TÜSİAD: Türkiye dış borcunu çevirme ihtiyacında

Döviz kurunun yıllık bazda yüzde 30'dan fazla arttığını belirten TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, Türkiye'nin 400 milyar doların üzerindeki dış borcuna dikkat çekerek, "Döviz rezervlerinin büyük çoğunluğunun bankalardan ödünç alınan swaplardan oluşuyor olması piyasalarda ciddi güvensizlik yaratıyor. Türkiye önemli ölçüde dış borcunu çevirme ihtiyacında" dedi. TÜSİAD'ın, CHP'li Böke'nin açıklamalarına karşı mülkiyet hakkı uyarısı yapması da dikkat çekti.

Abone ol

DUVAR - TÜSİAD’ın 'Salgın Döneminde Dünya Ekonomisi ve Türkiye’nin Makroekonomik Dengeleri' başlıklı webinarı, Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) Baş Ekonomisti Robin Brooks’un katılımıyla bugün düzenlendi. Etkinliğin açılış konuşmalarını TÜSİAD Ekonomi ve Finans Yuvarlak Masa Başkanı Barış Oran ile TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski yaptı.

Kaslowski'nin konuşmasında Merkez Bankası'nın rezervlerindeki erime, dış borç, artan işsizlik, mülkiyet hakkı, yaklaşık 5 bin ithal ürüne uygulanan ek vergilerin yıl sonuna kadar uzatılması, finansal politikalar, serbest piyasa ve AB'yle ilişkiler öne çıktı.

Konuşmacılardan Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Merkez Bankası eski Başekonomisti Prof. Dr. Hakan Kara, Türkiye'nin en çok para harcayıp parası en çok değer kaybeden ülke olduğuna dikkat çekti. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Prof. Seyfettin Gürsel ise şubat ayından bu yana istihdamda çöküş yaşandığına işaret etti.

KASLOWSKI: ZAMAN KAYBETMEDEN SERMAYE GİRİŞİNİ BAŞLATACAK ADIMLAR ATILMALI

Korona virüsü salgınının ekonomiye etkilerine değinen TÜSİAD Başkanı Kaslowski, "İşgücü piyasamız bu krizden fazlasıyla etkilendi, talebe ilişkin göstergelerde son aylarda gördüğümüz toparlanma henüz işgücü piyasamıza tam olarak yansımadı. İşgücü ve istihdam kayıpları hala tarihi yüksek seviyelerde kalmaya devam ediyor" dedi.

Bu dönemde reel ekonomideki olumsuz etkileri bertaraf etmek için kullanılan finansal genişleme politikalarının hızlı ve düşük maliyetli bir kredi artışını desteklediğini vurgulayan Kaslowski, konuşmasına şöyle devam etti:

REZERVLER HIZLA ERİDİ: Ekonomiye daha önce görülmemiş oranlarda likidite verildi. Salgın koşullarının gerekli kıldığı ve ekonomik toparlanmada önemli bir ihtiyacı karşılayan bu politika kur ve cari denge üzerinde ister istemez olumsuz etkiler yarattı. Kur artışı yıllık bazda yüzde 30’un üzerine çıkarken, uluslararası rezervlerimizde hızlı bir düşüş kaydedildi. Bu olumsuz etkiler son dönemde kura yapılan örtülü müdahaleler ile daha da güçlendi. Artık döviz rezervlerimizin büyük çoğunluğunun bankalardan ödünç alınan swaplardan oluşuyor olması piyasalarda ciddi bir güvensizlik yaratıyor. Önümüzdeki dönemde Türkiye hem kamuda hem de özel sektörde önemli ölçüde dış borcunu çevirme ihtiyacında. Bu nedenle ülkemize sermaye girişlerini tekrar başlatacak adımların en kısa zamanda atılması gerekiyor.

TEMETTÜ DAĞITIMI KISITLAMASI VE EK GÜMRÜK VERGİLERİ KALDIRILMALI: Merkez Bankamızın son dönemde attığı adımlar, bilhassa bugün atılan son adım olumlu olmakla beraber, umarız piyasa güvenini tam olarak sağlamak için istikrarlı bir şekilde bu yönde atılacak adımlar ile desteklenir. Uygulanan negatif reel faiz politikasının sonucu olarak yurt içinde dolarizasyon ve altına yönelim devam ederken, yabancı sermayenin TL varlıklardaki payı tarihi düşük seviyelere gerilemiş durumda. En kısa zamanda TL’ye güveni yeniden tesis edecek, normalleşmeyi sağlayacak politikalara ihtiyaç var. Salgın nedeniyle uygulamaya konulmuş olan ve serbest piyasa ilkeleriyle çelişen genel uygulama olarak temettü dağıtımı kısıtlamaları, ek gümrük vergileri gibi geçici düzenlemelerden vaz geçilmeli. Bilimle uyumlu, piyasa ile barışık politikalara geçiş yapmalıyız. Bu adımlar ekonomimizdeki tüm sorunları çözmeyecek ancak kısa vadede ekonomik dengelerimiz üzerinde oluşan olumsuz algıları bir nebze olsun dağıtacaktır.

İSTİHDAM İÇİN YENİ YATIRIMLARA İHTİYAÇ VAR: Salgın döneminde yaşanan istihdam kayıplarının telafisi ve istikrarlı büyüme için ülkemizin yeni yatırımlara ihtiyacı vardır. Türkiye açık bir ekonomi ve serbest piyasa kurallarının öngörülebilir ve şeffaf bir şekilde uygulandığı bir pazar olma özelliğini koruduğu ölçüde dışarıdan doğrudan yatırımları çekebilecektir. Cari dengede bozulma yaratmayan bir büyüme ancak uzun vadeli finansmanın ülkeye aktığı ve verimlilik artırıcı reformların uygulandığı, ekonomik istikrarı gözeten bir program dahilinde mümkündür. Önümüzdeki dönemde hem yurt dışından kaynak akışını tekrar başlatmalı hem de kaynakları doğru alanlara yönlendirmeliyiz.

MÜLKİYET HAKKI (CHP'li Selin Sayek Böke'nin yap-işlet-devret modeliyle yapılan bazı projelerin kendi iktidarlarında kamulaştırılacağı açıklaması üzerine): Son zamanlarda maalesef mülkiyet haklarını ihlal edecek türde bazı açıklamaların farklı siyasi partilerce dile getirildiğine şahit oluyoruz. Türkiye hür teşebbüs ve mülkiyet haklarının garanti altında olduğu bir ülkedir. Herhangi bir özel şirketin mülkiyet haklarını çiğneyecek bir şekilde kamulaştırılması asla söz konusu olmamalıdır. Haksızlıklarla mücadele edilmek isteniliyorsa izlenecek yol hukuk kuralları içerisinde olmalıdır.

KAMU İHALE KANUNU, AB STANDARTLARINDA OLMALI: Gümrük Birliği modernizasyonu ve Avrupa Birliği süreçlerinin önemli bir konusu olan kamu alımlarında; Kamu İhale Kanunu'nun defalarca değiştirildiği ve giderek daha fazla alanda istisnaların tanınmış olduğu bilinen bir gerçektir. Kamunun kaynaklarının en verimli şekilde kullanılması için bu kanunun yeniden AB standartlarına yaklaştırılması, istisnaların azaltılması ve denge-denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi önemli bir ihtiyaçtır.

GÜVENİLİR ÜLKE NASIL OLUNUR?: Küresel belirsizliklerin gerek ekonomide gerekse dış politikada yüksek olduğu bir gerçek. Ama şu da bir gerçek ki yeniden şekillenen dünyada temel hak ve özgürlükler ve bunların etrafında şekillenen değerler ön plana çıkıyor. Tedarik zincirleri yeniden şekillenirken artık sadece en ucuz fiyata değil, en güvenilir ülkeye bakılıyor. Güvenilirlik bugün maliyetin önüne geçmiş durumda. Güvenilir ülke nasıl olunur? En başta hukukun üstünlüğü ile.

• Yargının bağımsız ve tarafsız olduğu güvenilir bir hukuk sistemine sahip olmakla.

• Uluslararası hukuka uymakla.

• Adil rekabetin sağlandığı, düzenleme ve denetimin siyasetten bağımsız yapıldığı ve kuralların istisnasız tüm oyunculara uygulandığı bir piyasa ekonomisi olmakla.

• Finansal istikrara sahip olmakla

• İyi bir sanayi alt yapısına sahip olmakla

• Nitelikli mesleki eğitim almış yetkin işgücüne sahip olmakla

• Fikri mülkiyet haklarının güvence altında olduğu bir ülke olmakla

• Temel hak ve özgürlüklerin güvence altında olduğu bir ülke olmakla

• Sürdürülebilir ve çevreye duyarlı büyümeyi benimsemekle

DÜNYADAKİ DEĞİŞİM DOĞRU OKUNMALI: Dünyadaki değişimi doğru okumalıyız. Eğer ticaret savaşlarına, engellemelere, çatışmalara odaklanıp bunların temelde hangi nedenlere dayandığını anlamazsak, dünyadaki değişimi de anlayamayız. Yanlış okumalar bizi sadece yalnızlaştıracaktır. Oysa tersine dünyada saflar sıkılaşıyor. En büyük ticari ortağımız AB, Yeşil Mutabakat ile ekonomisinde yepyeni bir sayfa açıyor. İklim değişikliği, temiz ve yenilenebilir enerji, döngüsel ekonomi gibi yeni değerler önümüzdeki dönemde uluslararası ticarete yön verecek önemli birer kriter olacak. Dünyada pek çok ülke ile esnek yapılı ve kapsayıcı ticaret anlaşmaları imzalıyorlar. Kanada, Japonya ve Vietnam bunların sadece bazıları. Türkiye’nin acil olarak bölgesinde ilişkilerini güçlendirmesi, AB ile Gümrük Birliği anlaşmasını dijital ekonomi ve Yeşil Mutabakatı dahil edecek şekilde güncellemesi gerekiyor. Akıntıya karşı kürek çekmemize gerek yok. Piyasayla kavga etmek değil onu iyi yönetebilmek başarı getirir.

ORAN: FIRSATLAR DEĞERLENDİRİLEMEDİ

TÜSİAD Ekonomi ve Finans Yuvarlak Masa Başkanı Barış Oran, yılın üçüncü çeyreğinde, salgının neden olduğu ekonomik durgunluğun toparlanmaya başladığını ifade etti. Salgının başında piyasaya pompalanan likidite bolluğunun gerekli olduğunu ancak talebin geri gelmesiyle beraber bu likiditenin geri çekilmesi gerektiğinin altının çizdiklerini anlatan Oran "Burada gecikme olması, piyasada bollaşan TL’nin değer kaybetmesine neden olurken, enflasyonun altındaki TL faiz oranları yatırımcının altın ve dövize yönelmesine neden oluyor. TL’deki değer kaybının önüne geçmek için ise döviz satışları ile piyasaya müdahale edilmesi uzun vadede işe yaramıyor. Dünyanın adeta likiditeye boğulduğu, Amerika’da faizlerin sıfıra yaklaştığı bir ortamda Türkiye’nin risk priminin 500’ün üzerinde olması, kredi notunun düşürülmesi ve rezerv kayıpları yaşanması bizim için ciddi bir fırsat kaybıdır. Dünyada bu kadar para varken, ülkemizden sermaye çıkışları görüyor olmamız fırsatları yeterince kullanamadığımızı gösteriyor. Merkez Bankası’nın para politikasını bağımsız bir şekilde belirlemesine imkan tanımak ve serbest piyasa ilkelerine uygun, öngörülebilir politikalar uygulamak, bu konuda hızlı bir gelişme göstermemizi sağlayacağını düşünüyoruz" değerlendirmesinde bulundu.

PROF. DR. KARA: EKONOMİNİN HAZİN TABLOSU

Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Merkez Bankası eski Başekonomisti Prof. Dr. Hakan Kara ise TL'nin seyrine ilişkin bir grafik paylaşarak, "En çok rezerv harcayıp parası en çok değer kaybeden ülke Türkiye. Ekonominin hazin tablosudur bu" dedi.

Kara'nın paylaştığı bir başka grafik de TL'deki tepe taklak gidişatı gösterdi.

GÜRSEL: İSTİHDAMDA ÇÖKÜŞ BAŞLADI

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Prof. Seyfettin Gürsel konuşmasında işsizliği ele aldı. Henüz korona virüsü salgını başlamadan, şubatta tarım dışı istihdam kaybının 2 milyonu bulduğunu vurgulayan Gürsel, buna karşılık aynı ayda açıklanan işsizlik artışının 130 bin olduğuna işaret ederek, "İş bulmaktan umudunu kesmiş, iş aramıyor, buharlaşan bir işsizlik var" dedi.

2018'den bu yana 3 yıldır yükselen bir işsizlik grafiği olduğunu belirten Gürsel "Türkiye tarihinde ilk kez 3 yıldır üst üste yükselen işsizlik yaşıyor. Yoksulluğun her türünde dram yaşanıyor. Buz dağının altında ise 5 milyonu aşkın yeni işsiz daha var. Salgın döneminde ücretsiz izne çıkartılan ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanan bu insanların bir bölümünün, sürecin sonunda işsizlerin arasına katılması yüksek ihtimal" değerlendirmesinde bulundu.

(EKONOMİ SERVİSİ)