Tam da Yeni Türkiye’nin süper üçlüsü Washington önlerinde otağ kurmuşken Türk İslâmcısının sevgilisi Donald Trump keleğin büyüğünü yaptı. İbrahim Kalın, cumhurbaşkanlığı başdanışmanı, atanmış şahıs, Hulusi Akar, genelkurmay başkanı, atanmış şahıs, Hakan Fidan MİT müsteşarı, bir başka atanmış şahıs, seçilmeyle, seçilmişle, seçimle, meclisle artık işi olmayacak bir ülkenin en üst düzey heyeti olarak ABD başkentine gittiler; seçilmemişler ülkesi Yeni Türkiye’de seçilmiş tek kişi olacak cumhurbaşkanının, tıpkı referandum gibi, ülke için anlamsız, kendisi için pek kritik ziyareti için sahayı temizlemeye, kırmızı halıyı serdirmeye, Beyaz Ev fotoğraf stüdyosunda gerekli randevuları ayarlayıp gerekli düzenlemeleri yapmaya koyulmuş olmaları gerekiyordu; lâkin böyle işler için bu ekip ne kadar uygundu, biz bilemedik, başka hangi işler için uygundular, onu da bilemedik; onlar da hangi işler için uygun görüldü ve oralara yollandıysalar bunlarla meşgul oldular, fakat aynı esnada Amerikalı muhatapları acaba nelerle meşguldüler?
Anlayabildiğim kadarıyla, bizimkiler her ne işlerle meşgul idiyseler, muhatapları, yani muhatapları olmaları gereken, en azından muhatap rolü oynamaları beklenen ABD’li asker, gizli servisçi, danışman kadroları o işlerle değil başka işlerle meşguldüler. Yerlerine birilerini bırakmışlardı, bir iş için dışarı kadar çıkmışlardı, toplantıdaydılar, notumuz varsa iletebilirdik, filan… olmalı… Zira bu en üst düzey Türkiye Cumhuriyeti heyeti oradayken, Türk İslâmcısının gözdesi Müslüman düşmanı ABD Başkanı'nın adamları, onun Suriye’deki silahlı Kürtleri daha da silahlandıracağını, bu silahları Suriye Demokratik Güçleri’ndeki Araplar aracılığıyla, diplomatik dolambaç yöntemiyle değil, doğrudan YPG’ye vereceğini ilan etti. En üst düzey seçilmemiş TC heyetinin uçağının kalkması bile beklenmeden!
Üstelik, çılgın emlakçı hızını alamadı, o arada FBI Direktörü'nü de işten attı. Yani belli ki Washington sakinleri başka işlerle uğraşmaktaydılar.
AYNADA BİZ KENDİMİZ, FOTOĞRAFTA İKİSİ
Bir an için, Türkler olarak asla başaramadığımız şeyi yapmaya kalkışıp, kendimizi azıcık kenara itip, maazallah, Allah ittirmesin, tamam, azıcık, bir anlığına, minicik bir an itip, orada ne olmuş, diye düşünecek olursak -ki aslında bizi ilgilendirmeyen bir husussa bunu niye yapalım? Dünyanın geri kalanından bize ne?- şu vaziyeti görürüz ki, Donald Trump’ın bütün afra tafrasına, lüks semt kovboyu havalarına rağmen, birtakım kritik kararları yerleşik ABD bürokrasisi, anlaşılan, özellikle güvenlik bürokrasisi, başkana bal gibi empoze edebiliyor. Kürtleri silahlandırmak isteyen, tabii ki siyasetçiler değil askerler, esas olarak. Askeri hedeflere, askeri hesaplara göre düşünüp davranıyorlar ve Kürtlerle bilmem ne kadar zamandır Suriye “saha”sında “birlikte çalışıyor”lar.
Siyasetçilere düşen, YPG’ye doğrudan silah verme kararının yarattığı sarsıntıyı gidermek üzere Türkiye’de vaziyeti kurtaracak birtakım pasta-cila işlemleri. Bunların başında “Beyaz Ev”deki fotoğraf geliyor şüphesiz. Kendisine haksızlık olabilir, lâkin şu zor zamanlarda Hariciye’de değil de bizim aramızda olmasını nimet saydığım dostum Aydın Selcen günlerdir âdetâ üzerinde tepinerek, “Oval Ofis’teki fotoğraf” konusunu önümüze getiriyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Washington ziyaretinin tek hedefi, bu ziyaretin yapılabilmesidir. Selcen’in bir mekândaki bir fotoğraf simgesine sıkıştırdığı şeyse bunun hem ispatı hem mânâsı: İki “Dünya Lideri” görüntüsü. Dünya Lideri’ni haliyle baş harfleri büyük yazdım. Olmaz diyemezsiniz! Bu dâhiyâne jestimle bir sürü lafı gereksiz hale getirip meramımı anlatamadıysam yazıklar olsun!
İçinden geçen fakat yüksek sesle söyleyemediklerini bastırmak için saçmalama hakkı her köşe yazarına yılda üç defayı geçmemek üzere tanınmıştır, değerli okurlar. Eski “yıllık izninin bir bölümü kullanma” müessesesinin yerine ihdas edilen kurumlardan.
HAVUZ MEDYASI SIKI MESAİ YAPACAK
Şu olacak muhtemelen: Erdoğan ile Trump samimi pozlarda fotoğraflar çektirecekler. Bu, YSK’nın “referandum sonucu geçerlidir” açıklamasından daha kuvvetli bir dayanak olacak, müstakbel tek adam iktidarına. İlaveten, silah verme hadisesinde bir-iki makyaj hamlesi yapılacak; havuz medyasına “Trump’tan kesin güvence: O silahlar geri alınacak” başlıkları atma şansı verecek sözler edilecek. “Trump: Türkiye’yi küstürmeyiz!” de fena değil. Şu tür haberler de geliştirilebilir: “Pentagon, teröristlere verilecek Amerikan silahlarının kuzeye doğru atış yapmayacak şekilde kilitleneceğini bildirdi.” Yanında kutu: “Anahtar Pentagon’da.” Bunlar yeterli görülmezse, devletin, hatta ülkenin, hatta milletin bekâsı açısından en kritik mevzu olan Fethullah Gülen’in iadesi konusunda belki ortalığa umut tohumlarıyla vaat kırıntıları saçılabilir. “Trump Gülen’in iadesi için düğmeye bastı” başlığı çok da atmasyon muamelesi görmez bizim buralarda.
Trump da, “yahu öyle demedim, niye yalan söylüyorsunuz” diyebilecek son kişi olduğuna göre?
Fakat bu emlakçı nasıl bir anda koca FBI Başkanı'nı şutlayıverdi?
RUSYA, TÜRKİYE, FLYNN, PARALAR PULLAR
FBI’ın, Trump ve kampanya ekibinin Rusya ile bağlantılarına dair soruşturma yürütüyor olmasıyla bu şutlama eyleminin ilişkisi üzerine düşünsek mi acaba? Düşünmesek. Zira Trump ve ekibinin Rusya bağlantıları deşilince, karşımıza Moskova’yla ilişkileri yüzünden başını büyük belaya sokmuş emekli general Michael Flynn çıkıyor; o da Türkiye’nin lobicisi!
Eski başkan Barack Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice, selefi Flynn’a, “Kürtleri silahlandırıp Rakka Harekâtı'nı biz başlatalım, yeni başkan bu baş ağrıtıcı meseleyle uğraşmasın, beyaz sayfa açabilsin” mesajı iletmiş; başkanlığın devrinden birkaç gün önce. Flynn, “Yapmayın,” demiş. “Bize bırakın.” Şimdi haliyle deniyor ki, Flynn bu cevabı verdiği sırada Ankara’nın parayla tuttuğu lobiciydi, böylece Kürtlerin silahlandırılmasını geciktirdi. Nitekim Washington şimdi o Obama planında ne öngörülmüşse onu uyguluyor. Zira o plan da, siyasi boyutları gözden geçirildikten sonra sahadaki askeri gereklere göre hazırlanmıştı, şimdi uygulanan da böyle.
Trump yönetiminden -ABD basınına göre aslında bütün planların bütün inceliklerini bilmemesi gereken- kimselerin, Obama’nın giderayak ilettiği öneriyi küçümserken, “B planı yoktu” dedikleri biliniyor. Fakat Washington Post’un 2 Şubat 2017 tarihli, üç imzalı haberinde ileri sürülüyor ki, B planı aslında Kürtleri silahlandırmaktı, çünkü A planının uygulanamayacağı, yani Rakka’yı Türk Silahlı Kuvvetleri’yle almanın makul olmayacağı ortaya çıkmıştı! Bu “uygulanabilir olmayış”ın, biri -Ankara’nın söz dinletebildiği ÖSO’cular ve cihatçılar eşliğinde TSK’nın El-Bab harekâtında sergilediği performansın Pentagon’un gözünü dolduramayışından kaynaklanan- askeri, öbürü -Ankara’nın, silahlı kuvvetleriyle Rakka’ya kadar girmesine meydan verildikten sonra, oradan çıkarılmasının pek de kolay olmayabileceği yollu şüphelere dayalı- siyasi iki temel sebebi olduğunu tahmin etmek zor değil.
İŞ BİLENİN, KILIÇ... KİMİN?
Bütün uçukluğuna rağmen, iş ciddiye bindiğinde Trump’ın, Ortadoğu’ya, Suriye’ye ilişkin olarak, özellikle askeri mevzularda kafasına göre takılmadığı, Beyaz Ev’e de doldurduğu faşistlerden çok yerleşik askeriyeye, genelkurmay başkanına, savunma bakanına kulak verdiği anlaşılıyor. Nihayet iş adamı: çılgın projeleri olan yeni yetme yeğenini teras partisinde belediye başkanına tanıştırırken delikanlıyı yere göğe koyamaz, ama belediyede iş halledileceğinde, onu değil, yıllardır oraya gidip gelen, danışmadakini, çaycıyı tanıyan, hangi para hangi sümenin altına nasıl konur, bilen emektar adamını gönderir.
YPG’yi silahlandıran, yol iz bilmeyen, aklı havada bir ABD başkanı değil. Dolambaçlı yoldan anlatabildim, mevzu budur.
Buna karşılık, Erdoğan’la “İki Dünya Lideri” fotoğrafını çektirecek ve ABD dış politikasına, Ortadoğu’ya, dünya hakimiyetine falan değil, Türkiye’nin iç politikasına yönelik telafi hizmetinde bulunacak olan, odur, Trump’tır. Bu, onun becerebileceği işlerden.
Kıssadan hisse ilavesi: Türkiye’nin Suriye politikası üzerimize göçtüğü gibi, ABD’ye ilişkin politikası da, “İncirlik’i kullandırtmayız” tantanası dışında, ‘toprağı bol olsun’ kategorisine geçmiş bulunuyor.
İşin kötüsü, bütün bunlar, içerideki mutlak tahakküm hırsı kadar ‘toprak bol olsun’ ihtirasından da kaynaklandı. Vaktiyle Osmanlı’nın toprağı bolmuş ya, nasıl bir lanetmiş meğerse: Çocuğun anası babası, var, kendini yetim sanıyor; bir türlü büyüyemiyor; birilerine saldırmazsa nefes alamıyor, kalbi duracak gibi oluyor; saldıracak kimseyi bulamazsa kendi bedeninden parçalar koparıyor ısıra ısıra.
Geçecek… geçecek… turuncu saçlı bir adam gözüküyor… onunla beraber resim çektiriyorsun, bir ferahlama gelecek bööle…