Tuvale düşen 141 gün

Gazeteci ve ressam Zehra Doğan’ın “141” adlı resim sergisi Amed Şehir Tiyatrosu’nda açıldı. Sergide yer alan resimlerde baskı altında tutulan kadının direnişini anlatan Doğan, projeleri hakkında da bilgi verdi.

Abone ol

Asker, “Gideceksiniz” demiş, “Köyü boşaltın gidin.” Ailesi pılıyı pırtıyı toplayıp, Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı köylerinden Diyarbakır’ın Bağlar ilçesine göç etmiş. Elde yok, avuçta yok; yoksul bir aile. Adam ev tutmak, bir iş bulup çalışmaya başlayıncaya kadar geçinebilmek için eşinin bileziklerini satıyor. Köyden göç eden akrabalar, üç adalı eve atıyor kapağı, kimsenin başka yere gidecek ekonomik gücü yok. Amcalar, yengeler, kuzenler… Zehra Doğan böyle bir ortamda geliyor dünyaya.

Ailesinin yerleştiği Bağlar, 1980’li yılların sonunda aldığı yoğun göç ile büyüyen bir semttir. Bölgedeki savaşın, göçün, yoksulluğun fotoğrafı gibidir Bağlar. Çelişkiler öfkeyle çıkış arar, umutsuzluk her türden şiddetle ifade eder kendisini. Nâzım’ın “Güzel günler göreceğiz çocuklar” dizesiyle vaat ettiği dünya, bir uzak ihtimal olsa da, yaşama sevincini diri tuttuğuna kuşku yok.

NEWROZ ATEŞLE KUTLANIR

Zehra Doğan bu yoksulluğun, şiddet sarmalının, her şeye rağmen yaşama sevincinin içinde büyür. “Sokakta her zaman bir çatışma vardı, ya polis ile göstericiler arasında ya da Hizbullahçılar ile yurtseverler arasında. Cenazeler geliyordu ve cenaze törenine bütün çocuklar katılıyordu. Newroz kutlamak yasaktı. Polis Newroz kutlaması olmasın diye okulun etrafını sardı. Öğrenciler yakacak bir şey bulamayınca, ceketlerini yakarak kutladı Newroz’u.”

Newroz ateşle kutlanır çünkü. Bunu ilkokul çocukları da bilir, ortaokul çocukları ceketlerini yakmış, çok mu?

'BİR TOKAT YEMİŞTİM AMA BİR KELİME ÖĞRENMİŞTİM'

Köyde doğup büyümüş her Kürt çocuğu gibi Zehra Doğan da Türkçe'yle ancak ilkokulda karşılaşmış. Dediğine göre 3. sınıfa kadar doğru dürüst Türkçe öğrenememiş. Öğretmeni, “Öteye kay” dediği zaman bu nedenle hiçbir şey anlamamış, saf saf bakmış öğretmenin yüzüne. Birkaç kez tekrarlamış öğretmen, Doğan ne dediğini anlamadığı için kıpırdamamış yerinden. Sonunda tokadı yapıştırmış öğretmen, “Sana öteye kay dedim” diyerek. “Sevindiğimi hatırlıyorum” diyor Doğan, “Bir tokat yemiştim ama ‘öte’ diye bir kelime de öğrenmiştim. Şimdi düşününce aslında ne kadar zor bir şeymiş çocuklar için. Okul diye bir yere gidiyorsun ve orada Türkçe diye bir dil konuşuluyor sadece. Bu yüzden derslerim hep kötüydü ilk yıllar. Türkçe bilmiyordum ve ders çalışmayı hiç sevmiyordum.”

RESİM UYDURMAK!

Zehra Doğan’la Amed Şehir Tiyatrosu Sergi Salonu’nda açtığı “141” adlı resim sergisi için buluştuk. Resim sanatına yeteneğini ne zaman keşfettiğini konuşacakken, çocukluğunun Bağlar semtine kadar uzanıyoruz. Doğan, yukarıda kısaca değinmeye çalıştığım ortamda resim yapmaya başlamış. Önceleri bilinçsizce elbette. Okuduğu ya da uydurduğu hikâyeleri kafasında kurgulayarak resmetmeye başlamış. “Bir şey görüyordum ya da duyuyordum, aklımdan hemen ‘şunu şöyle çizebilirim’ diye geçiriyordum. Fırsat bulunca da çiziyordum.”

.

Doğan, fırsat bulunca ya da annesinin “Bırak resim çizmeyi, ders çalış” bakışlarına yakalanmadığı zamanlar resim yapar. Annesi resim yapmasını hiç istemiyordur çünkü. Kimse de dememiştir, “Madem elin sanata yatkın, güzel resim yapıyorsun, bunu geliştirmelisin” dememiştir. Bir öğretmeni, sanat lisesine gitmesini ister, buna da ailesi karşı çıkar. Öyle ya, resim çizip ne olacak?

Tunceli Üniversitesi Moda Tasarım Bölümü’nde iki yılda bitirir Doğan. Çizim işleri vardır okulda, ama burada gördüğü eğitim ona yeterli gelmez. Dicle Üniversitesi’nde resim bölümü için yetenek sınavı olduğunu öğrendiğinde, üniversite sınavlarına bir kez daha katılır.

YETENEK SINAVINDA DÖKÜLEN TER

Sınava girer, yetenek sınavına katılacak puanları da alır. Ancak bu arada yetenek sınavı için hiçbir hazırlık yapmamıştır ve sınavda gördüğü manzara, kazanacağına dair umutlarını büsbütün kırar. “Belki yüzlerce öğrenciyle sınava girdik. Bir kalem verdiler bana. Sonra birini karşımıza oturttular, '40 dakikada çizin’ dediler. Diğer öğrencilerin öyle artist bir havası vardı ki; kalem açışları bile havalıydı. Yaptığım resmin üzerine eğilmiştim, görsünler istemiyordum. Çünkü çok kötü bir resim yaptığımı sanıyordum. Sonra bir okuma parçası verdiler ve bunu kurgulayıp çizmemizi istediler. Onu da yaptım ve köye gittim. Merak edip bakmadım sonuçlara bakmadım bile. Bir arkadaşım arayıp kazandığımı söyleyince çok şaşırmıştım.”

Aslında Doğan şaşırmakta haksız değildir. Yetenek sınavı olduğunu neredeyse tesadüfen öğrenmiştir. Sınava giren diğer öğrencilerin aylarca kursa gittiğini, burada işin inceliklerini, “hilelerini” öğrendiğini sonradan anlamıştır. Kursa gitmek bir yana, ailesi izin vermez ya da kazanamazsa üzülürler diye sınava gizlice girmiştir.

.

‘NÜ ÇİZEMEDEN MEZUN OLDUK’

Okula kaydını yaptırmış Zehra Doğan; ama bir süre sonra hayal kırıklığı yaşamaya başlamış. “Kimi hocalar din dersi veriyordu adeta. Her konuyu İslam’a bağlayıp öyle anlatıyorlardı. Resim ya da sanat dışında her şey konuşuluyor, tartışılıyordu sınıfta.”

Resim hakkında okulda verilen eğitimin dışında kendi kendini eğitmiş, kimi ressamların hayatları eserleri hakkında bilgiler edinmeye başlamış. Doğan, “Nü çizemeden mezun olduk” diyor gülerek ve ekliyor: “Çünkü nü çizmek yasaktı okulda. Bu, kadavra görmeden tıp fakültesinden mezun olmaya benziyor.”

JİNHA KURULUYOR

Jinha (Kadın Haber Ajansı) dünyada bir ilktir. Kadın sorunlarını önceleyen medya kuruluşları vardır elbette. Ama Jinha kadının gözünden, duygusunda, yorumundan dünyaya ve olaylara bakmaya çalışan bir ajanstır. Ajansta, kameramanından yayın yönetmenine kadar bütün çalışanlar kadındır.

İLK HABERİ FESTİVALDE GÖSTERİLDİ!

Jinha yayına başlama hazırlıkları yaparken henüz öğrencidir Zehra Doğan. Ajansın kuruluşunda yer alan arkadaşları, onunda yer almasını isterler. Önce tereddüt eder. Yazmakla ilgili tek yaptığı, annesinin çok güzel anlattığı hikayeleri yazıya dökmektir. Arkadaşları onu ikna etmek için, “Gazeteciliğe başlarsan daha çok hikâye öğrenirsin” diyorlar. Doğan, gazeteciliğe ilk adımını atmış olur.

İlk haberini ise şöyle anlatıyor: “Bana bir kamera verdiler. Nasıl açılıp kapandığını, açıyı nasıl ayarlayacağımı söylediler. Sonra ‘Hatay’da Ermenilerin Vakıflı köyü var, oraya git’ dediler. Nasıl yaşıyorlar, ne düşünüyorlar, bunları çekeceğim. Gittim ve ne gördümse çektim. Bu kadar çok görüntü çekmemin nedeni, aslında eksik bir şey çekerim korkusundandı. Çünkü ne yapacağımı tam olarak bilmiyordum. Daha sonra bu görüntülerden kısa bir belgesel yapıldı ve Film Amed Festivali’nde gösterildi.”

ROJAVA’DAN NUSAYBİN’E

Zehra Doğan’ın kısa sayılabilecek gazetecilik hayatı inanılmaz deneyimlerle dolu. Vakıflı’dan sonra Rojava’ya geçiyor bir kadın arkadaşıyla. “Rojava’da bir kadın devrimi vardı, o halde bizim de bu devrimi haber yapmamız gerekiyordu.” Ama elbette savaşın devam ettiği yerde gazetecilik yapmak hiç kolay değil. Rejim güçleri tarafından tutuklanıp sınır dışı ediliyorlar. Kürtlerin denetiminde olan bölgede “gazeteci olduğunu söyleyen iki deli kadın” muamelesi görüyorlar. Sonunda haber ve müthiş bir deneyimle geri dönüyorlar.

Doğan, çözüm sürecini ve 2015 Haziran’ından sonra başlayan çatışmalı süreci de gazeteci olarak izledi. Sokağa çıkma yasakları ile çatışmaların yoğun yaşandığı Derik’te, Cizre’de ve en son Nusaybin’de gazetecilik yaptı. Kısa süren sokağa çıkma yasağı sırasında Cizre’dedir Doğan. Daha sonra sokağa çıkma yasağı ile çatışmaların aylarca sürdüğü Nusaybin’dedir.

Burada yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Rojava’da gazetecilik yapmak zordu. Ama Cizre ve Nusaybin’de gazetecilik yapmanın çok daha zor olduğunu öğrendim. Çatışmaları izledim, insanların vurulduğunu, cesetlerinin günlerce yerde kaldığını gördüm. Günlerce evden çıkamamak, silah sesleriyle uyumak ve uyanmak nasıl bir şey öğrendim. Bütün bunlara rağmen haber yamaya çalışıyorsun. Bir yanında üzüntü var, hiçbir şey yapmak istemiyorsun, ama diğer yanında haber yetiştirmek telaşı var.”

.

MARDİN CEZAEVİ’NDE 141 GÜN

Günler sonra, sokağa çıkma yasağının bitmesine yakın bir yolunu bulup çıkıyor Nusaybin’den. Mardin’de gazeteci arkadaşlarıyla buluşuyor. Bir süre sonra polisler oturdukları kafeden gözaltına alıyor onları. Gözaltı, savcılık, tutuklanma kararı ve Mardin Cezaevi’nde 141 gün kalıyor Zehra Doğan.

Amed Şehir Tiyatrosu Sergi Salonu’nda açtığı resim sergisinin adı, bu nedenle “141”. Doğan, cezaevinde yaptığı resimlerin bir bölümünü sergiliyor burada. Sergide yer alan resimlerde hep kadınlar var. Doğan, cezaevinde tanıştığı kadınların anlattıklarından esinlendiklerini çizdiğini anlatıyor. Evini terk etmemek için tek başına direnen kadınlar, işkence gören kadınlar, göç eden kadınlar... Doğan, “Anlattıkları her şey beni çok etkiliyordu ve kafamda bir resim olarak şekilleniyordu” diyor.

FRİDA KAHLO İLE VAN GOGH

Nasıl bir ressam olduğunu tarif ederken, “Galiba etnik düşünüyorum” diyor Doğan. “Diyarbakır rengiyle beni çok etkiliyor. Mardin de öyle. Toprağın öyle güzel bir kırmızısı var ki, ancak bir ressamın elinden çıkar diye düşünüyorum.” Sergide sadece kadınlar var; ama Doğan, Kürt erkeklerini ve çocuklarını da çizdiğini belirtiyor.

Sevdiği ressamların başında Frida Kahlo yer alıyor. Kahlo’nun hem sanatını seviyor Doğan, hem de hayattaki duruşunu. Aynı düşünceleri van Gogh için de taşıyor. “O bize sarı rengi tanıttı, ben de Mardin’deki toprağın kırmızısını yapmak isterim.”

‘BUNU BEN YAPMADIM’

Zehra Doğan tutuksuz yargılanmak üzere hapisten çıkmıştı. Sergiyi konuşmak üzere buluştuğumuzda son duruşması birkaç gün önce görülmüş ve ceza almıştı. 2 yıl, 9 ay, 22 gün.

Ceza almasına gerekçe olarak bir çocukla yaptığı röportaj ile yaptığı bir resim gösterildi. Mahkeme, Doğan’ın bu haber ve resimle örgüt propagandası yaptığına hükmetti. Doğan, haberde, savaşın içinde çocukların ruh halini anlattığını ve aslında savaştan uzak tutulmaları gerektiğini anlatmaya çalıştığını söylüyor. Resim için ise, “Aslında JÖH-PÖH hesaplarında sosyal medyada paylaşılan bir fotoğrafı düzenleyip resmettim. Mahkeme yıkık binaların asılan bayrakları propaganda amacıyla yaptığımı ileri sürdü. Ama onlara mahkemede de söyledim, o görüntüyü ben yapmadım, o fotoğrafı çekip paylaşanlar yapmıştı” diyor.,

ANNEYE ALTIN YÜZÜK

Mahkemenin aldığı karar bir yana Zehra Doğan gazetecilik ve resim yapmaya devam ediyor. Gazetecilik faaliyetlerinden dolayı ceza almış olabilir, ama ailesinin desteğini içinde hissediyor Doğan. “Kürtler gazeteciliğe kutsal bir iş gibi yaklaşıyor. Seslerini buradan duyuruyorlar çünkü. İlk mahkemeye çıktığımda annem, ‘Korkma kızım, arkandayız’ demişti. Babam koltuğunun altında haberimin yayınlandığı gazeteyle geziyor köyde. Haberi açıp okuyor köylülere, ‘Bunu kızım yazdı’ diyor gururla. Bu da beni mutlu ediyor, güçlü kılıyor elbette.”

Artık sergiye imza atmış bir ressam olduğuna göre, annesinin resim yapması halkında ne düşündüğünü de soruyorum Doğan’a. Diyor ki: “Annem eskisi gibi baskı yapmıyor tabi. Ama hep resim öğretmeni olayım, bir maaşım olsun istedi. İlk defa bu sergide iki resmim satıldı. Parasını alınca anneme bir altın yüzük aldım. Resim satılıyor mu diye çok şaşırdı.”

PROJE VE ÖNERİ

Mahkemenin aldığı karar bir yana, Zehra Doğan gazetecilik ve resim yapmaya devam ediyor. İleride kitap olarak yayımlamayı hayal ettiği bir çizgi roman çalışması var örneğin. Doğan, “Bu çizgi romanda Cizre’de ve Nusaybin’de tanık olduklarımı anlatacağım” diyor.

Bir de sanatla uğraşan Kürt gençlerine önerisi var Zehra Doğan’ın; o sözlerle söyleşiyi noktaladık: “Koşulları öne sürüp sanat yapmayı ertelemesinler. Olağanüstü Hal var ama dünya deneyimleri de göstermiştir ki sanat bu koşullara en iyi direnme biçimlerinden biridir. Kitch ya da arabesk ürünlerden vazgeçsinler, kendi üsluplarıyla sanat yapsınlar. Kimseye kendilerini beğendirmek zorunda değiller, eğer yaptıkları sanatsa, bu mutlaka hak ettiği ilgiyi görecektir zaten."