‘Türkleştirme’siz ve ‘Dersim’siz yazılan, resmî Cumhuriyet’tir
Mülksüzleştirilen Hıristiyan ve Yahudi milletinden olanlardı. Bunların mülkü, Türk-İslam ahaliye, sermayedarlara, devletin kurumlarına dağıtıldı veya satıldı. Mülkün tapusu da yeni sahiplerine geçti.
Dün Auschwitz…
Bugün Gazze…
***
Cumhuriyet’in 100. yılı vesilesiyle kaleme alınan yazılarda her konunun 100 yılı özetlendi. Bugünün sorunlarını anlamamız ve çıkış kapısını aralamak açısından önemliydi. Hiç hatırlanmayan Cumhuriyet’in yapısal politiği, ekonominin Türkleştirilmesinde yoğunlaşacağım. Bunun için ‘kurtuluş ve kuruluş’ yıllarında, 1920’lerde neler yapıldığına değineceğim.
İstihdamın Türkleştirilmesi de dönemin bir başka politiğiydi. Osmanlı Bankası gibi özel kurumlar Ankara’nın direktifiyle (resmî ifadeyle) ‘gayri Müslimlerden’ bir bir temizlenmiştir.
Milleten Türk ve dinen Sünni İslam olmayana neler yapıldığı bilinmez değildir. Hıristiyan Ermeni ve Rum milletleri, Anadolu’dan niye/nasıl tasfiye edilmiştir? Orada kalınmamış, Trakya ve İstanbul da hedeflenmiştir. İstanbul’da sona gelinmiş, yüzde 99,9 İslam’a yaklaşılmıştır. Daha dün, 1955’te İstanbul nüfusunda İslam payı yüzde 88’di. Hıristiyan ve Musevi nüfus, ne oldu da erimiş yok olmuştur?
Elbette demografik yapının temizlenmesiyle kalınmadı; asıl hedefse iktisadi yapıydı. Yani malın-mülkün Türk-İslam’a transferiydi.
Oysa Cumhuriyet’in devraldığı iktisadi mirasın, üretim araçlarının, özel sermaye yapısının, iktisadi politikaların, kurumsallaşmanın ve sairenin anlatımında esas konu Türkleştirme es geçilmiştir. Hıristiyan Ermeni ve Rum milletlerin (ve 1934’te Trakya Yahudilerinin) demografik ve iktisadi yapıdan tasfiyesi görmezden gelinmiştir.
Genel olarak arada bir hatırlanıp geçilense Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül pogromuydu.
Çökmeyi yani literatür adıyla Türkleştirmeyi yok sayarak yapılan iktisadi analiz, bildik söylemle ‘yerli ve millî’dir. Cumhuriyet’te egemen (Türkçü) iktisadi/siyasi analizin varsayımı, (mülkiyeti ve ekonomiyi) Türkleştirmeyi ve (’38 Dersim gibi) kırımları yok saymaktır. 1914-1923 döneminde, 1914’teki Osmanlı nüfus sayımına göre 2,5-3 milyon Ermeni’nin ve Rum’un canıyla malıyla tasfiyesini görmeyen analiz, aslında Türk-Sünni İslam egemenliğine methiyedir.
Kitlesel mülksüzleştirme ve mülkleştirme, Türkleştirmenin iki faktörüydü. Bu, sadece 1920’lerin değil Cumhuriyet’in temel politikasıydı. Son vuruş İstanbul’da yapıldı; halen devam ediyor. Bunun içindir ki, 1915’lerden 2023’lere Türkleştirme, bir Türk Nüfus Mühendisliği faaliyetiydi. Kitlesel olarak mülksüzleştirilenler ve mülkleştirilenler kimlerdi? Türk milliyetçiliğinin ekonomi politiği, işte bu sorunun cevabındaydı.
TC vatandaşı birinin mülkü, öbürüne transfer edildi. Bildik ifadeyle mülke çöküldü ve sonrasında da kapanın elinde kaldı ya da hibe edildi veya sudan ucuz fiyata satıldı. Tapu kaydını yenilemek de unutulmadı. Hatta kayıt işlemini kolaylaştırmak için, bazı ‘tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettiği’ bile kararlaştırıldı: 2 Haziran 1929 tarihli ve 1515 sayılı Tapu Kayıtlarından Hukuki Kıymetlerini Kaybetmiş Olanların Tasfiyesine Dair Kanun. Dikkat eder misiniz, kanunun adına?
Güya can ve mal güveliği vardı!
Mülkiyeti ve dolayısıyla ekonomiyi Türkleştirmenin politiği, (bulduğum kadarıyla) biri 1915’te, 17’si 1920’lerde hazırlanan mevzuatla belirlendi ve uygulandı. Böylece devlet, on binlerce mülke el koydu. Devletleştirme, bunun için ’30’ların değil, ’20’lerin politiğiydi.
Türkleştirmede, kapitalizmin kutsalı mülkiyet güvenliğini yok eden transfer sisteminin bildik şifresi, emvâl-i metrûkeydi.
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI: 13.160 DERSİMLİ VE 122 ASKER ÖLDÜ
Türkleştirmenin ikiz politiği kırımlar da yok sayıldı, hatırlanmadı. Kırımlar, demografik yapının temizliğinin politiğiydi. Yakın dönemde en çok tartışılanı Ermeni soykırımıydı.
Cumhuriyet’in ‘Türk tipi medenileştirme’ politiğinin Dersim icrasına kısaca değineceğim.
‘Dersim’ dediğimizde neler anlatılmıyor ki: “İsyan vardı” ve “Nüfusa yazılmadıkları için askere gitmiyorlardı” ve saire.
Bu nasıl isyandır? 1938 harekâtında 13 bin 160 Dersimli ve 122 asker-milis ölmüştür.
Askerlik meselesi de öyle. Dersim harekâtında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın itirafı yeter: “Ben, Dahiliye Vekiliyim [İçişleri Bakanıyım], iki çocuğum var, ikisi de [nüfusa] kayıtlı değildir. Bir gün Meclis’te arkadaşlarımdan bütün çocukları nüfusa kayıtlı olanlar ellerini kaldırsın dedim. Kaldıran olmadı.”(1)
Çocuğunu nüfusa yazdırmayan, Dersimli suçlu ve bakan dâhil, kanunu yapan mebuslar ise suçsuz. Her şey çok net ve anlaşılır değil mi? Keyfi yönetim böyledir işte!
Cumhuriyet analizinde, Türkleştirme gibi on binlerce Dersimli’nin öldürüldüğü ve sürüldüğü ’38 Dersim kırım harekâtı da hatırlanmadı. Cumhuriyet’in ilanının hemen öncesindeki Koçgiri, Pontos ve sonrasındaki Ağrı, Sasun kırımları da…
Dersim’de harekâtın kanlı olacağı yapılan hazırlıktan belliydi. Askeriyenin eksiğini gidermek için kaynak yaratmak amacıyla hazırlığa 1934’te başlanmıştı. Bunun için 28 Mayıs 1934’te dört kanun çıkarılmış ve böylece pek çok üründen Millî Müdafaa Vergisi alınmaya başlanmıştır. Kaynağın nerelere harcanacağı da gizli kanunla belirlenmiştir; bunun ne olduğunu da ancak 68 yıl sonra öğrenebildik (bildiğimiz kadarıyla ilktir). 3 Mayıs 1934 ve 2425 sayılı (gizli) kanundan ancak 2002’de haberdar olabildik.
Dersim, Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın vali-komutan ve müfettiş olarak atandığı 1936’dan itibaren harekât sahasıydı.
1938’de resmen savaş kararıyla harekât planlandı: İçişleri Bakanlığı’na göre 13.160 Dersimli öldü ve ne kadar yaralının olduğuysa hiç dikkate alınmadı. Ölen askerle milis toplamıysa 122 ve yaralıysa 251’di. Oysa 1919-1923’te Türk Kurtuluş Savaşı yıllarındaysa 9167 subay ve asker ölmüştü.(2) Ayrıca 15-20 bin Dersimli de sürülmüştür.
’38 Dersim harekâtının sonucundan anlıyoruz ki, isyan söylemiyle, kırım perdelenmiştir.
Devletin dâhili ve harici harbi sonuçlarıyla ortadadır…
Bu halde Dersim’deki ‘Türk tipi medenileştirme’yi nasıl görmezden gelebiliriz?
Cumhuriyet’in temellendirildiği ve kurumsallaştırıldığı 1910’lardan 1940’lara çeyrek asırlık icraatın görünür kıldığı gibi, Türkçülük ve Türk milliyetçiliği bir devlet ideolojisidir.
Bugün de aynı Türkçü-Sünni İslamcı resmî ideolojinin mahsulüdür: 1920’lerden 2020’lere devamlılık ve süreklilik vardır.
TÜRKLEŞTİRMENİN ŞİFRESİ, EMVÂL-İ METRÛKE
İttihatçı hükümetin, 1915’te ‘milleten Türk ve dinen Sünni İslam olmayanı’, demografik ve iktisadi yapıyı temizlemek amacıyla yürürlüğe koyduğu iki geçici kanun vardı. Birincisi 27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu ve diğeri de bildik adıyla 26 Eylül 1915 tarihli Tasfiye Kanunu’ydu. Bunlar, Türkleştirmenin politiği açısından temel kanunlardı. Anadolu’nun demografik yapısı Tehcir Kanunu’yla ve iktisadi yapısı da Tasfiye Kanunu’yla temizlendi.
1920’lere gelindiğinde Ermeniler neredeyse tamamından ve Rumlar da kısmen Anadolu’dan temizlenmişti. Eksiklik 1920-1923 döneminde giderildi, Rumlardan da temizlendi tamamen. Bunun için 30 Ocak 1923’te Türkiye-Yunanistan Mübadele Antlaşması gereği ancak 112 bin Rum gönderildi; oysa Rum mübadil toplamı 1,2 milyondu.
Tasfiye Kanunu gereği yerinden-yurdundan kovalananların kalan malı-mülkü emvâl-i metrûke olarak tanımlandı. Güya ‘sahipsiz’ mallardı. Tırnak içinde ‘sahipsizdi.’ Aslında hiçbir mal sahipsiz değildi; hem mal-mülk sahipleri kovalanmış ve elinden zorla alınmıştır hem de (mevzuatta) mülk-sahibi ilişkisi tamamen kopartılmamıştır. Bu gerçeği, Âyan Meclisi’nden Ahmet Rıza, vicdanlı bir ses olarak 13 Aralık 1915’te söylemiştir. Tasfiye Kanunu’nun yürürlük tarihinin savaş sonuna bırakılmasını isteyen önergesinin müzakeresinde Ahmet Rıza, mülkiyetle sahibi ilişkisine dikkat çekmişti:
“Ben, malımı satmağa razı olmazsam kimse cebren bana sattıramaz. Kanun-i Esasinin 21’inci maddesi buna manidir. Eğer bu memlekette Kanun-i Esasi ve meşrutiyet varsa bu olamaz, bu bir zulümdür. Beni kolumdan tut, köyümden dışarı at, malımı ve mülkümü de sonra sat; bu hiçbir vakit de caiz değildir. Bunu ne Osmanlıların vicdanı kabul eder ne de kanun.”(3)
Mülkiyetin Türkleştirilmesinin transfer ve tapulama sistemi 1920’lerde belirlendi ve uygulandı.
12 Ocak 1920’de kararnameyle ilga edilen İttihatçıların Tasfiye Kanunu, İzmir işgalden kurtarıldıktan beş gün sonra TBMM’nin 14 Eylül 1922 tarihli (ve 284 sayılı) kararıyla yeniden yürürlüğe kondu. Devamında Tasfiye Kanunu, 15 Nisan 1923 tarihli ve 333 sayılı kanunla yeniden düzenlendi ve 8 Kasım 1988’e kadar yürürlükte kaldı.
1923’te emvâl-i metrûkenin tanımı yenilendi. 1915’te emvâl-i metrûke, yerinden-yurdundan kovalananın malıydı-mülküydü. 1923’te ise sahibin başında olmadığı her mal-mülk, emvâl-i metrûkeydi. 1923’te böylesi ‘el koymayı’ kolaylaştıran hükmün müzakeresinde, İslam olanın malına el konur endişesi ifade edildiğinde, “öyle olmayacağı” güvencesi verilmiştir.(4)
1914’te Osmanlı’nın nüfus sayımına göre bugünkü TC sınırları dahilide yüzde 80’leri bulan İslam’ın payı, 1927 sayımında yüzde 97,2’yi aştı. Diğer bir deyişle yüzde 20’lere yaklaşan Hıristiyan ve Musevi nüfus payı yüzde 2,8’lere geriledi.(5) 1923’e gelindiğinde tahminen 2,5 milyonu aşkın Hıristiyan Ermeni ve Rum milleti demografik yapıdan tasfiye edilmiş ve emvâli metrûke denilen kalan mallarına da devlet adına el konmuştur.
Sadrazam Ali Paşa’nın 1868’de “Devlet gelirlerinin üçte ikisini onlar [İslam olmayanlar] veriyor” demesi(6) gibi vergileriyle Osmanlı’yı finanse eden Hıristiyan (ve Yahudi) milletlerin ekonomideki etkinliğinin göstergesi olarak sanayideki mülkiyet yapısını da hatırlatacağım.
1915’te savaş bölgesi Suriye hariç İstanbul, İzmir, Bursa şehirleri ile Bandırma, Manisa, Uşak ve İzmit kasabalarında yapılan sanayi sayımı verilerinde İbrahim Pertev’in araştırmasına göre, 214 firmanın 42’si (yüzde 19,6) Türk-İslam’ın ve 172’si (yüzde 80,4) anasır-ı gayr-ı Müslime’nin yani Hıristiyan ve Musevi’nindi. İbrahim Pertev, Mart 1918 itibariyle, aynı yerlerde yapılacak sayımın da, “Vaziyet büyükçe bir farkla Türk unsurunun lehinde” olacağını iddia etmiş ve Zafer Toprak da benzer değerlendirmede bulunmuştur: “Oysa, savaş yıllarında dağılım büyük ölçüde Türk-İslam unsurunun lehine gelişmişti.”(7)
Anlıyoruz ki nüfustaki ve sanayideki paylaşım ters orantılıydı. Türk-İslam’ın nüfusta yüzde 80’lerde olan payı, sanayideyse yüzde 20’ydi. Hıristiyan ve Musevi’nin payıysa, nüfusta yüzde 20 ve sanayide yüzde 80’di. Bu paylaşımın 1914-1918’teki savaş koşullarında Türk-İslam lehine değiştiği de iddia edilmiştir.
Bu halde, Cumhuriyet’in iktisadi analizinde demografik ve iktisadi yapının Türk-İslam lehine değişimini sağlayan politikayı (ve devam etmesini) nasıl dikkate almayız?
CUMHURİYET’İN TRANSFER-TAPULAMA SİSTEMİ
O yıllarda metrûk gayrimenkullerin İslam ahalisine, muhacirlere, sermayedarlara, devletin memuruna, Türk Ocakları’na ve devletin diğer kurumlarına ve belli İttihatçı ailelere verilmesi, dağıtılması, satılması ve tapu kaydının yenilenmesi, ilgili kanun ve talimatnamelere göre yapıldı. İttihatçıların 26 Eylül 1915 tarihli Tasfiye Kanunu dâhil, 1915-1930 dönemine ait mülkiyeti ve dolayısıyla ekonomiyi Türkleştirmenin mevzuatı şunlardır:
1- 26 Eylül 1915 tarihli ve bilinen adıyla muvakkat Tasfiye Kanunu (tam adı: 14 Mayıs 1331 (27 Mayıs 1915) Tarihli Kanunu Muvakkat Mucibince Âher (başka) Mahallere Nakledilen Eşhasın Emvâl (malları), Düyun (borçları) ve Matlubatı (alacağı) Metrûkesi Hakkında Kanunu Muvakkat) bir gün sonra yürürlüğe kondu. Buna göre yerinden-yurdundan kovulanların malına-mülküne el kondu ve belirlenen işlemlerin yapılması kararlaştırıldı. İşlemi yapmakla görevli 42 Tasfiye Komisyonu’nun bir yaprak belgesi gün yüzüne çıkmadı. Kovulan adına yapılan satış-alacak-borç işlemi sonrası kalan artığın verileceği hükmü de geçersiz kılındı, 1928’den itibaren bütçeye aktarıldı.(8)
2- İki kararnameyle, 7 Ekim 1920’de Rumlarla Ermenilerle ilgili politikaların idari ve siyasi nedenlerle ertelenmeyip uygulanması ve 18 Ocak 1921’de Aydın vilayetiyle sair mahallerde firar edenlerin menkul ve gayrimenkulünün Maliye’ye devri kararlaştırıldı.(9)
3- Hükümet, işgalden kurtarılan bölgelerde sahipsiz kalan menkul malları sattı ve gayrimenkullerini idare etti, 20 Nisan 1922 tarih ve 224 sayılı kanunla.(10)
4- 1915’ten itibaren emvâl-i metrûke bilmüzayede satıldı, 15 Nisan 1923 tarih ve 333 No’lu Kanun'la yeniden düzenlenen 26 Eylül 1915 tarihli Tasfiye Kanunu'nun 3’üncü maddesiyle. Sahibinin başında olmadığı mülke el koymayı sağlayan 333 Sayılı Kanun (madde 6), mülkiyeti Türkleştirme sisteminin ve içeride tapu meselesini çözümlemenin temel kanunuydu. Talimatnamesi (29.4.1923 ve 2455 sayılı) de önemli hükümler içermektedir.(11)
5- Emlaki tahrip edilmiş ve muhtaç olana, metrûk gayrimenkul dağıtıldı ve satıldı, 13 Mart 1924 tarih ve 441 sayılı ile 15 Nisan 1925 tarih ve 622 sayılı kanunlarla.(12)
6- Türkiye Cumhuriyeti, Birinci Paylaşım Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı döneminde malına ve mülküne el konulan vatandaşı Ermeni ve Rum’un elindeki tekâlif-i harbiye ve milliye mazbatalarını ödemedi, 3 Nisan 1924 tarih ve 459 sayılı kanunla.(13) Böylece resmen, TC vatandaşları arasında ayrımcılık yapıldı.
7- Mübadele nedeniyle gelenlere gayrimenkul dağıtıldı, 16 Nisan 1924 tarihli 488 sayılı kanunla.(14)
8- Bir kısım metrûk gayrimenkuller İl Özel İdarelerine devredildi,18 Nisan 1925 tarih ve 627 sayılı kanunun madde 23/V fıkrasıyla.(15)
9- Türk sermayedara, ticaret ve sanayi odalarıyla borsalara ve belediyelere metrûk gayrimenkul satıldı, 22 Şubat 1926 tarih ve 748 sayılı kanunla.(16)
10- Metrûk gayrimenkul 1915’teki kayıtlı değerinden satıldı, 13 Mart 1926 tarihli ve 781 sayılı kanunla. Oysa 1915-1926 döneminde İstanbul tüketici fiyatları 12 misli artmıştı.(17) Güya böylesi enflasyonist ortamda bedava verilmiyor, satılıyor.
11- Ermenilerden metrûk (20 bin liralık) emvâl, dışarıda öldürülen ve idam edilen 12 İttihatçının (Talât Paşa, Cemal Paşa, Cemal Azmi Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Paşa’nın Yaveri Süreyya ve Yaveri Nusret, Sait Halim Paşa, Muş Mutasarrıfı Servet, Urfa Mutasarrıfı Nusret, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal, Muhakemesinin hini cereyanında firar ve intihar eden Dr. Reşit, Erzincanlı Hafız Abdullah) her birisinin ailesine verildi, 31 Mayıs 1926 tarih ve 882 sayılı kanunla.(18)
Sabrınızı zorlamadan kanunun bilinir olmasında özel bir anımı aktaracağım. Tarihçi ve akademiadan değilim, ekonomi muhabiriydim. Kanunu görünür kılmak, yürüyüşümün önemli adımıydı. Saygıyla anıyorum, Hrant Dink’le birlikte atmıştım, adımımı. TBMM tutanakları, bugünkü gibi TBMM sitesinde yüklü değildi. Tarihçi bir hocamızdan TBMM’nin (1920-1928) ve Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın (1908-1912) zabıtlarının fotokopisini almıştım. Sayfaları tek tek karıştırırken 30 ve 31 Mayıs 1926 tarihli tutanakta kanunun müzakeresini okudum. Hrant Dink’le tanışmıştım ve AGOS’a arada bir yazıyordum. Öyle yaptım; kan bedeli olarak mülkiyet transferiyle ilgili yazımı hazırladım ve AGOS’a faksla gönderdim. Hrant Dink’le görüşmemde, kendilerinin böyle bir özel kanunu bilmediklerini söylemişti. Yazım, AGOS’ta (27.5.2005, s. 2) yayımlandı. Böylece kanun bilinir oldu.
12- Türk Ocakları, Muallimler Birliği ve Himayei Etfal gibi kurumlara metrûk gayrimenkul satıldı veya kiralandı, 16 Haziran 1927 tarih ve 1080 sayılı kanunla.(19)
13- Mübadil Rumlardan kalan emvâl mübadeleye tâbi olmayana da verildi, 31 Mart 1928 tarih ve 1217 sayılı kanunla.(20)
14- Emvâl-i metrûkenin sahibine vermek üzere emaneten Mal Sandığı’na yatırılan yani emvâl-i metrûke hesabı carilerdeki paralar, 1928’den itibaren TC bütçesine aktarıldı, 24 Mayıs 1928 tarih ve 1349 sayılı kanunla ve Maliye’nin bir tamimiyle. 1928’de aktarılan 300 bin liraydı.(21)
15- Emvâl-i metrûke hesabı carilerdeki parayla,1923 yılından sonra İstanbul, İzmir ve Ankara’dan başka mahallerde de Millî Emlâk memurlarının maaşı ödendi, TBMM’nin ilgili bütçe kararıyla.(22)
16- Emvâl-i metrukeden satın alınan veya kullanılan taşınmazların tapu kaydı, işgal eden veya satın alan adına değiştirildi, 24.5.1928 tarih ve 1331 sayılı kanunla.(23)
17- Tapu kaydı hukuki kıymetini kaybetmiştir gerekçesiyle, birisi adına kayıtlı olan gayrimenkulü 15 veya 10 yıldır kullanan adına tapu senedi düzenlendi, 2.6.1929 tarih ve 1515 sayılı kanunla.(24)
18- Tapuda kaydı bulunan veya bulunmayan gayrimenkul, Medeni Kanun’un 638-639’uncu maddelerinde öngörülen süredir kullanan adına kaydedildi.(25)
1930’a kadar yürürlüğe konulan bu mevzuatla, 1915’lerde İttihatçıların temellendirdiği Türk-Sünni-İslam olmayanın ekonomik yapıdan tasfiyesinin inşası tamamlandı ve sistemleştirildi.
Ve o yıllarda da kalmadı: Varlık Vergisi, 6-7 Eylül pogromu, 1964’te İstanbul Rumların kovalanması, ’70’lerde Hıristiyan ve Yahudi vakıf mallarına el koymak ve saire.
Mülksüzleştirilen Osmanlı ve (devamında) Cumhuriyet vatandaşı Hıristiyan ve Yahudi milletinden olanlardı. Bunların mülkü, Türk-İslam ahaliye, sermayedarlara, devletin kurumlarına dağıtıldı veya satıldı. Mülkün tapusu da unutulmadı ve yeni sahipleri adına kaydedildi.
Kürtlerin mülksüzleştirilmesinin farklılığını ayrıca değerlendirmek gerekiyor.
Emvâl-i metruke mevzuatıyla mülksüzleştirilenler de mülkleştirilenler de milyonlardı!
Milyonları mülksüzleştirmeyi ve kırım politiğini yok saymakla, aslında müesses nizamın sınırı aşılmamaktadır.
NOTLAR:
(1) M. Bülent Varlık (hazırlayan), Umumi Müfettişler Toplantı Tutanakları-1936, Dipnot Yayınları, Ankara-2010, s. 372.
(2) Dahiliye Vekili Faik Öztrak’ın Başvekâlet’e gönderdiği 2.11.1939 tarih ve 2470-11184 sayılı yazısı, BCA-F:30.10/K: 111, D: 751, S: 30, s. 2; Sabahattin Selek, Millî Mücadele, cilt: 2, Örgün Yayınları, 2. baskı, İstanbul-1982, Ek: 19.
(3) MAZC, devre: 3, cilt: 1, sene: 2, s. 134-136.
(4) TBMM ZC, devre: I, cilt: 29, 15.4.1339, s. 173.
(5) Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu, 1830-1914, çeviren: Bahar Tırnakcı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2003, s. 208-227; Umumi Nüfus Tahriri (1927), Fasikül I, Ankara-1929, s. xvıı, lx.
(6) Aktaran Doç. Dr. Gülnihâl Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1989, s. 75-76.
(7) A. Gündüz Ökçün (hazırlayan), Osmanlı Sanayii 1913, 1915 Yılları Sanayi İstatistiki, 2. baskı, AÜSBF Yayını, Ankara-1971; Zafer Toprak, Türkiye’de ‘Milli İktisat’ (1908-1918), Yurt Yayınları, Ankara-1982, s. 191-192.
(8) Takvim-i Vekâyi, 14 Eylül 1331, No: 2303, s. 2-3.
(9) 7.10.1920 tarih ve 264 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.1.1/K: 1, D: 14, S: 7; 18.1.1921 tarih ve 554 sayılı kararname, BCA-F: 30.18.1.1/K: 2, D: 29, S: 20.
(10) DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 3, 2. baskı, Ankara-1953, s. 34-35.
(11) DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 4, 2. baskı, Ankara-1953, s. 65-67, 77-82.
(12) DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 5, 2. baskı, Ankara-1948, s. 336; DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 6, Ankara-1934, s. 327.
(13) DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 5, 2. baskı, Ankara-1948, s. 382-384.
(14) DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 5, 2. baskı, Ankara-1948, s. 430-432.
(15) DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 6, Ankara-1934, s. 339.
(16) DÜSTUR, 3.Tertip, cilt: 7, 2. tabı, Ankara-1944, s. 420-421.
(17) DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 7, 2. tabı, Ankara-1944, s. 655-657; Şevket Pamuk, İstanbul ve Diğer Kentlerde 500 Yıllık Fiyatlar ve Ücretler, DİE, Ankara-2000, s. 22.
(18) DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 7, 2. tabı, Ankara-1944, s. 1439.
(19) TBMM ZC, devre: 2, cilt: 26 ve 33, s. 274 ve 72-76.
(20) DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 9, 2. basılış, Ankara-1948, s. 125.
(21) TBMM ZC, devre: 3, cilt: 4, s. 353, 386-388; DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 9, 2. basılış, ciltte kanunun sıra no’su, 228’dir; Tamim, Resmî Gazete, 9.9.1930, sayı: 1591, s. 9355.
(22) Resmî Gazete, 12.1.1940, sayı: 4408, s. 13097, 13102.
(23) DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 9, 2. baskı, Ankara-1948, s. 732-734.
(24) DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 10, 2. baskı, Ankara-1953, s. 896.
(25) Prof. Dr. Kemal Oğuzman-Doç. Dr. Şener Akyol, Medenî Kanun-Borçlar Kanunu, Tatbikat Kanunu, Fakülteler Matbaası, İstanbul-1978, s. 212-214.