Kutay Onaylı’nın 'Türkolmak' kitabı, metinlerarası geçişleri olan, yukarıda da bahsettiğim gibi kimlik ve oluş süreçlerine dair de düşündüren bir şiir kitabı fikrimce. Bunun yanı sıra kimliğin getirdiği varlık sorunlarıyla da cebelleşen yer yer genelleşen yer yer kişiselleşen bir metin olduğunu düşünüyorum.
Kimlik, hem politik teorilerin hem de sosyal bilimlerin en çok
konu edindiği kavramların başında geliyor. Tanınma mücadeleleri
açısından işlevsel olmakla birlikte kavramı sabit bir şekilde ele
aldığımızda sorunlara da açık hale geliyor çünkü böyle bir durumda
genellikle ezilen kimlikler bahsinde, bir topluluğu veya kişiyi
kurban kimliğine hapsedip ona ıstırap çekmek dışında bir konum
atfedilmediğine de tanık oluyoruz. Veyahut da kimlik bir "kredi"
haline geliyor ve kavramı sorunlu duruma taşıyor. Mesela, Obama’nın
başkanlığını ele alalım. Kendisinin siyah kimliğe sahip olması,
siyahların yaşamında büyük dönüşümlere sebep olmamıştır. Kısacası,
bir politikacının veya herhangi bir kimsenin ezilen kimlikten
olması ona bu konuda "kredi" kazandırmaz ama kişiyi kimliğe
yapıştıran bakış, ona bu nedenle anlam yüklediğinde her durumda
sorunlu bir değerlendirmeye sebep olabilir.
Meselenin bir de egemen ulusa göre inşa edilmiş kimlik boyutu
var ki bu da genellikle sorunlu. Bir ulusu temel alan tekil kimlik
"hayal edilmiştir". Anderson’ın deyimiyle, "hayal edilmiştir, çünkü
en küçük ulusun üyeleri bile diğer üyeleri tanımayacak, onlarla
tanışmayacak, çoğu hakkında hiçbir şey işitmeyecektir ama yine de
her birinin zihninde toplamlarının hayali yaşamaya devam eder."(1)
Bu hayal edilmiş çoğunluk kimliğine mensubiyeti yukarıda
bahsettiğimiz gibi sabit bir şekilde ele alırsanız, 'Kimim?'
sorusuna verdiğiniz cevap egemen konuma gönderme yaparsa,
başkasıyla ilişkinizi genellikle egemenin kimliği üzerinden
belirlersiniz. Bu da sizi kendi yüzünüzde kaybolduğunuz bir
hikayeye hapseder. Tıpkı Narkissos mitinde olduğu gibi hatırlarsak;
Narkissos, su yüzeyinde gördüğü yansımasına yani kendi bedenine
aşık olur. Bu aşk yüzünden yemeden içmeden kesilir, kendini
seyrederek eriyip gider ve yaşamı son bulur, cesedinin olduğu yerde
nergis çiçekleri oluşur. Narkissos kendi yüzünden başkasını görmez,
ona aşık olanlara çok acılar çektirir, başka yüzlere dönmeyen yüzü,
onu kendi benliğinde kaybeder. Egemen kimliğe yapışık bir aidiyet
geliştirmek bizi sorunlu bir benlikle varolmaya itebilir. Oysa onu
sabit olarak almadığınızda, yaşamla aidiyetinizi başka şekillerde
düşündüğünüzde yüzleşme başlar çünkü artık başkasının sıkıntısı,
acısı sizde varlık bulur.
Tüm bunları düşünmeme sebep olan kitap, Kutay Onaylı’nın Metis
Yayınları tarafından basılan 'Türkolmak' adlı metni oldu. Kitap, on
üç bölümden oluşan uzun bir şiir olarak karşımıza çıkıyor ve bana
kalırsa verili kimliği sabit bir konum olarak alamayanın durumunu,
yüzleşmelerini, çıkmazlarını, arada kalışını bunun getirdiği
benlikle sorunlu ilişkiyi anlamamıza vesile oluyor ve bir ilişki
biçimi olarak ötekiliği tahayyül etme imkanı buluyoruz.
VERİLİ KİMLİĞİ AŞMAK
Çoğunluk kimliğinden olmanın getirdiği ayrıcalığı reddetmek
kolay değil çünkü insan belli bir kültür içine doğuyor onun verdiği
şekille başlangıçta varoluyorsunuz. Bu bir oluş süreci ve bunun
dışında varlık göstermek pek çok sorgulamayı, hesaplaşmayı
beraberinde getiriyor. Mesela, Onaylı’nın "birinci türkolmak"ta
geçen şu dizeleri bana kalırsa bu durumu çağrıştırıyor;
“türkolmak durabilme, irkilme ayrıcalığıdır
ellerimdeki kan lekelerini farkedip
yani ben bu gözleri
hemen banyoya koşup
yani işte her sabah özsaygım için bir eleştiri olarak kendi
gözlerimi çıkarttım ama
ve karışmaktı sabahtan dünden kalma çöpleri bulmaktı
evet kendimin yeniden inşası için ve milliyetçiliğe karşı
tamam ama bu gözler
kimlerin bunlar ben neden…”
Kimlik başka anlamlara gebe olsa da sonuçta insanın 'kimim?'
sorusuna verdiği bir yanıtla ortaya çıkar. Başta bahsettiğimiz gibi
egemen kimlik çoğu zaman bir ulus üzerinden tekilci politikalarla
inşa edilir. Bu durumu fark ettiğinizde o güne kadar olduğunuz şey
ne ise ondan kaynaklı yaralarla da karşı karşıya kalırsınız. Şiirde
söylendiği gibi, "kendimin yeniden inşası için ve milliyetçiliğe
karşı" çaba vermeniz gerekebilir. Böyle bir durumda başta
bahsettiğimiz Narkissos hikayesinin tersine, yüzünüzü başkasına
dönmek zorunda kalırsınız, bu da ulusunuzun veya o güne kadar ait
hissettiğiniz kimliğin suçlarıyla hesaplaşmanız anlamına gelebilir
çünkü "eldeki kan lekesi"ni görmüşsünüzdür ve artık "tanıma"
ilişkisi başlamıştır.
Ayrıca, "hayal edilmiş" bir ulusun çoğunluğundan olmak
bahsettiğimiz gibi ayrıcalıklı olmaktır. Kendi konumunuzu sürekli
sürekli sabitlemek için zorba olmanız gerekebilir çünkü herkes için
her zaman geçerli olmasa da imtiyazı kaybetmemek önemlidir. Kendi
sorunlarınızın kaynağını başkasında arasınız, mesela yoksul
olmanızın sebebini yukarıda veya sistemde değil size düşman olarak
belletilen de görürsünüz, günümüzde göçmenler için geçerlidir bu,
sorunlarınızın kaynağına bakış genellikle ötekiye yönelir. Bana
kalırsa metnin "dördüncü türkolmak"ın dizelerinde anlatılan da bu
bahsettiklerimizi düşündürüyor;
"türkolmak yani ULAN KÜRT bağırdım yedi sekiz yaşlarındaydım
bağırdım oğlanın kürt olmadığını
gayet iyi biliyordum dönüp baktı o da kürt olmadığını
gayet iyi biliyordu SEN OSURDUN Dİ Mİ dedim ben osurmuştum hayır
yaa
dedi sınıfın en fakir en ahmak oğlanı, bir türklerse, daha az fakir
ve
HAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHA ulan KÜRT
Sonra gökten üç elma düştü üçü de başıma üç buna eğitim dediler
güldüm geçtim
kurtlulardı"
Verili kimliğinizle yüzleşmeye başladığınızda "kurtlu" olanı da
fark etmeye başlarsınız bu çok boyutlu bir yoldur; eğitimi,
ailenizi, size ezberletilen marşları, milli tarih kitaplarını
kısacası, en, en, ulu, ulu olan her bir şeyi sorgularsınız ki bu
sadece Türk kimliği için geçerli değildir. Mesela, Kuzey
ülkelerinden herhangi birinde yaşıyorsanız, aidiyet hissettiğiniz
ülkenin, Güney ülkelerinde yürüttüğü sömürgecilik faaliyetlerinin
sonuçlarını, şimdinizin geçmişin sömürülerinin bir parçası olduğunu
fark etmeniz gerekir. Elbette yüzleşmek gibi bir sorununuz varsa.
Metin özelinde devam edersek, sonrası Kutay Onaylı’nın şiirinde
olduğu gibi sürer:
"ve kürtlerin kürdolanların hakları acıları üzerine düşünmeye
ve
göğe baktım durmadım
evet o gök o bakmak ama hayır olmuyordu son bir umutla hınçla
kaygıyla
göğe baktım
son umudumu hıncımı kaygımı hepsini göğe sattım göğe yatırdım göğe
baktım
hayır başka elma düşmedi bitmişti…"
Turgut Uyar’ın ünlü dizelerine gönderme yaparak düşünürsek, göğe
baktığımızda "ikimizin birden sevinmesinin" o umutlu tınısının
yapısı bozulmuştur artık, hepimizin birden sevinmediğinin farkında
olmayı getirmiştir sorguladığımız benliğimiz, acının bir kaynağı
olduğunu, kim olduğum sorusuna biz olarak dönen o yanıtın, kişinin
kendiyle olan ilişkisinde de ne anlama geldiğini sezmişizdir,
değişmişizdir.
BAŞKASININ TABAĞINDAKİ GÖZ
Kutay Onaylı’nın 'Türkolmak' kitabında kişisel bir benlik
sorgulamasının ağır bastığını söyleyebiliriz fikrimce ancak genel
olarak "Türklük" durumuna da gönderme yapan parçalar var elbette.
Bana kalırsa buna işaret eden dizelerden bir kısmını "beşinci
türkolmak"ın dizelerinde bulabiliyoruz;
“aynada gördüğünü beğenmeyip
aynanın parçalarını ruma ermeniye yahudiye
yedirmek şeyse eğer öbürküsüyse
türkolmak tadını merak edip
bir iki ufak parçaya dilini şöyle bir
gözün hep ermeninin tabağındaki kocaman parçada…”
Kimlik kendinle kurduğun ilişkiyi etkilediği kadar başka
kimliklerle olanı da belirler. Egemen kimliği kesin bir şekilde
alıp kabul ettiğinizde genellikle bu durum, baştan beri bahsetmeye
çalıştığım gibi, sorunlu bir ilişki açığa çıkarır, kendinize bakış
başkasını düşman olarak kurmanın aracı olabilir. Elbette her zaman
herkes için geçerli değildir bu. Ama bahsettiğimiz kitabın dizeleri
bu verili halden çıkmayı, arada kalmayı, parçalı bir benlikle
varoluş mücadelesi vermeyi ve bunun getirdiği sıkıntıyı ifade
etmeye çalışırken şu kısımda anlatılanın da üzerinde durmayı
gerektiriyor çünkü "aynada gördüğünü beğenmeyip, aynanın
parçalarını ruma ermeniye yahudiye yedirmek", kısmının gerçekliği
inkar edilemez.
Çoğunluk kimliği, kırılgan bir kimliktir kendisini var kılmak
için hayali düşmanlarla, iç mihraklarla, dış mihraklarla sürekli
savaş halinde yaşama çabası verir. Bu hem konumunu sürdürmek hem de
öteki üzerinden bir benlik inşa etmek için gerekli görülür; öyle
öğretilmiştir onun oluş sürecinde kendisine benzemeyenin
tabağındaki büyük görünebilir ki onun kendisinden daha fazla paya
sahip olması kabul edilemeze dönüşür, "öbürküsü"nün payının
ıstıraplı olması gerekir başka türlüsü hakkı değildir. Bu nedenle
bir ideale göre konum almış egemen kimlik o idealde kalmak ister ve
kendisine hak gördüğünü başkasına layık görmez belki de bu
nedenledir: “gözün hep ermeninin tabağındaki kocaman parçada…”
olmasının nedeni.
Kutay Onaylı’nın 'Türkolmak' kitabı, metinlerarası geçişleri
olan, yukarıda da bahsettiğim gibi kimlik ve oluş süreçlerine dair
de düşündüren bir şiir kitabı fikrimce. Bunun yanı sıra kimliğin
getirdiği varlık sorunlarıyla da cebelleşen yer yer genelleşen yer
yer kişiselleşen bir metin olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar yazar
şiirin bir dizesinde, "türkolmak hayır anderson’ın hayali
cemaatlerinden bahsetmiyo" dese de ben o dizelere gelmeden "hayal
edilmiş cemaat" mensubu olmanın sıkıntısını hissettim çünkü kendi
deneyimimi de hatırladım, kitapla ilişkiyi başlatan yer de o kısım
oldu, elbette yoruma açık. Ayrıca, parça parça söz edebilmiş olsam
da metinde ezilen kimlikle çoğunluk kimliği arasındaki diyalektik
ilişki, bir benin varolmasına başkasının dahli ve bunun yarattığı
zorluğun sezdirildiğini düşündüm. Tabii bu şiir akla Dağlarca’nın
'Türk Olmak' şiirini de getiriyor ama bu kitapta kimliği kesin bir
şekilde alıp kabul etmediğinizde, sorgulayıp yüzleştiğinizde
anlamının her zaman "yaşamak demek" olmadığını da görüyorsunuz ve
kimliği yerinden ettiğinizde artık başka bir ben’e dönüşüyorsunuz
ki bence metinde bu dönüşüm de fark ediliyor.
1. Anderson, B., (2009), “Hayali Cemaatler, ‘Milliyetçiliğin
Kökenleri ve Yayılması’”, s. 20, (Çev. İskender Savaşır), İstanbul:
Metis.