Üçüncü Cumhuriyet'in yolu Kürt barışından geçer

Ortadoğu'da devam eden küresel düzenlemelerin risklerini görmemiz ve olanaklarından zamanında faydalanmamız gerekiyor. Bunun için en doğru politika, iktidar el değiştirse de kalsa da, Üçüncü Cumhuriyet için kolları sıvamaktan geçer. Üçüncü Cumhuriyet ile Kürt meselesi Anayasal zeminde çözüme kavuşabilir.

Abone ol

Mehmet Nuri Özdemir*

"Güncel bir durum için değil, ama güncel bir durum çerçevesinde yazdım" M.Foucault

“Şimdi, nisan güneşi toprağı ısıtıyor, vadilerden hayat fışkırıyor, tomurcuklar patlıyor, ekinler yükseliyordu. Her yandan tohumlar şişiyor, uzuyor, toprağı deliyordu. Ve arkadaşlar, tekrar tekrar, sanki yüzeye yaklaşmışlar gibi daha berrak bir şekilde vuruyorlar vuruyorlardı. İnsanlar yetişiyor, kara kin dolu bir ordu, bir asır sonraki hasada hazırlanıyor, tohumlarını patlatıyordu.’’

Türkiye’de, iktidar tarafından eziyet edilen herkesin yukarıda Emil Zola’nın Germinal (Latincede tohum,tomurcuk,filiz anlamında kullanılır) romanındaki madencilerin yaşadıkları ruh haline benzer bir şekilde, sanki her sabah karanlığın dibinden aydınlığın yüzeyine varmak üzereymiş hissi ile uyandığını düşünüyorum. İktidarın her şeye projektörlerini tutuyor olması bu karanlığın asıl nedenidir. Bu yazı, eziyet edilenlerin tümünün içinde bulunduğu karanlığa küçük bir mum taşıma kaygısı ile yazıldı.

BATI'NIN HEGEMONYASI YIPRANIYOR:  GÜVENLİK PARADİGMASINDA DEĞİŞME ZAMANI

Çoğumuzun bazen seyircisi olduğu, A. Gide’ın deyimi ile ‘onurunu yitirmiş bir çağ’da yaşıyoruz. Bu onursuz çağın dinamosu kapitalizm sürekli hastalanıp krizlere girse de bir türlü ölmüyor. Kapitalizm ve uygarlık ilişkisini sıkılmadan yeniden sorgulamamız gerekiyor. Cornellus Casttoriadis’a göre, uygarlığımızın en büyük derdi kendini sorgulamayı bırakmış olmasıdır. Sorgulanmayan uygarlığın orantısız genişlemesi toplumlara göçebe halinde yaşamayı dayatıyor ve N. Luhman, "Hepimiz her yerde ve her zaman kısmen yerinden edilmiş durumdayız" diyor.

Güvenlik eksenli politikalar, çağımızın insanlarına boyun eğdirmenin en etkili tekniği olsa gerek. Ancak küresel hegemonyanın sosyolojik kapasitesi güvenlik odaklı stratejiyi artık kaldıramıyor. Yakın zamanda yapılan G-7 zirvesinde ‘ticaret savaşlarını durdurmalıyız’ söylemi, bu değişimin emarelerinden birisidir. Toplumları savaşlara mahkum edip çağımızı çığırından çıkaran temel etken elbette ticaret savaşlarıdır. Sermaye odaklı savaşların yarattığı riskler, yoksulluğu, işsizliği ve göçü dünya genelinde eş zamanlı bir biçimde tetiklerken etik olarak asla kabul edilmeyecek yıkımlara neden oluyor. Mülteci ve göç sorunu başta olmak üzere, özellikle IŞID’in şiddetli saldırıları, Batı Aydınlanması'nın sigortası olarak kabul gören özgürlük, eşitlik, hoşgörü, ilerleme ve gelişme gibi ilkelerine çok ciddi darbe vurarak adeta Batı demokrasisinin kurumsal imajını ayaklar altına aldı

Ticaret savaşlarının sıcak savaşları tetiklemesi ile oluşan riskler, öncelikle Batı toplumlarını tedirgin ediyor. Bu tedirginlik toplumun kolektif siyasi ve ahlaki iyimserliğini darbeliyor. Modern iyimserliğin yerini toplumda aşırı bireysellik, korku ve güvenlik mefhumu aldı. Korkudan kurtulmak için korkunç teknolojiler üreten uygarlık, korkuyu ancak yeniden üreterek kendini ayakta tutabiliyor. Evrensel değerleri dünyaya dağıtmakla övünen kibirli modernler, yanlış politikalar ve asırlardır eziyet ettikleri çoklukların hayaletleri karşısında, özenle inşa ettikleri demir kafesin müstakil rehineleri haline geldiler. Açıkçası, tepede duranın keyfi, altta kalanın yaşadığı dehşete toslamaya başladı diyebiliriz. Kendi sırça köşklerinde yaşarken mühendislik aklıyla başkalarının evinin içine, öfkelerine, sevinçlerine ve nasıl yaşamaları gerektiğine kadar karar verme cüretini gösteren egemenlik mefhumunun içine düştüğü durumun üzerine ileride daha çok yazılıp çizileceğe benziyor.

Batı'da yaşanan alt-üst oluşun Ortadoğu'daki yansımaları daha farklı oldu. Toplum artık özgürlükten pay istiyor. Arap sokağının kamusal protestolarla hareketlenmesi, prensin eteğinin dibinde yaşayan toplumları değişime zorluyor. Ortadoğu toplumu yavaş da olsa geceleri huzurlu uyumak için gündüzleri itaat edip boyun eğen bir toplum olmaktan çıkmaya hazırlanıyor. Özellikle Arap Baharı sonrasında adeta domino taşları gibi katılaşmış iktidarların sırasıyla çökertilmesi bunun önünü açıyor. Ayakta kalmış gibi görünenlere de bir süreliğine diz üstünde yaşama şansı verildi. Orta vadede, bölgesel eşkıyalık yapan ülkeler de bundan nasibini alacak ve yerel toplumların ciddi refleksleri ile karşı karşıya geleceklerdir. İşte tüm bu nedenlerden dolayı, Batı'nın hegemonyası, büyük çözülmeyi engellemek için riskli gördükleri toplumlara yönelik birtakım önlemler ve iyileştirmelere gidilebilir.

İMAL EDİLEN RİSKLERE KARŞI ORTADOĞU’DA YENİ DÜZENLEMELER

Küresel hegemonya, evinin dibine kadar gelen tehditleri bertaraf etmek için, riskin üretildiği coğrafyaların başında gelen Ortadoğu kent ve kasabalarını, yeni düzenlemelerle kapitalizme ve neoliberal kentleşmeye tamamen açarak kendilerince bir normalleşme sağlama yoluna gitmek zorunda. Çoklu eşitsizlik biçimlerinin yoğun olduğu Arapların taşra kentlerinde, İslamcı şiddetin yarattığı özerk alanlardan uzaklaştırılan katı devlet otoritesi neoliberal mekanlar ve şirketlerle ikame edilebilir. Yeni düzenlemelerin ilk aşaması ile Arap Baharı sürecinde askeri, siyasi ve dini yapılar darbelendi. Bundan sonra şiddetin azaltılmasına paralel bir şekilde Orta boy demokratik rejimlerin kurulma ihtimali var. Ekonomi alanında da neoliberal politika ve üretim biçimlerinin kapasitesi arttırılarak kitleler kapitalist üretime entegre edilecek ve kapitalist mekanların sayısı arttırılacak. Bu düzenlemelerle hareketli ve kusurlu ilan edilen nüfus, yerinde yaşamaya ikna edilerek göç hareketleri sabitlenmiş olacak. AKP’nin Suriye’deki savaşlarda yerle bir edilen kentlerin konut ihalelerini alarak oradaki nüfusu yönetme arzusu bu düzenlemelerin bir parçasıdır. Neoliberal yıkımın Ortadoğu‘daki en seri temsilcisi konumunda olan AKP'liler, aynı zamanda çağımızın en kalabalık müteahhit hareketidir. Dolayısı ile kapitalist mekanların kendi ideolojisi ile birlikte inşa edilmesinde çok deneyimli ve yeteneklidirler.

SICAK SAVAŞLARIN YERİNE DİPLOMASİ SAVAŞLARI

Batı'nın kendini tehdit altında hissetmesi ile yapılacak olası düzenlemelerin bir diğeri de siyasal zeminlerde şiddetin örgütlenmesi yerine müzakere ve diyaloğun devreye girmesi olabilir. Bu nedenle sıcak savaşların tedricen sönümleneceği, diplomatik savaş ve oyunların yoğun yaşanacağı bir döneme girme olasılığından bahsedilebilinir. Soğuk Savaş dönemindeki kaba kutuplaşmanın yerini ‘herkesin herkesle her an ilişki kurabileceği esnek bir model’ alacak gibi. Topyekun eleştiri ve topyekun yaklaşımlar yerine, parçalı ve esnek ağlarla örülmüş ve zaman zaman jest siyaseti ile pekiştirilecek bir politik dönemin yaşam bulması, kapitalist uygarlığın kendini yeniden yapılandırması için can simidi rolü niteliğinde olsa da bu değişim olasılığı ezilen ve sömürülen kitlelerin özgürleşmesi için de bazı fırsat ve olanaklar sunuyor. Bu durumda değişimden etkilenecek olan topluluk ve ülkelerin tutumu ve politik okumaları belirleyici olacak. Küresel hegemonyanın karşıtlaştırıp çelişkilerinden beslenerek yönettiği kesimlerin ‘uzlaşma-çelişme, savaşma- barışma’ gerilimlerinin niteliği genel gidişatın koordinatlarını belirleyecek.

ORTADOĞU’DA DEVLETSİZ KÜRTLERLE STRATEJİK İTTİFAKLAR

Politik, ekonomik ve stratejik düzenlemelerin yeni merkezlerinin başında Kürt halkının siyaseti ve yoğun olarak yaşadığı mekanlar da var. Arap Baharı'nın yarattığı depreme paralel başlayan Kürt Baharı, depremin yaralarını sarmayı öneren, toparlayıcı ve iyileştirici bir akılla oyuna dahil oldu ve kısa bir süre içinde çoklukları birarada tutmanın çimentosu oldu. Elbette bu kolektif aklın başarısı, küresel hegemonyayı tedirgin etti ve kısa bir zaman sonra Arap sokağında devam eden şiddetin fay hatları Kürtlerin yönettiği şehirleri kuşatmaya başladı.

Marx ve Engels, Komünist Manifesto'nun ilk paragrafında komünizmi hayalete benzeterek, Avrupa’nın bütün güçlerinin bu hayaleti defetmek için kutsal ittifaka girdiğini söyler. Ortadoğu’da da yaklaşık yüz yıldır Kürtlere karşı komünizm karşıtlığına benzer şekilde, nasıl bir trajedi ise, zaman zaman komünistlerin de ortak olduğu bir kutsal ittifak inşa edilmişti. Ancak Kürt karşıtlığı ekseninde inşa edilen yüz yıllık kutsal ittifak, Irak’ta Halepçe ve Enfal katliamları sonrasında, Suriye’de ise Kürtlerin İŞİD’e karşı verdiği savaşla birlikte değişmeye başladı. Böylece son zamanlarda, Ortadoğu’nun üzerinde dolaşan Kürt hayaletinin korkunç olmadığını ve Kürtlerin ultra kötülükler karşısında toplumda iyileştiren bir motivasyon yarattığı uluslararası düzeyde kabul gördü.

Bu değişimin en somut göstergesi ABD’nin Kürtlerle ilişkisidir. ABD, Suriye’de kaybettiği savaşı Kürtler ile ortaklık kurarak yeniden kazanmaya çalışıyor. Rusya, İsrail ve AB ülkeleri de Kürtlerin, Ortadoğu’da olası değişimlerin önemli aktörlerinden biri olarak görüyor. Esad Suriye savaşında, Kürtleri karşısına almadı ve muhtemelen Suriye devletinin hâlâ ayakta olmasında Kürtlerin üçüncü yol stratejisinin büyük etkisi var. Kürtlere yaklaşımda değişen bu durum, Ortadoğu’da yeni dönemin gidişatını belirleyecek anahtar niteliğindedir. Şüphesiz, tarihsel olarak Kürtlere yönelik yaygın suçlamanın zayıflamaya başlaması, Kürtlerin kötü yazgısını da değiştirebilir.

AKP’NİN AYAKLARINA DOLANAN KÜRT KARŞITLIĞI

Eğer Türkiye'de yeni bir çıkış aranıyorsa, AKP iyi çözümlenmeden bu çıkış başarılı olamayacaktır. Kürtlere yaklaşımda, devletin geleneksel rollerine yeniden kredi açarak güvenlik odaklı politikalarda ısrar etmek, AKP’yi istikrarsız bir partiye çevirip Türkiye’yi de Kürtlerle ilgili süreçlerin merkezinden uzaklaştırarak çevre ülke konumuna itiyor. Kürt karşıtlığı, AKP’nin en büyük stratejik hatasıydı denilse yeridir. Bu karşıtlık, partinin genel siyasal gidişatını doğrudan etkileyerek onu stratejik olarak bloke etmiş durumda.

Kamuoyu tarafından büyük bir destek ile sürdürülen Kürtlerle çözüm sürecinin bitirilmesi AKP’nin içine girdiği krizin en büyük nedenlerinden birisidir. Bu süreç birçok kesime göre yanlış değildi. Devlet aklı, iktidar ya da her kim yaptıysa yanlış yapmadı; ama çözüm sürecini eksik ve yarıda bırakmak, iktidarı kendisinden daha zayıf kesimlerle uğursuz ittifaklara zorladı. Bu ittifaklar, AKP’yi kendi programına tamamen ters düşürerek daha büyük yanlışlara sürükledi. Birçok sorunda olduğu gibi Kürt Sorununda da ‘çözersem çözülürüm’ kaygısı ile hareket etmeleri, kendilerini çözülmeye götürdü.

Bu dağınıklık karşısında elbette küresel hegemonya boş durmayacak. Tam da sevdikleri bir havadır bu. İktidar, ABD ve Rusya arasındaki sıkışmışlık durumuna abartılı imajlar yükleyerek süreci maskelemeye çalışsa da iki güç arasında kalmanın her zaman tutarsız davranışları doğuracağını biliyoruz. Rivayete göre sarhoş adamın biri, başka yerde kaybettiği parayı lamba direğinin altında arıyormuş. Parayı orada kaybettiğinden dolayı değil, kaldırımın o bölümü daha iyi ışık aldığı için orada arıyormuş. AKP’nin mevcut durumunu özetleyen bu hikayede, hakikati çarpıtarak ondan uzaklaşmanın yarattığı sersemlik ironik bir şekilde izah edilmiştir.

AKP’NİN SİYASAL KÖRLEŞMESİ VE ÇELİŞKİLİ SİNYALLERİN ÇOĞALMASI

Oysa ki siyaset, süreçlerin birleştirilmesi ile ortaya çıkan kritik kararlaşma ve bütünleşme anıdır. Siyasetsizlik ise bu süreçlerin arasında kaybolmak, anlamamak, çözümleyememek, birleştirememek ve nihai olarak öngörü kabiliyetinden mahrum kalarak körleşmektir. Türkiye siyaseti, AKP’nin eliyle sıradanlaştırılmıştır. AKP’nin MHP çizgisine kayması, panik halinde sağda gerici bir kenetlenme olduğu gibi bu ittifak aynı zamanda bulanık suda balık avlamaya benziyor. Türkiye’de yaşanan büyük tıkanma, bu siyasetsizlik halinden kaynaklanıyor. Özellikle 7 Haziran seçimleri sonrasında frenlenemeyen arzular, kaprisler ve kompleksler ile gündemde kalabilen, egosunu her türlü toplumsal çıkardan daha üstün tutan kişilerin toplanma merkezine dönüşen AKP’nin ideolojik olarak beyin ölümü gerçekleşti ve siyasal teorisi rafa kaldırıldı. Politik İslam ‘dava’sı AKP eliyle sıradanlaştırılıp sistem içileştirildi. Özetle Türkiye’de uzun süreden beri köpürtülen muhafazakar ve İslamist iyimserliğin de sonuna geldiğini görüyoruz.

Siyasal körleşmenin en son hali, dış politikada dondurma keyfi eşliğinde SU-35, SU-57 ve S-400’lerin şovmenliği ile dikkat dağıtıcı manevralara sığınarak, çeşitli diplomatik oyunlarla güçlü ülke imajı yaratma şeklinde sirayet etmiştir. İç politikada ise Kürtlerin kazandığı belediyelerde, halkın siyasete doğrudan katıldığı demokratik yerel yönetim sistemini askıya alarak bir istisna sayılabilecek kayyım uygulamalarını kalıcı bir rejim haline getirme arzusudur. Kürt meselesinde, birinci kuşak insan hakkı olan seçme ve seçilme hakkına el konulup belediyelere ikinci kez kayyım atamak, Türkiye açısından büyük bir talihsizliktir. Bir diğer nokta, rasyonel çözüm olanakları dururken 'Anneler' üzerinden siyasi sinsilik yaparak ahlak savaşları ile ahlaken itibasızlaştırma siyasetinden medet ummak, aynı talihsizliğin devamı niteliğindedir. Türk ve Kürt halkı bugüne kadar tüm tahriklere rağmen siyasetçilerden daha basiretli davrandı ve iç çatışma oyununa gelmedi. Ancak bugün Perinçek, Bahçeli ve Soylu troykasına havale edilmiş bir sorunun varacağı aşamanın risklerini aklı başında olan her Türk ve Kürt ciddi bir şekilde muhasebesini yapmak zorundadır.

TÜRKİYE'DE KÜRESEL TUZAKLARA KARŞI KÜRT BARIŞI MÜMKÜN MÜ?

Türkiye, AKP-MHP çizgisi ile Kürtleri tecrit ederken kendisi de dünyadan tecrit ediliyor ve Kürt sorunun çözemediği için birçok açıdan son yılların en büyük yalnızlığını yaşıyor. Küresel güçlere verilen tavizler, ödenen siyasi ve ekonomik bedeller sürekli artıyor. Ancak, güvenlikçi retorik artık kimseyi heyecanlandırmıyor. Buna karşı olası çözüm tartışmaları toplumda daha fazla karşılık buluyor. Farklı yaklaşımlar olsa da sorunun siyaseten çözülmesi gerektiğini düşünenlerin oranı daha fazla. Çözüm sürecinde yapılan kamuoyu araştırmaları kayyım atamalarında duyulan rahatsızlık, bu gerçeği doğruluyor. Ancak bu konuda hâlâ güvenlik ve şiddet çizgisine prim verilmesi insanları gelecek açısından ürkütüyor.

Bu konuda CHP ezberleri kısmen bozmaya başladı. Kürt sorununda uzun süre negatif siyasal yatırımlara sığınan CHP, kafa karışıklığına neden olan siyasal duruşunu terk ederek Kürt meselesinde söylemsel alanı ele geçirme ve söylemsel dönüşümü sağlama gayreti içine girmiş. CHP’deki bu değişim, iktidarın Kürt meselesi üzerinden sürekli kendilerini köşeye sıkıştırmasından da kurtarabilir. Bu nedenle Kürtlerle ilgili paradigma değişikliğine gitmek CHP açısından kaçınılmaz hale gelmiştir. Kürt meselesinde CHP’deki değişim sinyalleri olumlu bir hava yaratmış olsa da Kürtlerde yeterli düzeyde bir güven oluşmuş değil. Muhalefetin en küçük kazanımlarını sollanmışlık korkusu ile karşılayan AKP, CHP’nin Kürtlerle yakınlaşmasından muazzam derecede korkmaktadır. AKP'nin Kürtlerle ilgili ‘ben barışırsam herkes barışmalı; ben savaşırsam herkes savaşmalı’ gibi kompleksli bir patoloji ile hareket etmesi herkesi bezdirmiş durumda. CHP, AKP'nin tekeline alınmış Kürt meselesinde kendini sorumlu hissetmeye başlaması Kürtleri ötekilestirme ve ülkeyi kaosa sürükleme gibi hevesleri boşa çıkaracak kadar hayati önem arz ediyor. AKP'nin daha önce ki çözüm sürecinde alınan mesafeyi hatırlarsak ve CHP'deki mevcut değişimi de hesaba katarsak Kürt barışı neden mümkün olmasın?

HOMOJEN CUMHURİYETTEN DEMOKRATİK CUMHURİYETE

"Tarihin çökeltisi olsak da kendi tarihlerimize müdahale etmede muktediriz" Wendy Brown

Sorunlara çözüm bulmanın zorlaştığı ve genel bir belirsizlik halinin yaşandığı Türkiye’de, cumhuriyet rejimini yeniden tartışmaya açmanın, cumhuriyetin demokratikleştirilerek kapsayıcı ve kurtarıcı rolünün önemi gittikçe artmaktadır. Z. Bauman, küreselleşmenin kör, yabanıl, sapkın, denetimsiz , bölücü ve kutuplaştırıcı tek alternatifinin cumhuriyet olduğunu söyler. Cumhuriyet rejimi, olası tehlikelere karşı hepimizi örten bir örtü, bir şemsiye olma hayali ile kurulmuştu. Ancak 90 yıllık tarih boyunca homojen ve egemen bir grubun menfaatlerine hizmet eden bir rejim haline geldi.

AKP hükümetleri ile birlikte cumhuriyet rejimi yeni bir evreye girdi. Cumhuriyetin yapıbozuma uğramasında fayda vardı. Gerek kurucu aktörlerin askeri kimliği, gerekse de cumhuriyetin etnik ve dini temelde otoriter ve tekçi karakteri bunu zorunlu kılıyordu. Ancak yakın geçmişte Türkiye’de kurulan hükümetlerin ve şimdi de AKP hükümetlerinin arzu edilen yapıbozumu gerçekleştirememiş olması, bunun yerine sağ popülist bir yapısallığın ve istisnaların kural haline gelmesi, ülkede istikrarsızlığı ve güvensizliği yeniden egemen kılıyor.

AKP, cumhuriyeti demokratikleştirme amacını ıskalayarak bencil davrandı ve ilk cumhuriyetçilerin hatasına düştü. Cumhuriyeti çağın ve toplumsal realitelerin ihtiyaç duyduğu şekilde dönüştüremeyince ileri demokrasi vaadini bir kenara itip post-monarşik bir yapı haline geldi. Türkiye’de, bir yapısallık olarak Birinci Cumhuriyet'in beyaz-seküler kesimleri ile İkinci Cumhuriyet'in muhafazakâr-İslamcı kesimlerinin yanı sıra; Kürtleri ve sosyalistleri de içeren Üçüncü Cumhuriyet'i inşa etmek olanaklı mıdır? Türkiye siyaseti, farklılıkları tanımlayan ve güvence altına alan cumhuriyetin üçüncü evresine geçebilmenin zorluklarını nasıl aşabilir? Devlet aklı ya da hikmeti hükümetin nihai olarak Kürt meselesini çözerek bir refah toplumu ve demokratik bir rejim yaratma hedefi var mıdır? Bu sorular, ülkenin geleceğini kurmada tartışılması ve yeni sorularla zenginleştirilmesi gereken bir yerde duruyor.

Tarihte siyaseten yapılan hatalar, açılan yarıklar ve oluşan çatlaklar topluma bazen yeni kurtuluş zeminleri sunabiliyor. Dolayısı ile Babil sonrası kargaşayı önleyebilmenin yolu, toplumu bir arada tutan ve temel yapıştırıcı olma potansiyeli taşıyan cumhuriyeti demokratikleştirmek olabilir. Şimdinin fay hatlarından hareketle Üçüncü Cumhuriyet, çoğul aktörlerin demokratik ve anayasal zeminde asgari düzeyde bir ortaklaşmayı kurmaları ile yeniden restore edilebilir. Bu ortak zeminde kapsayıcı buluşma ve tartışmalar yapılarak mesafe alınabilir. Cumhuriyeti yeniden yapılandırarak çağdaş ve müreffeh bir toplum yaratmak, tüm kötülüklere rağmen hâlâ mümkündür. Meclis bu işin zemini olabilir. Mecliste oluşturulacak ortak komisyon ile tüm bölgelerde halk buluşmaları yapılarak yeni toplum sözleşmesine halkın doğrudan katılımı sağlanabilir.

KÜRTLERE YASA DIŞILIK DAYATILMAKTAN VAZGEÇİLMELİ 

Kürtlerin ne yasanın dışında ne de içinde tutulması devletin resmi paradigmasının bir tasarrufudur. Kürtleri ne içeriye alma ne de dışarıda tutma siyaseti kimliksizleştirme halini yaratma amacı taşımaktadır. 40 yıllık deneyimler, zamanın ruhu ile buluştuğunda Kürt sorunun zenginleştirilmiş hamaset biçimleri ile çözülemeyeceği rahatlıkla görülebilir. Zira Kürtlere yasa dışılık dayatılmaktan vazgeçilmeli ve cumhuriyetin içinde anayasa ile güvence altına alınmış bir yer açılmalı. Kürtlerin siyasal kurumlarının kriminalize edilmesi, neredeyse her gün onlarca siyasetçinin keyfi nedenlerle gözaltına alınması ve tutuklanması, ülkeyi büyük bir hapishaneye çevirmekte ve sorunu içinden çıkılamaz hale getirmektedir. Hem Türkler hem Kürtler, bu gerilimden, ölümlerden ve belirsiz bir geleceği omuzlama yükünden yorgun düşmüştür.

Kürt meselesi, şiddet politikalarıyla herkesin kaybedeceği, siyaset ve barış politikalarıyla herkesin bir arada tutulabileceği kazan-kazan siyaseti ile çözülebilir. Müzakere ederken bile yüzleşmekten korkan, Mesut Yeğen’in tabiri ile ‘sorunu kendisinden başka bir şeymiş gibi’ gören bir akıl ile işler artık yürümüyor. Bu aklın tahribatlarını temizlemek için çağdaş, adaletli ve barış içinde yaşamak amacıyla demokratik bir anayasayı hep birlikte talep edebiliriz. Tabutçuları ve halkın bir nebze de olsa kendi sevincini yaşamasını içine sindiremeyen asık suratlı siyaseti değiştirebiliriz. Demokrasiyi geri çağırabiliriz. Dört yıllık çatışmalı süreç, yedi yıllık Suriye savaşı ve 40 yıllık çatışmalı zamanlardan yeni dersler çıkarmak zorundayız.

Sonuç olarak, Ortadoğu'da devam eden küresel düzenlemelerin risklerini görmemiz ve olanaklarından zamanında faydalanmamız gerekiyor. Bunun için en doğru politika, iktidar el değiştirse de kalsa da, Üçüncü Cumhuriyet için kolları sıvamaktan geçer. Üçüncü Cumhuriyet ile Kürt meselesi Anayasal zeminde çözüme kavuşabilir. Kürt sorunu çözülmediği sürece, iktidarın kimlerin elinde olduğu önemli değildir; çözümsüzlüğün bir sonucu olarak, rejimin muğlak ve keyfiyetçi karakteri kalıcı hale gelecek ve bu keyfiyet herkesin kapısını bir gün çalacaktır. Ernast Renan, geçmişten bazı şeyleri hatırlama, bazı şeyleri de unutma konusundaki kritik uzlaşıdan bahseder. Bizler de toplum olarak, küresel düzenlemelerin yapıldığı şu günlerde, kendi tarihimize dönüp bazı şeyleri yeniden hatırlama ve bazı şeyleri de unutmak üzerine uzlaşmak zorundayız. Başa dönersek; bizim Germinal'imiz Üçüncü Cumhuriyet olabilir. Hepimiz birlikte onu çağırmaya koşullanmalıyız.

*İhraç Kürt Öğretmen