Ülkedeki ekonomik ve siyasi seyre bakıldığında, aslında hepimiz özümüzde her geçen gün birer Sisifos olduğumuzu kanıtlıyoruz. Her birimizin kişiye özel birer kayası var ve yaşam denen bu sonsuz döngüde bu kayayı her defasında zar zor da olsa dağın tepesine çıkarıyoruz. En tepeye vardığımızda kaya hep paldır küldür geri düşse de bu kişisel mücadelemizden vazgeçmiyoruz. Tanrıları kızdırmamış olabiliriz, ama sil baştan bir çaba içerisindeyiz.
Giderek yaşlanan bir toplum olan Türkiye’de toplam nüfusun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan 65 yaş ve üstü bireyler de, dünyada en derin yaşlı yoksulluğunun yaşandığı ülkelerden birinde Sisifos ruhunu yaşatıyorlar.
Nazım Hikmet’e kulak verircesine öylesine ciddiye alıyorlar ki yaşamayı, ölmekten korktukları halde ölüme inanmadıkları, yaşamak yanları ağır bastığı için kimisi holdinglerde üst düzey yönetici olarak, kimisi pazar yerlerinde hamallık veya seyyar satıcılık yaparak, kimisi evden parça başı işlerle çalışarak, kimisi bir terzi dükkanında dikiş dikerek, kimisi evlerde bakıcı olarak çalışıp hane gelirlerini insanca yaşama düzeyine çıkarma telaşlarını yaşlarına rağmen ayakta tutuyorlar. Herkesin hayat hikayesi, herkesin mücadelesi farklı; ama hedef hep aynı: Haysiyetli bir yaşam uğruna beyin veya bilek gücünü kullanarak hayata tutunmak...
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) aralık ayı başında yayımladığı emeklilik raporuna göre ülkemiz, Meksika, ABD ve Kore’nin ardından en derin yaşlı yoksulluğu deneyimleyen dördüncü ülke olup, gelirleri itibariyle 14 milyon emeklinin 8 milyon kadarı yoksulluk sınırının altında yaşıyor; 1,5 milyon kadarı ise açlık sınırının bile altına düşmüş durumda.
Dolayısıyla birçok yaşlı, en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak durumda olup, birçoğu da bazen zor koşullar altında ek iş yaparak çalışmaya devam etmek durumunda kalıyorlar. Türkiye’de yaşlı nüfus son beş yılda yüzde 22,5 oranında arttı.
1685 TL seviyesindeki emekli maaşı dolar kuru karşısında tüm anlamını yitirmişken yaşlı yoksulluğu hızla derinleşiyor. Can Yücel bir şiirinde; "Bedenin yükünü ayaklar taşır, ruhun yükünü yürekler..." diyor. Türkiye’de yüzde 20’lerin üzerine çıkan enflasyon ve yüzde 30’larda seyreden gıda enflasyonu karşısında yaşlı nüfusun bedeninin yükünü ayaklar taşısa da, açlıkla veya çocuklarına olan ekonomik bağımlılıkla sınanan bedenler giderek yaygınlaşıyor.
Elbette Avrupa Birliği ülkeleri de yaşlı yoksulluğu sorunundan azade değil. 2018 yılı verilerine göre AB çapında 13,3 milyona yakın yaşlı kişi, yoksulluk riskiyle karşı karşıya. OECD ülkeleri ortalamasına bakıldığında ise, 65 yaş üstü bireylerin yüzde 14’ü görece yoksulluk içerisinde yaşıyor ve bu oran kadınlar arasında daha fazla. Birleşik Krallık’ta ise bugün ciddi yoksulluk içerisinde yaşayan, yani medyan gelirin yüzde 40’ından az bir geliri olan yaşlıların oranı, 25 yıl önceki rakamların beş katına ulaşmış durumda.
Ancak Avrupa ülkeleri bu konunun üzerine giderek çözümler üretiyor. Örneğin Almanya birkaç yıldır süregiden tartışmaları nihai bir sonuca ulaştırdı ve hükümet geçimini emekli aylığıyla sağlamakta zorlanan, yüzde 70’i kadın olmak üzere yaklaşık 1,3 milyon kişiyi ilgilendiren “temel emeklilik maaşı”na geçilmesine bu sene karar verdi. Yani, emekli maaşı 1000 Euro’nun altında olan ve 35 yıl boyunca düşük gelirli işlerde çalışanlara ilave maaş verilecek ve bütçe üzerinde bu ödemenin doğurduğu maliyet, vergi gelirlerinden karşılanacak.
Avrupa Komisyonu, yaşlanma ve refah devlet politikalarını düzenli olarak her üç yılda bir gözden geçiriyor ve 2070 yılına kadar farklı dönem aralıkları için 28 AB üye ülkesine yönelik yaşlanma projeksiyonlarını ekonomik ve bütçesel düzeyden ele alıyor. En son hazırlanan ve 2016-2070 dönemini kapsayan 2018 yılı Yaşlanma Raporu’nda, ülkelerin emeklilik aylıklarındaki artışlar, bunların ortalama maaşlara oranları, yaşlanmayla bağlantılı maliyetlerin GSYİH’a oranı gibi parametreler ele alınıyor ve ülkelere bu alanları düzenlemeleri için ulusal politika önerileri getiriliyor.
Bu konu mayıs ayında İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü tarafından “Türkiye’de İşgücündeki Yaşlılar ve Güvencesizlik” isimli politika raporunda ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştı. Tavsiyeler arasında; Türkiye’nin yaşlıların sosyo-ekonomik güvencesizliğini azaltacak sosyal yardımların 65 yaş ve üstünden başlayarak artırılması ve yaşlı bireylere yönelik ücretsiz kamu hizmetlerinin yaygınlaştırılması yer alıyor.
Öte yandan, kara kış koşulları yaklaşırken, ev sahibi olmayan 65 yaş üzeri bireyler için de düzenli olarak kira ve erzak yardımı yapılması da öneriler arasında. Bu yardım Avrupa ülkelerinde olduğu gibi düzenli, adil ve onurlu şekilde yapılmalı. Raporda en önemlisi de, emekli aylıklarının bireylerin haysiyetli bir yaşam sürmesi doğrultusunda artırılması gereğinin altı çiziliyor.
Avrupa Birliği ve Türkiye İstatistik Kurumu Hanehalkı İşgücü Verileri’nin 2018 ve 2019 yılları kıyaslandığında çok çarpıcı bir veri çıkıyor karşımıza: Türkiye'de her yaş grubunda işgücüne katılım AB ülkelerinin oldukça altındayken 65 yaş ve üstü yaşlı bireylerde 3 kat fazla bir orana çıkıyor. Öte yandan yaşlı nüfusun oranının yüzde 9,5 ile 28 Avrupa ülkesi ortalamasının (yüzde 20) oldukça gerisinde olduğu Türkiye'de yaşlı nüfusun istihdama katılımı yüzde 12 olup, bu rakamda Avrupa ortalamasının oldukça ilerisinde.
Bu devasa tezatlığın sebebi; sosyo-ekonomik güvencesizlik sebebiyle bu kesimdeki bireylerin alternatif gelir yaratmak adına zorunlu olarak çalışmaya yönelmesi... Pandemide evlere kapanma sürecinde yasak olmasına rağmen otobüse binip işine gitmeye çalışan 65 yaş üstü bireyin “Ben çalışmazsam açım” feryadı halen kulaklarımızda, değil mi? Zira bu bireyler, özellikle de kadınlar, aktif çalıştıkları dönemde düşük ücretler, enflasyon gibi sebeplerle yeterli servet birikiminde bulunamadılar.
Hangi partinin seçmeni olduklarından bağımsız olarak yaşlı yoksulluğunu azaltmak, yaşlılara sırf muhtaç seçmenler, ya da içi boş şekilde “başımızın tacı” söylemleriyle değil, “hak sahibi bireyler” olarak bakmak, tüm partilerin gündeminin ilk sıralarında yer almalı. Bir diğer deyişle, yaşlı yoksulluğunu ele almak, yaşlılara “yardım eli uzatmak” demek değil; onlara yasalarla zaten güvence altına alınmış haklarını, hak temelli bir sosyal güvenlik yaklaşımıyla sunmak demek... Zira yaşlılara ailelerinin bakması ve onların bağımlı hale getirilmesi, medeni bir politika tercihi olamaz.
Emeklilik, yaşlılığın güvencesi olmalı; zira günümüze dek üretilen değerlerde ve yapılan sermaye birikiminde, zaten şu anda yaşlı olarak nitelendirdiğimiz kesimin emeğinin kayda değer bir katkısı var. Ve eğer bugün gençlerin güvencesizliğine müdahale edilmezse yarın bugünkünden çok daha ağır bir yaşlılık onları bekliyor; zira tüm güvencesizlikler aslında birbiriyle bağlantılı.