Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu kararı, Türkiye’de tüm taşları yerinden oynattı. En soldan en sağa kadar üslup, saik, gerekçe yahut ideoloji farkı ne olursa olsun, yerinden oynayan tüm taşların altından aynı akrep çıktı. “Sosyalistler” emperyalizmi, milliyetçiler Türklüğün bekasını, İslamcılar ümmeti, Kemalistler “Barzanistanı” gerekçe göstererek bağımsızlık hazırlıklarına ateş püskürdü, paydaş hale geldi.
YouTube videosundaki “herkes kimsenin hayatına karışamaz” lafıyla ünlenen adamın dediği gibi, “çok da iyi oldu, çok da güzel iyi oldu.” Çünkü bu sayede Türklük damarlarının nerelere kadar indiğini bir kez daha görme fırsatı yakalamakla kalmadık, “Kürt kardeşlerimiz” riyasının da rüyasının da sonuna geldik.
Peki ne oldu da böyle oldu? Kürdistan’ın bağımsızlık girişiminden neden herkes en az AKP kadar rahatsız?
Neden Bağdat’ta bile rüzgâr eserken Ankara’da fırtına kopuyor! Bu ne şiddet bu celal?
2015, ERDOĞAN: 'BÖLÜNME IRAK’IN İÇ MESELESİ, BİZİ İLGİLENDİRMEZ'
Arşivler önümüzde, 22 Mayıs 2015 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sormuşlar: “Mesud Barzani'nin açıklamaları ve Amerika'nın Kuzey Irak'ın bağımsızlığına yeşil ışık yakması sizi Türkiye'nin Cumhurbaşkanı olarak düşündürmüyor mu?"
Yanıt şöyle: "Şu anda bunu Irak'ın birinci derecede kendi iç meselesi olarak değerlendirmek gerekiyor. Yani Irak, kendi içinde eğer böyle bir eyaleti bu şekilde bölünme ile neticelendiriyorsa bu onun iç sorunudur, bizi ilgilendirmez.”
Bu açıklamadan bir yıl önce, Haziran 2014’te dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’e de aynı soruyu Financial Times sorunca şu yanıtı almış: “Eskiden bağımsız bir Kürt devleti mevzuu Türkiye için savaş nedeni sayılıyordu. Hatta Kürdistan kelimesi bile insanları sinirli ve agresif yapmaya yeterliydi. Ama onların adı Kürdistan ve bunun kabul edilmesi gerekli. Eğer Irak bölünürse ki bu kaçınılmaz görünüyor; onlar bizim kardeşimizdir.”
Elbette o dönem AKP’si bölgede mezhepçi bir siyaset güttüğü için Şii Bağdat yönetimine karşı Sünni Irak Kürtleri, başta PKK karşıtlığı olmak üzere kritik tüm hususlarda yanlarında durmuş olan Barzani evla görülüyordu. Ayrıca o dönemin AKP’si, şimdiki gibi anti-Kürtlük şartıyla kendisini ayakta tutan ulusalcı-milliyetçi koalisyonun muhtacı değildi. AKP’yi ayakta tutan anti-Kürt ittifakın emelleri, güçlerinden çok daha büyük olsa da devleti bu emelleri çerçevesinde yönlendirebiliyorlar.
EŞİTSİZ DOSTLUKTAN HISIMLIK DEĞİL HASIMLIK ÇIKAR
Eşitsiz bir ilişkiyle kurulmuş “dostluklardan” hısımlık değil hasımlık çıkar. Alttaki “dost”, eşitlenmeye giriştiği anda dostluk biter; zira üsttekine göre o artık bir tehdit unsuru haline gelmiştir. Haliyle eşitlenme arzusu içindeki, tepedeki tarafından küstah, hain, nankör görülür. Şu an Barzani’nin “dostlarıyla” deneyimlediği şey budur. Bu ona ders olur mu, zaman gösterir.
Öte yandan Türkiye’deki bunca “farklı” cenahı aynı “karara” bağlayan şey ne olabilir diye düşünürken, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden ihraç edilen Yrd. Doç.Dr. Barış Ünlü’nün çok mühim kavramsallaştırması çıkageldi: “Türklük Sözleşmesi.”
Bağımsız Kürdistan’a yönelik topyekûn karşıtlığı, 22-24 Eylül tarihleri arasında İzmir-Şirince’deki Matematik Köyü’nde Özgürlükçü Hukukçular Platformu tarafından düzenlenen 1. Uluslararası Ege İnsan Hakları Okulu”nda konuşan Ünlü’nün Türklük Sözleşmesi kavramsallaştırmasıyla izah etmek çok yerinde olur.
TÜRKLÜĞÜN KONFORU
“Türklük Sözleşmesi”nin bu ülkedeki yazısız anayasa niteliği taşıdığını söyleyen Ünlü, bu sözleşmenin üç temel maddesini şöyle sıralıyor: “Birinci maddeye göre, Türkiye’de imtiyazlı ve güvenli yaşayabilmek ve toplumsal hiyerarşide üst katmanlara çıkabilmek ya da çıkabilme potansiyelini sürdürebilmek için Müslüman ve Türk olmak gerekmektedir. İkinci maddeye göre, Osmanlı ve Türkiye’de gayrimüslimlere yapılanlar (tehcir, katliam, soykırım, gasp, ırkçılık, ayrımcılık vb.) hakkında doğruyu söylemek ve bu gruplarla duygudaşlık kurmak kesinlikle yasaktır. Üçüncü maddeye göre ise, Türkleşmeye direnen Müslüman gruplara, özellikle de buna kararlı ve güçlü bir şekilde direnebilmiş Kürtlere yapılanlar hakkında doğruyu söylemek ve Kürtlerle duygudaşlık kurmak kesinlikle yasaktır. Türklük Sözleşmesi en başta ödüllendirme ve cezalandırma mekanizmalarıyla güvence altına alınmıştır.”
Haliyle, diyor Ünlü: “Bir Marksist, Kürtleri milliyetçi olmakla ya da emperyalizmin maşası olmakla itham edebilir, dolayısıyla kendisi evrenselci (enternasyonalist) ve çıkarsız kalırken, karşıdaki ezilen sınıfları ayrıştıran bir milliyetçi ve çıkarcı olabilmektedir. Bir İslâmcı, Kürtleri kavimci olmakla ve ümmeti bölmekle itham edebilir, dolayısıyla kendisi evrenselci (ümmetçi) ve çıkarsız kalırken, karşıdaki kavimci ve çıkarcı olabilmektedir. Bir Kemalist, Kürtleri gerici ve feodal olmakla itham edebilir, böylece kendisi evrenselci (aydınlanmacı, ilerici) ve çıkarsızken, karşıdaki gerici ve çıkarcı olabilmektedir. Sonuçta karşıdakiler milliyetçi, kavimci, gerici ve çıkarcı olduğu için, onlar tarafından sunulan bilgi de ciddiye alınmaz. Bu anlamda karşıdakini suçlamak, karşıdan gelen bilgiden kaçmak için kullanışlı bir düşünsel hat sağlar.”
Alıntı uzun oldu, farkındayım. Ama Ünlü’nün şu değerlendirmesini de herkesin oturup düşünmesinde fayda var: “Türk devletinin kendisine sunduğu bütün imtiyazlardan ve avantajlardan yararlanan bir Marksist, Kürt devletinin kuruluşuna ‘Marksizm devlete karşıdır’ diye büyük bir doğallık ve içtenlikle karşı çıkabilmektedir. Türk milliyetçiliğinden hayati faydalar sağlamış ve bu milliyetçiliğe hiç karşı çıkmamış bir Türk İslamcı, karşısındaki Kürt İslamcıyı Kürt milliyetçisi olmakla eleştirebilir ya da Filistinli bir çocuğun İsrail askerine attığı taştan gururlanırken bir Kürt çocuğunun Türk askerine attığı taştan dehşete düşebilir ve bunları yaparken kendisinden şüphe duymaz. Sonuç olarak evrenselci aydın evrensel ve çıkarsız bir görüntüyle hem düşünsel ve duygusal konforunu korur, hem de Türklük Sözleşmesinin getirdiği maddi imtiyazlardan yararlanmaya devam eder…”
CHP’NİN ROLÜ, ÖDP’NİN GÜLÜ
Daha önce CHP’nin desteğiyle çıkmış olan savaş tezkeresinin henüz 40 gün süresi kalmışken, AKP Kürdistan’a gözdağı vermek için bu süreyi erkene çekti ve CHP’nin de net bir desteğini aldı. Çok tartışıldı, daha fazla izaha gerek yok: CHP, en az MHP kadar AKP’nin stepnesi olduğunu net bir biçimde ortaya koydu. Artık Kürtlerin nazarında CHP’nin AKP’den ve MHP’den en ufak bir farkı yok. Eskiden bazı CHP’liler için “rakı içen AKP’liler” denirdi. Eh, artık rakı da içmiyorlar!
Diğer yandan Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki Kürtler, bağımsızlık referandumuna yönelik topyekûn saldırganlık sayesinde kendi aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakarak yeni bir hat kurma yoluna gidebilir. Bunun sinyallerini de almamak için kör olmak gerekir. Çünkü Türkiye’de bir Türklük Sözleşmesi’yle karşı karşıya olsalar da bölgede de Arap, Türk, Fars Sözleşmesi işliyor…
Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu karşısında Türkiye’de yükselen histerik itirazın pratik ve teorik izahı böyleyken, sadece “dostun gülü” mahiyetinde olduğu için çok acıtan bir örneği vermekle yetinelim.
ÖDP, bağımsızlık referandumuna karşı yayınladığı açıklamanın başlığını şöyle attı: “Irak’ta savaş değil barış, bağımsızlık değil demokratik birlik.”
ÖDP’nin başlıbaşına bir yazıya konu olacak açıklamasına göre “Bölgeyi emperyalizmin müdahalesi altında etnik-mezhepsel temelde bölerek yeni sınırlar oluşturma doğrultusunda ilerleyen bu süreç bölge halklarına kanlı iç savaşlar dışında hiçbir şey vaat etmiyor.”
İnsan gerçekten hayret ediyor! ÖDP, Kürdistan devletinin kurulmasına karşı çıktığı gibi, örneğin Türkiye Cumhuriyeti devletinin de emperyalist müdahalenin bir aracı olarak kullanıldığını, dolayısıyla böylesi bir devletin olmaması gerektiğini savunuyor mu?
SÖZDE SOL, ÖZDE TÜRK
Şu sorular sadece ÖDP’ye değil, anti-emperyalizm kılıfı altında mevcut iktidarın hedeflerine korumalık yapan tüm “sola”: Kürdistan bağımsızlığını ilan etmezse, emperyalist müdahale hükümsüz mü kalacak?
Kürdistan’ın kurulması neden Ortadoğu’da yeni bir savaşa sebebiyet veriyormuş? Böylesi bir savaş tehdidi karşısında ezilen Kürtlerin mi ezmek isteyen Arapların mı hassasiyetlerini gözeteceksiniz? Bağımsızlaşmak isteyen Kürtlerin mi, “ya benimsin ya kara toprağın” diyen Bağdat’ın mı yanında duracaksınız? Neden Kürtlere “bağımsızlıktan vazgeçin, iç savaş çıkar” demek yerine, Bağdat’a dönüp “Bunca yıldır katlettiğin Kürtleri rahat bırak, Kürdistan’a saldırırsan karşında bizi bulursun” demiyorsunuz? Sırf emperyalistlerin bazı emelleri olduğu için mi? Peki o emperyalistler, peki cihatçılar, peki milliyetçiler, faşistler, iktidardakiler neden tıpkı sizin gibi Kürdistan’ın bağımsızlığına tepki gösteriyor, bunu hiç düşündünüz mü? Türkiye solu Türklük Sözleşmesi’nin imzacısı olmayı reddetmediği sürece sözde sol, özde Türk olmaya devam edecek.