Ankara'daki uzun masanın başında Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip oturuyordu.
Sağ yanında hükümetin üniversite reformu danışmanı Prof. Dr. Albert Malche vardı.
Masanın çevresindeki diğer koltuklar da bakanlık yetkililerine ayrılmıştı.
Salona girip tek boş koltuğa oturdu ve toplantı başladı. Ortak dil olarak Fransızca seçilmişti.
Yedi saat süren toplantıdan çıkar çıkmaz kendisinden büyük bir merakla haber bekleyen İsviçre'deki arkadaşlarına telgraf çekti:
"Üç değil, 30..."
Sonra anılarına şu notu düşecekti Ord.Prof.Dr. Philipp Schwartz:
"30 sonra 300 oldu." (*)
Gerçekten de 1930'lu yıllarda "üniversitesini kurmakta" olan Türkiye'ye 300 bilim insanının yerleşmesine sağlayanların başında geliyordu Ord.Prof.Dr. Schwartz.
Yahudi kökenli Macar patalogdu. Budapeşte Üniversitesi'ni bitirmiş, 1928 yılında Almanya'da profesör olmuştu.
1933 yılında Hitler zulmünden İsviçre'ye kaçmıştı. Ancak sadece kaçıp kendini kurtarmamıştı. Kendisi gibi zorda kalan Alman bilim insanlarını örgütledi.
Biyografisinde "Kuruculuğunu ve başkanlığını yaptığı Yurt Dışındaki Alman Bilim Adamları Yardımlaşma Derneği (NdWA) aracılığıyla can kaygısına düşmüş yüzlerce bilim insanının yalnızca canlarını kurtarmakla kalmamış, onların bilimsel etkinliklerini sürdürmelerine de olanak sağlamıştır" diye yazar.
Aynı yıl Ankara'nın daveti üzerine üniversitenin yeniden yapılandırılması için Türkiye'ye gelir.
Hatta 1948 yılında Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olur Schwartz. 1953'te de Almanya'ya döner. Daha sonra gittiği ABD'de 1977'de yaşama veda eder.
BİLİM İNSANI GÖÇÜ TERSİNE DÖNÜYOR
Ord.Prof.Dr. Schwartz'ın yıllar sonra bu satırlara konu olmasının nedeni Deutsche Welle'nin geçtiği bir haber. Başlığı "Tehlikke altındaki 46 bilim adamına davet".
Spotunda iki cümle var haberin:
"Almanya'nın ünlü Alexander Van Humboldt Vakfı, yaşamı tehlike altında olan 46 yabancı bilim insanını araştırma enstitülerine davet etti. 46 bilim adamından 21'i Türkiye'den..."
Haberin metni daha da ilginç:
"Merkezi Bonn kentinde olan Alexander Van Humboldt Vakfı'ndan yapılan açıklamada, Philipp Schwartz adlı girişime bağlı bursiyerler ocak ayından itibaren iki yıllığına Almanya'nın toplam 39 araştırma merkezinde görev yapacak. Söz konusu bilim insanları ülkelerinde savaş ortamı ya da siyasi soruşturmalar nedeniyle Almanya'dan destek talebinde bulundu. Bursiyerlerin çoğunluğu 21 kişi ile Türkiye'den geliyor, onu 18 kişi ile Suriye izliyor. Irak'tan üç, Tacikistan, Burundi, Yemen ve Sudan'dan ise birer bursiyer Almanya'ya geliyor."
1933'te Hitler faşizminden kaçıp yeni kurulmuş, genç Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşamını yeniden kurmuş Schwartz. Aynı zamanda kendisi gibi Nazilerin zulmünden kaçan 300 bilim insanının Türkiye'ye gelmesini sağlamış.
Bundan tam 83 yıl sonra ise Philipp Schwartz adına kurulan girişim dünyanın dört bir yanından "yaşamı tehlike altında olan" bilim insanlarını Almanya'ya getirip burs veriyor. Bunların içinde en büyük grubu Türkiyeli bilim insanları oluşturuyor.
İç savaşın yakıp yıktığı Suriye'den 18, her gün bir bombanın patladığı Irak'tan üç, Türkiye'den 21...
Dünyada kaç ülke var ki, son dört ayda 4 bin 500 akademisyenini görevden uzaklaştıran, 2 bin 400'ünü ihraç eden, onlarcasını tutuklayan,15 üniversitesini kapatan!
Bu ülkenin bilim insanları açısından 83 yıl önce olduğu yerle bugün geldiği yere bakınca ancak "utanç" duyulur.
Türkiye'nin akademi dünyası böyle de, medya dünyası farklı mı?
MEDYA DA, SİYASET DE VAHİM DURUMDA
Gazetecileri Koruma Komitesi ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü gibi medya kuruluşları birer birer 2016 yılı verilerini açıklıyor.
Sayılarda farklılık olsa da sıralama değişmiyor. 2016 yılında "en çok tutuklu gazetecinin olduğu ülke" sıralamasında Türkiye dünya şampiyonu!
2014'te ve 2015'te tutuklu gazeteci sayısı açısından liderliği kimseye bırakmayan Çin'i bile sollamış Türkiye. Resmen küme düşürmüşüz Çin'i.
Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ)'nin 2016 raporuna göre 81 tutuklu gazeteciyle Türkiye liste başı. 38 tutuklu gazeteciyle Çin ancak ikinci olabilmiş. Üçüncü sırada da 25 gazeteciyle Mısır var.
CPJ'nin raporuna göre 1 Aralık 2016 itibariyle dünyada toplam 259 gazeteci tutuklu. Ya da başka bir ifadeyle söylersek tüm dünyadaki tutuklu üç gazeteciden yaklaşık bir tanesi Türkiye'de.
OHAL'de kapatılan televizyon kanalları, haber ajansları, gazeteleri, dergileri, radyoları, işsiz kalan binlerce gazeteciyi saymıyorum bile. Sadece tutuklu gazeteci sayısı açısından bile Türkiye'de medyanın durumu da "utanç" verici.
Akademisi, medyası bu durumda olan ülkenin siyaseti çok mu parlak!
Parlamentonun üçüncü büyük partisi HDP'nin Eş Genel Başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ cezaevinde. Aynı partinin grup başkan vekilleri Baluken ve Demirel'le birlikte 10 milletvekili tutuklu.
Hani biraz daha gayret etseler, sekiz milletvekilini daha tutuklayıp HDP'ye cezaevinde Meclis Grubu kuduracaklar.
Şu ana kadar Kürt kentlerindeki 41 belediyeye kayyum atandı. 14 belediyede de fiilen kayyum uygulaması var. Sayı her geçen gün artıyor.
53 DBP'li Belediye Eş Başkanı tutuklu.
Son bir yılda gözaltına alınan sivil Kürt siyasetçi sayısı 7 bin 250'yi buldu. Bunlardan 2 bin 863'ü tutuklanmış durumda.
DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ile HDP ve DBP'nin üç Merkez Yürütme Kurulu Üyesi, üç Parti Meclisi Üyesi, 21 HDP İl Eş Başkanı, 43 HDP İlçe Eş Başkanı, 17 DBP İl Eş Başkanı, 42 DBP İlçe Eş Başkanı tutuklu.
Son iki günde, 11 ve 12 Aralık tarihleri arasında 28 ilde gözaltına alınan HDP'li ve DBP'li il ve ilçe yönetimlerinin sayısı 658.
Siyasetin bu denli vahim durumda olduğu bir ülkede kimse "demokrasi var" diyemez, ancak böylesine baskıcı bir ortamdan "utanç" duyar.
Özellikle son bir yılda Kürt kentleri yakıldı, yıkıldı; binlerce insanımız yaşamını yitirdi.
Sırf 7 Haziran seçimlerinden bu yana geçen 18 aylık süre içersinde yapılan 21 bombalı saldırıda 411 kişi ölmüş.
Öyle çok insan öldü ki bu ülkede yaşayanlar "utanç" duyar hale geldi.
Ülkeyi yönettikleri 14 yıl boyunca akademisinde, medyasında, siyasetinde bu tabloyu yaratanlar, çatışmalı, kutuplaşmış, insanlarının can ve mal güvenliğini sağlayamayan bir toplum düzeni oluşturanlar suçlarını gazetecilere, yazarlara, muhaliflere, HDP'ye, hatta CHP'ye yıkmak istiyorlar.
Bu telaşla "teröristleri ihbar edin" çağrısı yapıyorlar 80 milyon insana. Milyonlarca "muhbir vatandaş" yaratmak istiyorlar.
"Ya başkanlık ya kaos" demişlerdi. Şimdi kaos ortamında Cumhurbaşkanlığı görünümlü başkanlığa doğru yürüyorlar.
Bu ülkenin yönetimini 14 yıl önce devraldıklarında sadece iki kentte, Şırnak ve Diyarbakır'da Olağanüstü Hal vardı. İktidarlarının birinci ayında da tüm Türkiye'de OHAL bitmişti. 14 yıl sonra geldiğimiz noktada bütün ülkede, 81 kentin 81'inde de OHAL var.
Belli ki OHAL de yetmiyor, "tüm terör örgütlerine karşı milli bir seferberlik" ilan ediyorlar.
Türkiye bir anayasa değişikliğine hazırlanıyor. Meclis'te 330'u aşarsa referanduma gidecek.
Getirilmek istenen temel sistem de şu; yasama, yürütme, yargı Cumhurbaşkanına bağlanacak, Cumhurbaşkanı da serbest bırakılacak!
Biz de "OHAL'de anayasa değiştirilir mi, referandum olur mu" diye yaptığımız tartışmayı "seferberlik halinde anayasa oylaması yapılır mı" diye tartışacağız artık. Bundan da "utanç" duyacağız.
Ama yine de kesinlikle katılıyorum. Evet bugün bu ülkede bir "milli seferberliğe" ihtiyaç var.
Türkiye'nin içinde bulunduğu durum açısından kesinlikle bir "milli seferberlik" gerekiyor.
Ama bu mutlaka "milli utanç seferberliği" olmalı!
* Cumhuriyet İnsanları Portreleri / portreler.fisek.org.tr