Ukrayna’daki savaş, dünya açısından olabilecek en kötü zamanda geldi. Pandemi koşulları, enflasyon, gıda felaketinin ayak sesleri, giderek sertleşen iklim krizi, enerji bağımlılığı, mülteci meselesi… Bir de yeni bir gelişme: Bugüne dek uyuyan dev Almanya, krizde aktif rol oynamanın eşiğinde. Ürkek bulunan, hatta çekingenliğiyle alay konusu olan yeni şansölye Olaf Scholz kamuflaj giymeye niyetlenmiş gibi. Savaş karşıtları giderek zayıflarken, Avrupa’da gökyüzü giderek kararıyor.
Der Spiegel dergisi, iki hafta evvel Almanya’nın yeni şansölyesi Olaf Scholz’la bir röportaj yaptı. Bu iddialı röportaj, derginin kapağında Scholz’un düşünceli bir fotoğrafı ve dev puntolarla yazılan bir soru cümlesi ile sunuluyordu:
“Korktuğunuz nedir Sayın Şansölye?”
İki sınır ötede bir savaş yaşanırken Alman Şansölyesi hiç korkar mı? Der Spiegel, bunun cevabını almak istiyordu. Bu cevabı alabilmek için de röportaj boyunca Scholz’a kışkırtıcı ve epey sert sorular yöneltilmişti. Röportaj “güm” diye açılıyordu örneğin:
" - Sayın Şansölye, siz savaş karşıtı mısınız?
[Burada “pasifist” sözcüğü kullanılmış; bağlamına göre “barış yanlısı” diye de çevrilebilir ama bu röportajda “savaş karşıtı” ifadesi daha iyi oturuyor].
- Değilim.
- Neden değilsiniz?
- Yaşadığımız dünyada, yeterli savunma kapasitesine sahip olarak güvenliğimizi sağlayabilmemiz önemli. Bundan önce, Parlamento’nun ve kabinenin bir mensubu olarak, Bundeswehr’in [Alman ordusu] yurt dışı misyonlara gönderilmesine defalarca onay verdim. Bir ‘pasifist’ olsam, bunu yapamazdım.”
Gelecek yıllarda tarihi bir malzeme olarak değerlendirilecek bu röportajda, Der Spiegel’in bu denli ince hesaplara neden ihtiyaç duyulduğuna, Kiev’in yardım çağrılarına neden böyle sessiz kalındığına yönelik sorularına Scholz, mevcut koşullar içinde ellerinden geleni yaptıklarını ve ringden kaçmadıklarını söyleyerek cevap veriyordu. Röportajı gerçekleştiren iki gazeteci, Melanie Amann ve Martin Knobbe şansölyenin cevaplarından hareketle bir konunun altını çizmişti: Demek ki ne Scholz’un kendisi ne partisi ne de Alman halkı “pasifist” sayılabilirdi.
Şansölye buna itiraz etmedi.
Bu konu netleştiğine göre…
Gazeteciler yeni bir soruyla geldi: Ukrayna’yı Rusya’ya karşı askeri açıdan bütün gücünüzle neden desteklemiyorsunuz?
***
İngiliz yazar John Kampfner’in iki yıl önce yayımlanan hayli ilginç bir kitabı var. Why the Germans Do It Better? [Bu kitap yakın zamanda Türkçe’de de “Almanlar Neden Daha İyi Yapıyor” ismiyle yayımlandı.]
Kitapta Kampfner, Berlin siyasetiyle haşır neşir olanların, gazetecisiyle, sivil toplumcusuyla, siyasetçisiyle Berlin’i bilen herkesin aklında hep tek bir soru olduğunu yazıyor:
Almanya büyük bir güç gibi davranmaya ne zaman başlayacak?
“Siyaset bilimciler Almanya’yı ‘gönülsüz hegemon’ ve ‘yeni bir sivil güç’ diye anar. Ya da Henry Kissinger’in söylediği şekliyle, ‘Avrupa için çok büyük, dünya için çok küçük” diyerek…
Savaşın ardından, Almanya kendine hep sırtını yaslayacak birini buldu. Savunmayı ve güvenliği hep başkalarına, Amerikalılara, NATO’ya ve son zamanlarda da Avrupa Birliği’ne ihale etti. İstihbarat sağlayarak, insani yardım misyonlarına katılarak ve önemli oylamalarda müttefiklerle hizalanarak, sadık bir yedek rolünü oynadı. Ama ellerini hiç kirletmedi. Almanya, korunup kollanmış çocuktu.”
***
Korunan bu çocuk, Ukrayna savaşı başlar başlamaz, savunmaya bugüne dek görülmemiş bir bütçe ayıracağını açıkladı: 100 milyar euro. Euronews’in bildirdiğine göre, bu bütçeyle alınacak ve üretilecek silahlar listesinde, yeni F-35’ler, ağır nakliye helikopterleri, Fransa ve İspanya ile işbirliği içinde hava savunma sistemleri ve yine Fransa ile geliştirilen yeni muharebe tankı var.
Almanya on yıllardır görülmemiş şekilde silahlanıyor. “Gönülsüz hegemon” ya da uyuyan dev, yavaş yavaş uyanıyor.
Tüm dünyanın cevaplaması gereken soru da burada yatıyor: İkinci Dünya Savaşı’nın sebebi olan Almanya’nın bu ölçüde silahperver olmasını ister miyiz? Almanya’nın “pasifistliği” zaten barışın sigortası değil miydi?
Görünen o ki, bu eski Almanya bazılarına yetmiyor. Hele savaş tamtamları çalarken…
***
İşte “Neden elinizi çabuk tutmuyorsunuz” diyerek Şansölye Scholz’a yüklenen Der Spiegel… Dergi, savaşın başlamasından hemen sonraki bir başka sayısında, Olaf Scholz’u bu defa “gönülsüz savaşçı” diyerek kapağa taşımıştı. Orada dergi, başkanlık dönemi öncesindeki Scholz’u müthiş bir müzakereci ve akıllı bir stratejist olarak selamlıyor ama ‘şansölye’ olarak zayıf ve uzak olarak niteliyordu. Şu soruyu da kuvvetli bir şekilde sorarak: O kadar siyasetçinin arasında, bu kader anında Almanya’ya o mu liderlik edecekti?
Dergi, onu pısırık ve çekingen buluyordu (İlgili makalenin, Scholz’la röportajı yapan aynı iki gazetecinin elinden çıktığını da belirtelim).
Sesini hiç yükseltmeyen, ruh hali mimiklerinden okunamayan, önüne serilen kırmızı halıda dikkatli küçük adımlarla yürüyen bir adam… Almanya, Merkel’den sonra işte bu adamı seçmişti. Seçilmesinden itibaren görünmez olan, dikenlerle dolu derisinden asla dışarı çıkmak istemeyen bu siyasi kirpiyi…
Savaş halinde bu adama mı güveneceğiz demeye getiriyordu dergi.
Scholz’un bu çekingenliği herkesin diline o kadar yerleşti ki, şansölye geçen gün, Kiev’e gitmenin planları arasında olmadığını açıkladığında, Ukrayna’nın Berlin büyükelçisi ona “İncinmiş bir sosis gibi davranıyor” dedi. [Tam olarak, Almanların meşhur sosisi ‘leberwurst’ sözcüğünü kullandı büyükelçi.]
Bir devlet başkanı için katlanması zor bir durum.
Nihayet bu hafta yeni bir savaş manşetiyle çıkageldi Der Spiegel. Kapakta bu defa, Scholz’un başında olduğu trafik ışığı koalisyonunun ikinci büyük parçası olan Yeşiller Partisi vardı. Tam olarak üç önemli “Yeşil” figüre yer verilmişti. Partinin lideri ve Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock; Ekonomi ve İklim Bakanı, başkan yardımcısı Robert Habeck ve şu an kabinede bir görevi bulunmasa da partinin geçmişten bugüne önemli isimlerinden Anton Hofreiter…
Dergi onlara “Zeytin Yeşilleri” diyordu. Zeytuniler… Askeri üniformanın, zeytine çalan hâkî renginden esinlenerek… Zaten kapakta da onlara kamuflaj giydirilmişti. Üniformalı Baerbock elinde partinin simgesi o pozitif ve barışçı günebakanı tutuyordu tutmasına ama Hofreiter da omzuna ağır bir silahı yüklemişti.
Dünya bu kadar değişti mi sahiden?
Bildiğimiz Yeşiller barışçıydı, peki Zeytuniler savaşa mı gidiyor?
Yoksa bu fazladan bir niyet okuma mı?
Şunu belirtmeme izin verin; çok uzun, çok detaylı bu makale savaş yanlısı bir makale değil. Kalabalık gazeteci yazar kadrosu bugüne dek barışperver Yeşiller’in birdenbire “savaşa hazır” bir tutum takınmasının ardında yatan nedenleri sorguluyor. Der Spiegel’in kendisinin de Scholz’a bunca yüklenmesine, biraz fazla heyecanlı görünmesine rağmen, açıkça savaşkan bir tutum içinde olmadığını söylemek gerekir. (Ama öte yandan Der Spiegel gibi güçlü yayınların da gri bölgelerde fazla dolaşmamaları gerekir).
Neticede bu tutumun, “savaş”ın bunca zikrinin ardında yatan elbette temel bir neden de var.
O temel neden de şu: Avrupa’da bir savaş var.
***
Gelecek, geliyor denen o gün sahiden yakın mı peki? Bu savaş bir büyük dünya savaşına evrilebilir mi? Yoksa çoktan evrildi mi?
Bir iki tekinsiz işaret var…
İngiltere dışişleri bakanı Liz Truss, geçen hafta yaptığı bir konuşmada, bu ‘krizin’ on yıl süreceğini söyledi. Batılıların ihtiyatlı değil cesur olması gerektiğini de dile getirdi. Rus medyası da bu sözlerin “Savaşın, Batı ve Rusya arasında olduğunun kanıtı” olarak okunabileceğini yazdı. Batı’nın Moskova’yı nihai olarak dize getirene dek, bu savaşın bitmeyeceğine dair bir kanıt… İki buçuk ay önce böyle bir savaşın zaten olmadığı sanki Rus medyası tarafından unutulmuş gibi.
Tam bir kısırdöngü.
Oxford Üniversitesi’nden küresel tarih profesörü Peter Frankopan, bu haftasonu Sunday Times’daki makalesinde bu konuyu yazdı. Kısa süre öncesine dek Amerikan Milli Güvenlik Kurulu’nun, Avrupa ve Rusya meselelerine bakan kıdemli direktörü Fiona Hill’in henüz sarf ettiği sözlere de işaret ederek:
" 'Yeni bir dünya savaşı çıkar mı' sorusuna daha önce muhatap olsaydı, bunu ‘uzak bir ihtimal’ diye cevaplandıracak olan Hill, geçen haftasonu başka bir şey söyledi: 'Zaten bir süredir bu savaşın içindeyiz.' "
Frankopan’a göre Ukrayna’dan yayılan şok dalgaları çok uzak coğrafyalara zaten yayılıyor. Yayılmaya da devam edecek. Yine Frankopan, Ukrayna’da yaşananların, küresel açıdan özellikle talihsiz bir zamanda geldiğini söylüyor. Pandemi koşullarından dolayı taşımacılığın sekteye uğraması, felakete doğru giden gıda kıtlığı, bu sene çok daha sert koşullar üreteceğinin işaretlerini şimdiden veren iklim krizi, enerji ve hammadde bakımından Rusya’nın elinin hâlâ çok güçlü olması ve Batı’nın bağımlılıktan kısa vadede kurtulacak gibi görünmemesi, özellikle mülteci meselesinden dolayı Üçüncü Dünya ülkelerinde Batı’ya karşı hızla artan güvensizlik…
“24 Şubat’ta Ukrayna’nın üzerine yığılan fırtına bulutları, öyle veya böyle tüm dünyayı, hepimizi etkileyecek” diyor Frankopan. “Gökyüzü giderek kararıyor.”
***
Bulutlar kümeleniyor…
Scholz’a “Korktuğunuz ne” diye sorulmasının üstünden iki güç gün geçmişti ki, pısırık diye yaftalanan şansölye Ukrayna’ya ağır silahların teslim edilmesine karar verdi. Sadece Almanya değil tüm Avrupa, ağır veya hafif, Ukrayna’ya silah sevkiyatını hızlandırdı.
Üzerine gidilen o röportajda Scholz şunları söylemişti: “Elimizde bu savaşın bir tarafı gibi görünüp görünmeyeceğimizi gösteren bir ders kitabı yok. Kitap her gün yeniden yazılıyor ve halen bazı dersler eksik. Her adımımızı dikkatlice ve birbirimizle koordine olarak atmak şimdi daha da önemli. Benim en büyük önceliğim, meselenin NATO’yu da içine çekecek şekilde tırmanmasını önlemek. Bu yüzden ne anketleri ne de yükselen tiz sesleri önemsiyorum. Hata yapmak dramatik sonuçlar doğurur.”
Şunları söyleyen Scholz’un fikri neden değişti? Fazla hesapçı bilinen, o sessiz sakin lider, çekingenliğini neden bir kenara bıraktı?
Almanya, o sessiz dev, on yıllardır ayrı durduğu o savaş korosuna yeniden dahil mi oluyor? Savaş bazılarının söylediği gibi aslında çoktan başladı mı? Bu kriz yıllarca sürecek mi?
Yazar Javier Cercas, Ukrayna’da savaşın başlamasından günler önce El Pais’teki makalesinde, “Tarihte ilk defa Avrupalıların büyük çoğunluğunun savaş yaşamadığı bir dönemdeyiz” demişti. “Bu onun ne olduğunu unuttuğumuz ve genelde kötülenmesine rağmen yeniden savaşa girişebileceğimiz anlamına geliyor.”