Türkiye’nin sermaye sınıfının salgın sonrası iki ‘fırsat’
üzerinde mutlak uzlaşıya sahip olduğu aşikar: İlki, kuralsız bir
emek sömürüsünü genişletmek; ikincisi, Çin’den ayrışması beklenen
küresel ‘tedarik zinciri’nde stratejik bir yer edinmek.
İlki, ikincisinin olmazsa olmaz koşulu zaten. Hoş bir tınıya
sahip ‘tedarik zinciri’nin esası, ucuz emeğe dayanır çünkü.
İşsizlikle düşük ücret kıskacına alınmış bir toplum ve onun
üzerinde tahakküm kuracak yetilere sahip bir iktidarın varlığı,
sermaye açısından büyük nimet.
İkinci ‘fırsat’ nasıl gerçekleşecek peki? Buna dair bir program
mevcut mu? Bu soruları sermayedarların kümelendiği iki büyük
örgütün yaklaşımları üzerinden somutlamaya çalışalım.
Aşağıdaki özetler; MÜSİAD’ın hazırladığı Covid-19 Raporu’ndan ve
TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski’nin, 20 Mayıs 2020 günü Bloomberg
HT’de yayınlanan mektubu ile 18 Mayıs 2020 günü Sabah’taki
röportajından çıkarıldı. Elbette ortak düşünceleri, arzuları da
bulunuyor. Burada belli başlıklar altında sadece dönemin ana
eğilimlerini nasıl tespit ettikleri yer alıyor.
***
KÜRESEL SİYASİ DURUM
MÜSİAD: Ulus devlet, güçlü devlet, sınırlarını
koruyan ve kendine yeten ekonomi fikri öne çıkıyor. Avrupa daha da
kötüleşti. İtalya başta olmak üzere Avrupalı şirketler aşırı
borçlanıyor. Bu, iflasları getirecek. Petrol fiyatındaki durumun
Rusya, İran ve Körfez ülkelerini derinden sarsacağı ifade
edilmişti. Ancak rezervleri kuvvetli Katar gibi ülkeler
etkilenmedi, Rusya’nın da bir süre daha, az etkileneceği görülüyor.
Ancak İran’da rejim değişikliklerine uzanan sonuçlar çıkabilir.
TÜSİAD: Ekonomik güç yeniden Batı’da
toplanıyor. Bu durum Çin ve Asya ülkelerinde gelir kaybına ve
tepkiye neden olacak. İhracattan iç talep odaklı politikalara
geçmek zorunda kalacaklar. Petrol fiyatındaki düşüşün uzun sürmesi
(Rusya gibi) doğal kaynak geliriyle bütçe dengesi sağlayan ülkeleri
de sarsacak ve siyaseti zorlayacak. Popülist akımların güç
kazandığı bir dönemde sorunların çözülemediği görüldü. İçe
kapanmacı, ithal ikameci politikalar daha büyük zarar verir.
HEDEF PAZAR ANLAYIŞLARI
MÜSİAD: Karşılıklı ticaret ve turizm ilişkimiz
olan Rusya, ABD ve Türkiye ile gönül bağı olan ülkelerle ilişkiler
geliştirilmeli. Çin stratejimizden tamamen vazgeçmemeliyiz.
Pakistan, Filipinler Moro gibi bize gönül bağı olan coğrafyalarla
her türlü ilişkiyi kurmalıyız. Brexit sonrası İngiltere ile Türkiye
stratejik ortak olarak yakınlaşabilir. Afrika’ya özel önem
verilmeli.
TÜSİAD: ABD ve AB tedarik zincirlerindeki
değişim büyük fırsat. Bunu yaratıcı yıkıma çevirmeliyiz. Avrupa’nın
yanı başında ve iyi bir endüstri altyapısı olan ülkemiz şanslı.
Ancak bu fırsattan faydalanmak isteyen tek ülke Türkiye değil. Doğu
Avrupa ve Güney Avrupa ülkeleri de pastadan pay almak için kolları
sıvadı. Bu bakımdan Gümrük Birliği’nin güncellenmesi çok önemli.
İki taraf için de atılması gereken adımlar var.
YENİ FİNANSAL OLANAKLAR
MÜSİAD: Emek-sermaye ortaklığı olarak
‘mudaraba’, sermaye ortaklığı olarak ‘müşareke ve
mudaraba-müşareke’ ortaklığı birlikte olmak üzere finansman
modelleri, devlet garantisinde ve MÜSİAD öncülüğünde daha fazla
uygulanmalı. Bu durum Körfez sermayesi başta olmak üzere ülkemize
yatırım yapmak, ortaklık kurmak isteyenler açısından büyük teveccüh
görebilir. Yurtdışındaki büyük yatırımlar teşvik kapsamına
alınmalı.
TÜSİAD: Tedarik zincirindeki bir ülkenin
finansmana erişimi, kredi notu, uluslararası piyasalarda parasının
itibarı son derece önemlidir. Özellikle finansal alanda ve ekonomi
politikalarında uluslararası standartlardan uzak düzenlemeler
ekonomik güvenirliğinin sorgulanmasına neden olacaktır. Serbest
piyasa ilkelerinden ve TL konvertibilitesinden asla
vazgeçmemeliyiz.
SİYASETTEN BEKLENTİ
MÜSİAD: Tüccar ve sanayici kökenli kişilerin
bakanlıklarda daha fazla etkin olmasına fırsat verilmeli. Türk
vatandaşlığı ve Türkiye’de yaşama daha kıymetli hale gelmiştir.
Yabancıların vatandaşlık kazanmasına ilişkin esaslar gözden
geçirilmelidir. Kendi kendine yetebilirlik anlamında ülkemize
yatırımı önemsemeli, yurtdışındaki iş insanlarımızın ülkeden
tedarik yapabilmelerine ilişkin yatırım ve ortaklıklar
desteklenmelidir.
TÜSİAD: Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti
alanında reform sürecine geri dönmemiz elzem. 2000’li yılların
başında AB ve transatlantik ittifakı çıpasıyla sadece Batı ile
değil, bölge ve komşu ülkelerle olan ilişkilerimizde önemli
ilerlemeler oldu. Gelmiş olduğumuz noktada hem ulusal çıkarlar hem
de toplumun beklentilerine uygun olarak uluslararası arenada
ittifakların genişletilmesi, sorunların çözümünde diplomasi ve
işbirliğinin yoğunlaşması önemlidir.
***
Her iki örgütün söylemlerindeki tezatlıklar, kıyasıya rekabetten
veya çatışmadan kaynaklanmıyor kuşkusuz. Hatta merkez-yan sanayi
ilişkisi çerçevesinde güçlü bir bağın bulunduğunu hatırlatmak
gerekir. Ancak Türkiye’nin sermaye birikim sürecinin tarihsel
eğilimleri, sermaye sınıfının fraksiyonlarının ihtiyaçları
konusunda kaçınılmaz bir farklılaşma yarattı, yaratıyor da. Buna
karşın ekonomik krizlerin aşılması merkezileşmiş, tekelleşmiş ve
birikim rejimini sürdürebilecek olanaklara erişimi daha fazla
olanın öncülüğünde oluşmuş ‘uzlaşıyla’ mümkün oluyor.
TÜSİAD ve MÜSİAD’ın söylediklerinin politik yansımalarıyla
beraber ayrıntılı tartışmasını sonraya bırakıp, kaba birkaç
düşünceyi not edelim şimdilik…
Pandemi döneminde iyice popülerleşen iki kavramı, ‘tedarik
zinciri’ ve ‘otoriterleşmeyi’, birbirinden ayrı tartışmak pek
anlamlı görünmüyor. Birini sermaye sınıfı, diğerini siyaset sınıfı
eksenli ele almak, baş aşağı duran bir resimden öte gerçeklik
sunmuyor. Doğru kadrajı, ikisinin de yapısal bir bütünlüğün
parçaları olmaları veriyor ancak.
Türkiye 1979 ve 2001 krizinde ‘tedarik zinciri fırsatını’
demokrasi patlamasıyla mı yakaladı, yoksa tüm fırsatları temsil
etme yeteneğine sahip devletteki otoriter bir siyasal yapılanmayla
mı? İki kriz anının öncesi ve sonrasına bakıldığında ‘otoriterlik’
ve ‘demokrasi’ tariflerinin kolayca yer değiştirebildiği
görülüyor.
Bugün de muamma burada düğümleniyor işte. Laf salatasını Karl
Marx’ın parlak sözüyle özetlersek eğer; iktidar havada asılı
durmuyor. Tek başına emek gücü (toplum) üzerinde hakimiyet
kurmakla, bunu sermaye birikiminin sıkıntılarını aşacak bir
yapılanmaya dönüştürme kapasitesi aynı şey değildir. Her ikisini
becerebildiği ölçüde hegemonya kurabiliyor.
İktidar bu muammayı çözebilirse; yani emek üzerinde kurduğu ağır
tahakkümü aynı zamanda tedarik fırsatının yakalanmasına da
çevirebilirse, bugünlere ‘otoriterlik’, sonrasına ‘demokrasi’ der
geçeriz. Tıpkı 1980 ve 2002 sonrasında olduğu gibi. Düğümün kimin
aleyhine, kimin lehine ve ne pahasına çözüleceğinde mesele.