Tütün tarlalarında büyümüş bir ressam
Beyoğlu'ndaki Anabala Han'da bir dükkan. Dışarıdan bakınca sıradan. Ama içeride sohbet, müzik, siyaset ve çay eksik olmuyor. Önemli müzisyenler ve sinemacılara burada rastlamak mümkün. Sahibi ise tütün tarlalarında büyümüş bir ressam: Mehmet Ünal.
DUVAR - Mehmet Ünal'ın hayatına tütün yön vermiş. Çünkü yetiştiği coğrafyada yetişen neredeyse yegane ürün. Dolayısıyla coğrafyanın da büyük payı var, hepimizin üzerinde olduğu gibi. Ama biliriz ki bazı coğrafyalar da daha zordur, daha çok yorar insanı. Aslında insan yorar insanı. Yoksa bir ağaç, deniz, dağ durduk yere niye yorsun?
1976 yılının kasım ayından Adıyaman'ın Çelikhan ilçesinde dünyaya geliyor Mehmet Ünal. Anabala Han'daki tütüncü dükkanında ziyaret ediyorum onu. Bugün 80 yaşında olan ve Ünal'ın dediğine göre hayli dinç olan babasının yetiştirdiği tütünü bulabilirsiniz bu dükkanda. Ama sadece tütün değil; sohbet, müzik, tartışma, çay, ney, duduk...
Mehmet Ünal, kendisini tanımaya fırsat olmadan büyüyenlerden. Büyüdükten sonra buluyor ne istediğini. Tiyatroyla uğraşmış, önemli sinema filmlerinde rol almış biri. Resim bölümünden mezun. Ayrıca duduk ve ney üflüyor. Öyle ki, duduğunu belki de bu toprakların yaşayan en önemli duduk ustası Suren Asaduryan hediye ediyor kendisine. Neyini ise yine çok önemli birsinden, Volkan İncüvez'den almış.
Mehmet Ünal güçlü ve pozitif bir insan ama henüz 5 yaşında ilkokulda başladığında durum böyle değilmiş:
"5 yaşında ilkokula başladım. Benden 2-3 yaş büyük kuzenlerimin peşine takılıp okula gidiyordum. Yarım dönem öyle gidince dediler ki 'gelsin kayıt olsun başlasın.'
Bizim anadil sıkıntısı vardı. Türkçeyi bilmiyordum. Türkçeyi ben üniversite yıllarında öğrendim. Bir konuyu anlayacak ya da anlatacak kadar bile bilmiyordum çünkü bir diyaloğumuz yoktu. Sadece öğretmenlerle Türkçe konuşuyorduk ama o da çok kısıtlıydı. Onlar da bizimle fazla muhatap olmuyordu zaten. Mesela, sınıfta yoklama yapılıyor, 'Mehmet Ünal burada mısın?' 'Buradayım.' O kadar yani. Ya da 'ödevini yaptın mı?'
İlkokul birde, çok iyi hatırlıyorum, tuvalete gideceğim ama bir şey diyemiyorum. O kadar sıkıştım ki. Bir ara öğretmeni kestim, o ara bir şey yaptı ben hemen dışarıya çıktım. Zaten konuşabilsem bile 'tuvalete gidiyorum' diyemem, ayıp. Öyle yetiştirildik. Neyse, geldikten sonra öyle bir dayak yedim ki, ömrü hayatımda daha öyle bir dayak yemedim! Niye, izinsiz tuvalete gitmişim. İzin alamıyorum ki! Zaten ilkokulda dayak yemediğim gün olmadı. Bazen de bizi birbirimize dövdürtürlerdi. Mesela, biri bir şey mi yaptı, sen onun arkadaşısın, sana tokat attırırdı. Sen atmazsan o sana atacak. Böyle köpek dövüşü gibi, ne rezillik. Yahu ilkokul öğrencisi en fazla ne yapabilir? İyi ki oradan psikopat olup çıkmadık."
Psikopat olmuyor neyse ki ama dil de öğrenemiyor. O halde girdiği üniversite sınavında Afyon Kocatepe Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler fakültesini kazanıyor. "Üniversite sınavını kazandım ama dili bilsem çok çok daha iyi bir sonuç olacaktı. Gerçi yine aynı bölüme gelirdim. İstediğim bölümü okudum. Güzel sanatlar resim bölümü. Malatya İnönü Üniversitesi'nde," diyen Mehmet Ünal, biraz kurcalayınca resim bölümünden öncesinin olduğunu da anlatıyor: "Afyon'a gitmek istemedim. Sonra Dicle Üniversitesi'nde başka bir bölüm kazandım ama orada da bazı olaylar sonucu okuldan atıldım. Sonra geri dönme hakkı kazandım ama oraya da geri dönmek istemedim. Ben daha çok sanatla ilgili şeyler yapmak istiyordum."
Neden ilk seferinde tercih etmedin, diyorum, "yol gösteren yoktu ki, sınava nasıl gireceğimi bile bilmiyordum, ancak öğrendim" diyor.
Dicle Üniversitesi'nden ise tahmin edilebileceği üzere siyasi nedenlerle uzaklaşıyor ya da uzaklaştırılıyor. "Bu olaylardan sonra," diye devam ediyor Mehmet Ünal, "İnönü Üniversitesi'nde bir arkadaşım vardı, dedi 'Mehmet resim bölümüne gelsene. Sen lisede bizden çok çok daha iyiydin, bak biz bölümdeyiz, sen dışarıdasın.' 15-20 günlük bir hazırlığın ardından bölümü kazandım. Okulu kazandıktan sonra da başka şeyler gelişmeye başladı yavaş yavaş. Tiyatro yapmaya, sinemayla ilgilenmeye başladım. Arsemia Tiyatro Topluluğu diye bir grubumuz vardı. Resim biraz geri planda kaldı. Özellikle sinema çok ilgimi çekmeye başladı."
Okulu bitirdikten sonra 6-7 ay kadar öğretmenlik yapan Ünal, oradaki hiyerarşiye daha fazla katlanmak istemiyor. Ancak hiyerarşinin merkezine yolculuk ediyor: "Sonra askere gittim. Askere gittikten sonra sanki hayata yeniden başlıyorsun. Askerlikten sonra İstanbul'a yerleştim. Mezopotamya Kültür Merkezi'nde tiyatro yapmaya başladım. Sonra sinema filmleri geldi. Onları derken tütün dükkanı açtım. İnşaatta çalıştım. Yapmadığım bir şey yok. Benim hayatım böyle, çok fazla ilginç bir şey yok."
İstanbul'a yerleşir yerleşmez hızlı bir şekilde sinema dünyasına giriyor Mehmet Ünal: "İstanbul'a yerleşmeden önce de buraya gelip gidiyordum açıkçası. Ama yerleşmek için geldiğim sırada Kazım Öz Bahoz filmini çekiyordu. Geldiğimin ikinci günüydü galiba, benimle görüşmek istedi. Dedi 'Mehmet, can alıcı bir sahne var. Senin oynamanı istiyorum.' Ve sinema öyle başladı, bir sahneyle yani. Sonra aynı yıl içinde Gitmek: Benim Marlon ve Brandom filmi, Metin Yeğin'in yaptığı De filmi, sonra Kayıp Özgürlük, Zerre, Annemin Şarkısı, Çoğunluk, Anons gibi filmlerde oynadım. Çok fazla sayıda kısa filmde oynadım. Mesela Bisiklet çok fazla ödül almıştı. Ama bence oynadığım en iyi kısa film Serçeye Gözyaşı diye bir filmdi. Ama hiçbir yerde gösterilmedi."
İstanbul hayatına 2014 yerel seçimleri için bir ara veriyor Ünal. O yıl doğduğu yer olan Çelikhan'da BDP'den belediye başkanlığına aday oluyor. "Kendi ilçemizde adaydım," diyor Mehmet Ünal, "Bana dediler 'Mehmet senin her şeyin güzel ama keşke komünist olmasaydın!' Seçimi AKP kazandı. Ondan sonra İstanbul'a geldim."
İşte o zaman açıyor yukarıda da bahsi geçen meşhur dükkanını:
"Baktım, İstanbul'da başka bir iş yapmadan olmayacak. Bizim aile çiftçidir. Ben tütün tarlalarında büyüdüm. 20 yaşıma kadar tütünün içindeydim. Çelikhan'ın tütünden başka geliri yok. Hayvancılık sıfır, toprak desen zaten yok. bir insanın en fazla 3 dönüm arazisi var. Bu insanların tütünden başka çareleri yok. Benim çocukluğumda, '85-86 yıllarında at sırtlarında kaçak olarak Suriye'ye, Irak'a satılırdı. Kendi ülkende yetişen ürün illegaldi. Yani biraz da benim olduğum gibi, Kürt olmam gibi. Nasıl ki zamanında illegaldi, öyle.
Babam zımba gibi, hâlâ tütün eker. 80 yaşında ama daha dinç. Bizim oralarda zor dağlar, çetin dağlar vardır, onları hiç zorlanmadan gezer. Ben ona yetişemem gittiğimde.
Benim dükkanın çok güzel bir havası var. Gelen arkadaşlar çok iyi insanlar. Bazen resim yapıyorum, bazen oymacılık yapıyorum, bazen ney üflüyorum, duduk üflüyorum. Orası sohbet merkezi gibi; sanat, siyaset, sosyoloji, güncel olaylar, her şey orada tartışılır. O dükkanda başka bir hava var. Gelen bir daha, bir daha gelmek istiyor."
"Çok iyi sanatçılar geliyor buraya," diyor Mehmet Ünal. "Mesela," diyorum, birkaç isim sayıyor: "Türkiye'nin en iyi neyzeni Volkan İncüvez geliyor. Neyimi ondan aldım. Duduk, Suren Asaduryan. Dört ay önce Suren 'Al bunu çal' diye kendi elleriyle getirdi duduğu. Bandista grubu gelir, Kürt sanatçıların hemen hemen hepsi gelir, sinemacılar çok gelir, Settar Tanrıöven, Seren Yüce, Demet Evgar gibi isimler gelir."
İnsanlar gelir ve giderler. Hayatın kendisi de. Mehmet Ünal'a geleceğe ilişkin bir planının olup olmadığını soruyorum. "Hayat planlanmaz zaten," diyor hemen "Planlasa belki şimdi baba, dede olmuştum, saçma sapan şeyler olmuştu. Aşırı derece hayatı planladığımız için bu kadar gerginiz. Toplum olarak gerginiz, herkes gergin. Hayatı planlayamazsın. Varolan şartları değerlendirirsin, iyi olmaya çalışırsın, gelirse gelir, gelmezse gelmez. Mücadele et. Mücadeleden koptuğun an, bitersin. Ama mücadele olduğu zaman insanın içinde bir umut var. Zaten umut insanı yaşatır."