Türkiye’de yaşamanın mütemmim cüzlerinden biri “şaşırmak”tır.
Dünya âlemin bildiğini sandığımız şeylere halen şaşırılması, bunun
“şaşkınlıkla karşılanması” bitmez bir spordur. Şaşırma kasları
oldukça gelişkin bir vatandaştır Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.
Gezi’de “Ya bu medya penguen medyasıymış!” der, şaşırır. Dilinde
biten –bitmiş olan– tüyle kalakalırsın. Ama spor bu, kaslar
çalışmak ister. Ekşi Sözlük, varoluşunun ayağına sıkarak yazarının
IP adresini verir, tweet attığı için insanlar tutuklanır,
literatüre “sosyal medya gözaltıları” diye bir şey girer. Ama
insanlar tuhaf biçimde şaşırmaya devam eder. Her halükârda şaşırmak
için bir sebep bulunabilir.
Adlı adınca söylemek lazım: Türkiye’de artık bir merkez medya
“da” yok. Uzundur sinyalleri veriliyordu, gak dediği için
uyarılanlar, guk dediği için işten atılanlar vakayi adiyeden
olmuştu zaten de, artık merkez medya denen “medium”u temsil eden
bir Doğan medyası yok. Daha önceden Milliyet ile
Vatan’ı alan Demirören grubuna satıldı. Şimdi Doğan
grubunda çalışan herkes (D&R müstesna tutuldu satıştan) bütün
kaderleri bir patronun iki dudağı arasında olduğunu bir daha
keşfetti ve gene hepimiz şaşırıyoruz. Bitemiyor şaşkınlığımız.
Dahası, Facebook’un verileri paylaşma ve bu paylaşılan verilerle
ABD seçimlerinde seçmenlerin kanaatini değiştirme, bu kanaatleri
maniple etme haberleri var. İşte burada Türkiye halklarının sporu
beynelmilel bir görünüm alıyor. Dünya da şaşırıyor. Propaganda ile
reklamın, seçmen eğilimleri ile siyasi seçim kampanyalarının,
içecek pazarlaması ile seçim sandığı süreçlerinin nerede ayrılıp
nerede birleştiği konusu bizi bambaşka bir meseleyle baş başa
bırakıyor.
Düşünelim: Bu ülkede Genç Parti diye bir oluşum, bütün medya
gücünü kullanarak seçim propagandası yaptı. Dönemin medya
patronlarından Cem Uzan’ın (şimdilerde sosyal medya fenomeni oldu
sanırım) propagandasını hatırlayalım. Orada manipülasyon, kanaati
etkileme, elindeki insan kaynağını kendi seçimi için kullanma yok
muydu? Dijital bütün araçlar, “bulut”lar, Facebook ile
bağlandığımız muhtelif aplikasyonlar zaten insan eğilimlerini
depolamıyor muydu? Ama konu Amerikan seçimleri olunca bulut dünyaya
yağmur yağdırabiliyor. Buradaki bulut, az önceki tırnak içindeki
bulut değil tabii. Gerçek bulut.
Kurgu ile gerçek (“post-truth” denen şeyin konuşulduğu yerin ABD
olduğunu not olarak düşelim) epey zaman önce birbirinin sınırını
ezdi. Sözgelimi, House of Cards’ı düşünelim. Kendisi bir
Amerikan dizisiydi, Netflix’te yayınlanıyordu, Beau Willimon
tarafından tasarlanmıştı, Kevin Spacey (Frank Underwood) ile Robin
Wright (Claire Underwood) başrolündeydi, dizi epeyce
ödüllendirilmişti, nihayetinde Spacey’nin özel hayatına dair ortaya
çıkan kimi şeylerle çekilmeyeceği duyuruldu. Dizide Spacey,
Amerikan başkanı olmak için her yolu mubah sayan haris bir
politikacıyı oynuyordu. Ve evet, bu Facebook meselesinin neredeyse
aynısı dizide işleniyordu. Bilgisayar uzmanı bir adam, mümkün
mertebe gizli bilgileri kullanarak dijital dünyada insanların
kanaatine etki edecek şeyler yapıyordu ve dizi gereği, bu durum
ortaya çıkmak/Underwood’un politik kariyerinde çok büyük bir gedik
açacakken sümen altı ediliyordu. Diziyi sanırım kimi Amerikalılar
da izlemiştir. Ve onlar da Facebook’ta son olan meselelere
şaşırıyor. Tuhaf gerçekten.
Siyasi propagandanın enstrümanları ile sıradan yahut küresel
çapta bir içecek markasının enstrümanları arasında epeydir çok az
fark var. Amerika’nın başını çektiği bu reklam/pazarlama dünyasının
son yıllardaki dijital malzemelerinin sınırı çok çok silik. Retro
örnek vermek değil niyetim, sadece bu denli “markalaşmış” iki şeyin
nasıl iç içe kullanıldığını göstermek için ufak örnekler
vereceğim.

Bence dünyadaki tek sorumluluğu turuncu saçları olması gereken
Trump’ın seçimlerde kanaat etkilemek için dijital verilen
kullanması, bayağı “masum” geliyor öteki kararlarını düşününce. Ya
da benim şaşırma kaslarım güçsüzleşmiştir, bilemiyorum.