Üç “cent” birikime el konulur mu, yabancı para (YP) mevduatlardan para çekmeye sınır getirilir mi, bankalardaki YP mevduatlara vergi getirilir mi?... Türkiye ancak tarihinin en ağır krizine girer ve çaresizlik devam ederse bu tarz müdahaleler daha yüksek sesle konuşulmaya başlanır
Hafta sonu katıldığım bir seminerde yaklaşık iki saat boyunca
Türkiye ekonomisinin sorunlarına dair görüşlerimi paylaştım.
Seminer sonunda, şaka yollu, doların akıbetini soran bir
katılımcıdan sonra, yanıma usulca yaklaşan bir dinleyici çekimser
de olsa sorma ihtiyacı hissetti: “6 olur değil mi?”. Bu, bir
sorudan ziyade endişe ifadesiydi. Bütün göstergelerin kötüye
gitmesi ve sürüklenme duygusu, kanımca “dolar yükselecek mi?”
sorusunun arkasında heyula gibi dikilen şu endişeyi güçlendiriyor:
Yabancı para mevduatlarına, üç kuruş birikimimize bir el atma söz
konusu olur mu?
Geniş bir parantez içinde dövize yönelimi ele alıp bu sorunun
kısa yanıtını vereceğim.
RİSKTEN KORUNMA ÇABASI SÜRÜYOR
Bilhassa mevcut gidişattan umutsuzluk ve buna karşı kendini
krizden sakınma uğraşı finansal piyasada haneler ve bireyler
açısından ters etkiyle sonuçlanabiliyor. Hanelerin sahip olduğu
yabancı para mevduatlarındaki oynamalara bakıldığında hanelerin kur
riskinin bir kısmını üzerlerine aldıklarını ancak her koşulda
neoliberal teknokratların kendilerinden umduğu gibi davranmadıkları
ortaya çıkıyor.
TCMB veri tabanına göre
yurtiçinde yerleşik gerçek kişilerin ellerindeki yabancı para cinsi
mevduatlar bir yıl önce 100 milyar dolar civarındaydı. Meblağ
2017’nin son aylarında azaldı. 2018 Şubat’ında geçici bir sıçramaya
karşın düşüş trendi devam etti ve yurtiçinde yerleşik gerçek
kişilerin yabancı para (YP) mevduatı 3 Ağustos’ta 91 milyar dolara
kadar geriledi.
Türkiye’de döviz mevduatlarının toplam mevduatlar içindeki payı
ise son bir yıl içinde önemli bir değişiklik göstermedi. Ancak
döviz piyasasındaki oynaklığın artması şirketlerin ve hanelerin
yatırım/birikim kararlarına kısa sürede etki etmeye devam
ediyor.
Merkez Bankası kibar bir şekilde 2017 yılı sonunda finansal
istikrar raporunda durumu özetlemişti: Buna göre döviz kuru
piyasalarında ortaya çıkan oynaklık hane halkının döviz talebini
etkilemekteydi. 2018 Mayıs’ındaki Finansal İstikrar
Raporu vurguyu reel sektörle tamamladı. Reel sektörün
yükümlülüklerini yerine getirebilmek için uygun anlarda yüksek
montanlı döviz alımları gerçekleştirdiği raporda belirtildi.
Hane halklarınınsa risk emici olarak görevde olduğunu belirten
Merkez Bankası beklenti bozulmasının ve kendini krizden sakınma
davranışının üzerinden tamamen atlamakta görünüyor. Merkez
Bankası’na göre “Hane halkı, genel eğilimine uygun olarak TL değer
kazandığında döviz alımlarını artırmakta ve döviz kuru
yükseldiğinde TL lehine pozisyon alarak döviz kurundaki oynaklığı
azaltıcı bir rol üstlenmeye devam etmektedir.”
Daha açık ifade edersek, MB teknokratları halkın genel olarak
siyasal iktidarın çağrılarına yanıt verdiği ve istikrara katkı
sunduğunu savlıyor.
HANELER İSTİKRARA MI KATKI SUNUYOR?
Aşağıdaki grafikte kur oynaklığı ve yabancı paraya yönelme
arasındaki ilişkiyi göstermeye çalıştım. Bankalardan çekilen ve
tekrar yatırılmayan döviz grafikte dışarıda kalsa da, yabancı para
tercihine dair yorum yapabileceğimiz veriler kısmen elimizde. Eğer
ekonomi yönetimindekilerin ve MB’nin söyledikleri doğru olsaydı her
seferinde lira değer kazanırken (mavi noktalar yüzde 0’ın üzerinde
seyrederken) hanelerin döviz alımına yöneldiğini görüyor olurduk
(kırmızı çizgi de maviye yakın seyrederdi). Ancak bu ilişki
vurgulandığı kadar mekanik değil. 25 Mayıs’ta biten haftaya
koyduğum etiketler, o hafta içinde gerçek kişilerin YP
mevduatlarında yüzde 1,87’lik artış gerçekleşirken, Türk Lirası'nın
ABD Doları karşısında haftalık yüzde 5,83 değer kaybına uğradığını
gösteriyor. Hatırlatayım: 2018 yılında en fazla YP mevduat
artışının görüldüğü o hafta Cumhurbaşkanı’nın Bloomberg
açıklamasının etkileri görülmeye başlamış, ancak telafi için Londra
seferi ve para politikasında sadeleşme gibi adımlar atılmamıştı. Bu
konjonktürde “istikrar”a destek olmaya değil koşa koşa döviz almaya
gidildiği açık.
Başka bir örnek, Temmuz ayının ikinci yarısından. Rejimin yeni
kostümlerinin, yapısal sorunları örtmeye yetmediğinin görüldüğü bir
konjonktürde, 20 Temmuz’la biten haftada Türk Lirası haftalık yüzde
3,10 değer kaybederken, haneler mayıs ayındaki kadar olmasa da
dövize yönelmiş ve YP mevduatları yüzde 0,54 artmış görünüyor.
.
Dolayısıyla, haneler oynaklık sırasında, lira değer kaybederken
dövizden çıkma eğilimi gösterse de, oynaklık hızla arttığında ve
lira hızla değer kaybederken dövize yönelim baş gösterebiliyor.
Üstelik hanelerin dövize yönelimi piyasayı sarsacak boyutlara
varabiliyor.
GECİKME ETKİSİNİ DE HESABA KATMAK GEREK
Döviz kurunun hızla sıçraması ve oynaklık hanelerin dövize
yöneliminin fazlalaştığına ve belki de necip ve bağrı yanık Anadolu
evladının kendini korumaya çalışırken AKP’nin özlediği siyasal
davranış kalıbının dışına taştığına işaret.
Ancak, bunun ötesine de bakmak gerekli. Bireylerin kriz algısı
doğrudan doğruya döviz kuruna endekslendiğinde ve kendini koruma
kaygısı her şeye galebe çaldığında sürüklenmenin parçası haline
gelmek kaçınılmazlaşıyor. Kadercilik kadar, IMF’cilik de boy
veriyor.
Kendileri birer uzman olmayan, finans piyasalarını aynen başka
alanlarda olduğu üzere alternatif tartışmasına yer vermeyen
tekelleştirilmiş kanallardan takip eden Türkiyeli bireylerin
liradaki ani bir gerilemeyi önceden ya da başlarken fark etmesi
mümkün değil. Ancak birkaç gün gecikmeyle pozisyon alma tercihi söz
konusu. Dolayısıyla milyonlarca insan da takip çabası içinde döviz
yükselirken döviz almaya, düşerken satmaya ve millet bahçelerine
varamadan anksiyete içinde yuvarlanmaya başlıyor.
PARAMIZA ÇÖKECEKLER Mİ?
Sorulara dönelim. Üç “cent” birikime el konulur mu, YP
mevduatlardan para çekmeye sınır getirilir mi, bankalardaki YP
mevduatlara vergi getirilir mi?... Türkiye ancak tarihinin en ağır
krizine girer ve çaresizlik devam ederse bu tarz müdahaleler daha
yüksek sesle konuşulmaya başlanır. Bu durumda bir müdahaleyi ayrıntılandırmadan
önce de zaten bankacılık krizi yaşanır.
Söz konusu paranoyaya varan tavır ancak yıllar boyunca uğraşarak
yaratılabilecekken, bu düşünüşün Türkiye’de çok hızlı bir dolaşım
alanı bulduğunu görüyoruz. Ancak “vur abalıya” ve “ensesine vur,
lokmasını al” reçetesinin çokça işletildiğini de herkes biliyor. En
yakın dönemli örnekler geçtiğimiz iki yıldan kaynaklanıyor.
İktidardakilerin OHAL dönemindeki
hukuk tanımazlığı kriz anlarında kolaylıkla hukuk dışına
çıkılabileceğine yönelik bir anlayışı dürte dürte toplumsal
zihniyete yerleştirdi (ya da mevcut deneyimi canlandırdı).
Ne ironiktir ki, bu düşünme tarzı, iktidara tabi olmayı
pekiştirir ve yeniden üretimine hizmet eder görünmekle birlikte
hanelerin önceki aylarda olduğu üzere liranın arkasında durma
pratiklerini aşındırıyor. Soruların işaret ettiği çekinceler, aynı
zamanda bankacılık sisteminin su gibi muhtaç olduğu YP mevduatlarda
azalmanın devam edebileceğini anlatıyor. Bir yandan da finansal
piyasada kendisini sakınmaya çalışan yurttaş varlıklarının
eridiğini, döviz alım satımına girdiğinde oynaklıktan zarar
gördüğünü, nihayetinde parasına yavaş yavaş çöküldüğünü
görüyor.