Üç domuz bir adam

Bir bambu yolu kesmişti. Machetayı- uzun keskin bıçağı salladı. İkiye böldü bambuyu. İçinden ikiye bölünmüş bir yılan düştü. İki parça olarak ayrı ayrı kıvranıyordu yerde. Morali bozuldu. Siz gidin dedi. Ben ormanın bir parçasını öldürdüm.

Metin Yeğin myegin@gazeteduvar.com.tr

Bir Yunan adasına geçecektim. Adalara karşı şehirlerden biri, arkadaşlardan birinin evi, deniz gören bir balkon, bilinen bir marka bira, bir kaç fıstık, kabukları soyulmamış ve başka bir yazı yazmak için oturduğum bu yazı.

Yeni başlayan bir akşamdı. Sokak lambasının altına geldiler. Üç domuz. Biri büyük ikisi yavru. Sıcaktan erimişe dönmüş asfaltı kokluyorlardı. Daha alt balkonlardan da gördüler. Şehrin ortası. Domuzlar geldi diye bağırdı biri. Yiyecek mi arıyorlar dedi bir başka balkon. Bu mevsimde yiyecek aramazlar ki? Susamışlardır dedi bir başka balkon. Mustafa amca su vermeye kalktı. Tanımıyorum duyuyorum sadece. Bir adam çıktı balkon gibi sokağa uzanmış teras üstüne. Nereden bulduysa taş atmaya başladı domuzlara. Kaçtı domuzlar. Mustafa amca su almaya gitmişti dedi bir kadın, niye taş attın. Taşları nereden buldu anlamadım taş atan adam. Bulsam ben de atıcam da domuzlara değil. Aşağıda arabaları mahvetmiş dedi. Sustu balkondakiler. Araba kutsal mekan. Erkeğin kabesine saldırmışlar. Yalan tabii ama Mustafa amca da sudan vazgeçti galiba. Çünkü kimseyi görmedim su taşıyan. Zaten hiç görmedim ama Mustafa amcayı iyi insan olarak haneme kaydettim.

Domuzlar gitti ama adam hızını alamadı iki taş daha attı. Sokak lambasının ışığında sekti taşlar susuz asfalta yapıştılar. Sizin arabalara da hasar verirler dedi taş atan adam. Hangi araba olduğunu bilsem aynasını kırıcam ama misafirim ya da havalandırma deliklerinden yumurta kırıp atıcam. Arabayı satmak zorunda kalır. Henüz çürümüş yumurta kokusunu arabasından çıkartabilen duymadım. İki gün içinde arabanın içine dolar. Pencereden kafasını dışarı çıkartarak kullanmak zorunda kalır şoför. Bir kadın arkadaşım anlatmıştı bu yöntemi. Konya’da öğrenciyken sizin eve çok erkek giriyor diye saçma saatlerde gelen, rahatsız eden apartman yöneticinin arabasına yumurta kırmışlardı. Çok sevmiştim bu yöntemi. Kafamın iktidarsız bir kısmına kazıdım. Oradan çıkartıp yazıyorum şimdi.

Domuzlar bir daha geldiler. Bu sefer anne yok ama üç yavru. Bu ikinci geliş kesin yazı konusu yaptı onları. Bu sefer hiç bir balkon su götürmeye kalkmadı. Mustafa amca da yok ortada. Hasar görecek arabalar tehditi, 1 Mayıs günü, kırılan banka camları gibi etkili tehdit. Bir leğen buldum evde. Orta boy plastik bir leğen. Ağzına kadar su doldurdum. Biraz dolaptan soğuk su da kattım nedense. Domuzlar soğuk suyu daha çok sever diye düşündüm. Dökmeden gitmeye çalıştım. Bir balkondan, bir adam;

-Ne o?

-Su

-Domuzlara mı götürüyorsun?

-Evet

Güldü.

-Bırak ölsünler susuzluktan, domuz onlar…Suyu taşırmadan taşımaya çalışıyorum leğende. Salak, bu mevsimde domuzlar ormanda su bulamayıp şehrin ortasına, bu saatte iniyorsa sen ölüyorsun farkında bile değilsin. Kavga etmeli ama önce şu suyu bırakmalıyım. Kavgacı tarafıma leğeni gösterdim. Sustu. Severim bu tarafımı. Hala kendini genç zannediyor. Leğeni karanlık yere koydum.Taşçı adam görüp taş atmasın diye. Amma taş biriktirmiş adam.

Kosta Rica’da bir yanardağın üstünde ormanın içinde gizli bir göle gidiyorduk. Hayatımda gördüğüm en yeşil orman, en yeşil göldü. Kaldığımız evin sahibi bizi götürüyordu. Bir bambu yolu kesmişti. Machetayı- uzun keskin bıçağı salladı. İkiye böldü bambuyu. İçinden ikiye bölünmüş bir yılan düştü. İki parça olarak ayrı ayrı kıvranıyordu yerde. Morali bozuldu. Siz gidin dedi. Ben ormanın bir parçasını öldürdüm.

Bana bağıran balkona döndüm. Sen öl dedim, susuzluktan öl…

Tüm yazılarını göster