Tutsak günlerinde filizlenen ilişkiler

Tutsak, tutsak edenlerin, edilenlerden belki daha aciz durumda olabileceğini gösteren güçlü bir dram… Yönetmen Paul Weitz’ın ise kariyerinde gururla ilk sıralara koyacağı bir yapım. Çok derin politik mesajlar aramamak şartıyla, keyifle ve ilgiyle izlenecek bir film…

Abone ol

DUVAR - Anne Pattchett’in aynı adlı eserinden uyarlanan ‘Tutsak’ filmi, bir Güney Amerika ülkesinde geçen bir rehine alma olayı sırasında yaşananları ele alıyor. Başlarda politik bir amaç uğruna yapılan bu eylem, devletle yapılan pazarlıkların yavaş ilerlemesi nedeniyle, planlanandan çok daha uzun sürüyor.

Tutsak filminde asıl ilgimizi çeken nokta, senaryonun ana konusu olan rehine alma ve bu olayın yarattığı krizden ziyade, bunun değişik sosyal tabakalardan insanları sert bir şekilde karşı karşıya getirmesi ve bu karşılaşmanın yarattığı dalgalanmalar oluyor. Çünkü ne rehine alınanlar, kendilerini alıkoyan insanlara karşı tamamen duyarsız kalıyorlar, ne de rehine alan grup istekleri yerine getirilmediği takdirde, ortalığı kana bulayacak bir çete gibi duruyor…

1992 yılında zengin Japon işadamı Katsumi Hosokawa Güney Amerika’nın bir ülkesinde fabrikasının bir ayağını kuracaktır. Bu girişimin başlamasını ve Hosokawa’nın yaş gününü kutlamak için bir evde özel bir parti organize edilir. Partiye Hosokawa’nın hayran olduğu Roxanne Cross adlı ünlü bir soprano, üst düzey bürokratlar ve zengin iş adamları da davetlidir. Başta her şey yolunda giderken, siyasi bir tutuklu olan General Benjamin’in serbest bırakılmasını isteyen bir grup terörist tarafından basılmasıyla, parti, bir rehine alma olayına dönüşür. Bu rehine alma sürecinin uzamasıyla tutsakların hem kendi aralarında, hem de onları alıkoyan kişilerle aralarında beklenmedik ilişkiler ve bağlar kurulacaktır.

GEREKSİZ KAN DÖKÜLMESİNE KARŞI OLAN BİR GRUP…

Bir filmin senaryosunun uzun süren bir rehin alma olayına dayanması, filmin içindeki bazı farklı dinamikleri aktif hale sokar. Filmin konusu, genelde kısa bir açılış sekansından sonra başlayan bu süreçte, eylemi yapanların bu isteklerinin yerine getirilmemesi takdirde nereye kadar gidebilecekleriyle paralel giden bir yolla şekillenir. Kuşkusuz bu tür filmlerde rehine alınan kişiler her zaman öldürülme tehdidi altındadır ancak bu tehdit onları tutsak alanların amacına ve ne ölçüde acımasız olduklarına göre boyut değiştirir. Örneğin sadece bir soygun olayında tutsak alınan rehineleri alıkoyan insanların acımasız ve duygusuz olması durumunda tutsaklar çok ciddi bir baskı yaşarlar hatta bazıları bu olayı canıyla ödeyebilir. Siyasi nedenlerle yapılan terörist baskınlarında ise eğer olayı yapan grup intihara meyilli fanatik bir grup değilse, süreç çok değişik yollara sapabilir.

Yönetmen filminin başında hikayesinin baş karakteri Hosokawa ve onu karşılayan seçkin konuklarına kısa bir bakış attıktan sonra asıl olaya yani rehine alınma dönemine geçiyor. Ancak bu kısa tanıtım sürecinde bile karakterler hakkında bazı ön bilgilere sahip oluyoruz. Örneğin Hosokawa’nın bir iş adamı olmasına rağmen sanata önem vermesi ve soprano Cross’a karşı bir hayranlık beslemesi veya Cross başta olmak üzere bütün davetlilerin bu partiye pahalı ve şık bir davetten ziyade başlayan hassas bir siyasal süreç gibi bakması, bize ortam ve filmin önemli karakterleri hakkında ipuçları veriyor. Hatta geceye ülkenin başbakanın da katılması bekleniyor ama onu yerine onu yardımcısı gelebiliyor.

Bu giriş sürecinden sonra terörist grubun yaptığı baskın ve rehin alma süreci başlıyor ve eylemciler başta çok sert, kararlı ve tehlikeli gözükseler de zamanla hiç birinin gereksiz kan dökme isteğinde olmadığını ve müzakereler sürecinde sabırlı ve anlayışlı olduklarını görüyoruz. Hatta filmin başında vurulan bir rehine bile kazara, bir panik anında vuruluyor.

Filmdeki rehineci çetenin üyeleri de zamanla yavaş yavaş ortaya çıkan beklenmedik özellikler barındırıyor. Çetenin başındaki iki liderden birinin eğitimli bir öğretmen yani bir anlamda bir entelektüel olması, çetenin en genç üyelerinden birinin aslından içten içe şiddete karşı olması (kazara vurduğu bir rehineden sonra ciddi bir vicdan azabı çekiyor) veya yine çetenin kadın üyelerinden birinin yaralı bir rehineye ilk yardımı yapacak kadar merhametli olması, aslında bu terörist çetenin üyelerinin ortak bir siyasal amaç uğruna bir araya gelmiş değişik karakterlerden oluştuğunu gösteriyor. Yaptıkları eylemin hiçbir savunulacak yanı olmasa da karşımızda olan kana susamış, gaddar ve amaçları için en uç noktalara kadar gidebilecek, fanatik bir terörist organizasyon kesinlikle değil.

DEĞİŞİK SOSYAL GRUPLARIN KARŞILAŞMASI…

Bu terörist grup üyelerinin bu derece farklılıklar ve özellikler taşıması bir şekilde esir aldıkları insanları da etkiliyor ve sonrasında, adım adım, hiç beklenmedik aşklar, arkadaşlıklar ve bağlar filizleniyor. Normalde bu farklı sosyal tabakandan insanlarla hiç bir bağ kurmayacak hatta görmek bile istemeyecek bu ‘şeçkin’ rehine grubu, sürecin uzamasıyla, bu insanlarla iletişime geçmek zorunda kalıyor ve karşılarından da bir ret cevabı almayınca, aralarındaki ilişkiler giderek güçleniyor. Bu ilişkiler, bazen Roxanne’nın müziğe meraklı bir çete üyesini teşvikiyle bir öğretmen-öğrenci bağına, bazen ise partideki tercümanın okuma yazma öğrettiği Carmen adındaki bir kadın askere karşı hissettiği duygularla bir aşk bağına dönüşüyor.

Ancak yönetmen bunları kurarken asla acele etmiyor, karakterler bu durumlara balıklama dalmıyorlar. Bu ilişkilerin hepsi karşılıklı tavizler, fedakarlıklar ve buluşulan ortak noktalar çerçevesinde şekilleniyor. Karakter de bazen olayların akışına kendine bırakıyorlar ve süreçteki şartlar onları bu noktaya getiriyor, bazen ise kendilerinin bazı zayıflıklarını, usulca hedefledikleri kişiye gösteriyorlar ve karşılık alınca kurdukları bağ güçleniyor.

PAZARLIKLAR TIKANINCA…

Bu rehine alma süreci sırasında, her ne kadar karakterler birbirini etkilese de, tabii ki olayın sonuçta rehine alma vakası ve amacının hapisteki önemli bir siyasal figürün salıverilmesi olunca filmde olayın yaşandığı eve, ara ara bir müzakereci geliyor ve bir ara yol bulmaya çalışıyor. Bu müzakereci karakter eve ilk geldiğinde bile rehine alan grubun kafasız, fanatik bir grup olmadığını anlıyor. Bu yüzden ara ara eve geldiği sıralarda onlardan anlayışlı ve sabırlı davranmalarını ve ufak tavizler vermelerini (hasta ve yaşlı olan rehinelerin salıverilmesi gibi) istiyor. Tabii ki bu karakterin de, rehinelerinden de ve rehine tutanların da isteği, bu olayın devletin, müzakereler tıkandığında yaptığı sert ve kanlı müdahale safhasına gelmeden çözülmesi.

Bizce oyuncuların performanslarından bahsederken bazılarını fazla ön plana çıkarmak diğerlerine haksızlık olur çünkü nerdeyse bütün oyuncular son derece inandırıcı ve güçlü bir performanslar sergiliyorlar ve filme ciddi bir katkıda bulunuyorlar. Yaşayan en büyük aktrislerden biri olarak gördüğümüz Julianne Moore’un performansı kuşkusuz üst düzey ancak geçmiş oyunculuklarıyla kıyaslarsak, bunun ilk sıralarda olamayacağını söylersek sanırız haksızlık etmiş olmayız. Zamanında kariyeri zirve yapmış ancak uzun zamandır dişe dokunur bir filmde görmediğimiz Christopher Lambert’ı, ilerlemiş yaşında, bu filmde izlemek ise keyif verici…

Tutsak, tutsak edenlerin, edilenlerden belki daha aciz durumda olabileceğini gösteren güçlü bir dram… Yönetmen Paul Weitz’ın ise kariyerinde gururla ilk sıralara koyacağı bir yapım. Çok derin politik mesajlar aramamak şartıyla, keyifle ve ilgiyle izlenecek bir film…

Yönetmen: Paul Weitz

Oyuncular: Julianna Moore, Ken Watanabe, Demian Bichir, Sebastian Koch, Christopher Lambert, Elsa Zylberstein, Thorbjorn Harr…

Ülke: ABD