp gelse sopayla kovalardı bunları herhalde!

Sonuç olarak, ülkenin yeni ‘zencileri’ ve eski ‘beyazları’ Atatürkçüler ile eski ‘zencileri’ ve yeni ‘beyazları’ İslamcılar/popülist muhafazakarlar yer değiştirdi. Ülke nüfusunun en az üçte biri civarında olan Atatürkçüler, İslamcılar/muhafazakarlar ile birlikte ülkedeki en büyük iki politize kitleden biri. Atatürkçülerin bu sosyolojik jenositten kurtulmalarının tek yolu önümüzdeki dönemde iktidara gelebilmek veya en azından ortak olabilmek gibi görünüyor. Ama bu noktada realist olmak gerekirse, demokratik seçimlerde başarılı olmalarının kilidi ise kanımca, ülkenin maalesef ezeli ve ebedi ‘zencileri’ olan Kürtlerle dışlanmışlık ve ötekileştirme bazında oluşmaya başlayan empatinin pragmatik bir seçim işbirliğine doğru evrilmesi.

Bu arada pragmatik bir ideoloji olarak Atatürkçülüğün özünün çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak; bunun özünün ise evrensel demokrasi, hukuk ve insan hakları prensipleri çerçevesinde ülkeyi geliştirerek, her tür modern köleliği ve dışlanmışlığı yani sembolik anlamıyla ‘zenciliği’ kaldırmak olduğunu unutmadan.

*Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi