Üçüncü savaşa hazır mısınız?

Oldu da üçüncü dünya savaşı kapıya geldi dayandı, bizde ne yapılabilecek? Adına illa üçüncü dünya savaşı demeye gerek de yok. Türkiye’nin kuzeyinde de, güneyinde de, doğusunda da daha önce hiç aşılmamış eşikler üst üste aşılıveriyor baksanıza. Gerçek bir barış cephesi oluşması için çanlar epeydir çalıyor aslında.

Barış Avşar bavsar@gazeteduvar.com.tr

Niye “üçüncü dünya savaşı”nı konuşuyoruz?

Sırbistan (evet hem de Sırbistan!) Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, 15 Mayıs’ta yaptığı bir açıklamada, “Üçüncü dünya savaşından söz edemeyeceğini” belirtip sonra da bir güzel söz etti. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana gelinen sürecin sonunda bizi, öyle çok da değil ‘üç vakte kadar’ büyük bir çatışmanın beklediğini

Ondan hemen önce, Mart ayında Polonya Başbakanı Donald Tusk da, savaşın artık geçmişte kalan bir kavram olmadığını, hatta 2 yıldır zaten devam ettiğini söylemişti: “Bunun kulağa yıkıcı geldiğini biliyorum, özellikle de genç nesiller için... Ama zihinsel olarak yeni bir dönemin geldiğine alışmalıyız: Savaş öncesi

Adına ‘Üçüncü dünya savaşı’ demeyip başka kelime birlikleriyle anlatmış olsalar da, ‘büyük çatışma’ ya da ‘savaş öncesi dönem’ tarifleriyle yankılanmadı tabii bu açıklamalar. İlk dünya savaşının çıktığı ülkenin cumhurbaşkanına şimdi üçüncüsünün çıkıp çıkmayacağı sorulabiliyorsa, herhalde böyle bir ihtimal söz konusu olduğu içindi! Ya da ikinci savaşın en büyük yıkıma ve acıya neden olduğu ülkenin başbakanı, genç zihinleri ‘savaşa alışmaya’ davet ediyorsa, demek ki gerçekten savaşa doğru giden yol kısalmış olmalı...

Trump bile Biden’ı üçüncü dünya savaşına yol açmakla suçladığına göre… 

***

İhtimaller konuşuldukça güçleniyorsa, o zaman meseleyi hafife almamak lazım. Zaten hafife alınmamış olacak ki Türkiye’de de bir gündem başlığı haline geldi ‘üçüncü dünya savaşı’. Önce Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ‘Ukrayna Barış Konferansı’ndan henüz dönmüşken yaptığı değerlendirmede ‘savaşın kıvılcımlarının başka yerlere de sıçrayabileceğini’ Dışişleri Bakanı Ukrayna’da savaşan taraf olan Rusya’nın bulunmadığı bir ‘barış konferansı’ndan gelir gelmez, “Devam eden savaşın bölgeye ve dünyaya maliyeti çok fazla, daha da vahimi bu risk büyüyebilir, yayılabilir. Nükleer silahlar gündeme gelebilir” diyorsa demek ki mesele burada da ciddiye alınıyor.

Nitekim Dışişleri Bakanı Fidan’ın ardından dün, Milli Savunma Bakanlığı’ndan da bir ‘üçüncü dünya savaşı ihtimali’ açıklaması geldi. Bakanlığın Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğamiral Zeki Aktürk, ‘tabii ki bir ihtimal’ diye söz ettiği dünya savaşı için konuşurken ordunun da ‘her türlü senaryoya karşı’ hazır olduğunu belirtti.

‘Tretmanları’nda neler olabilir ki bir dünya savaşı senaryosunun?

Nükleer silahların açtığı derin yaralarla çölleşmiş, göğü kırmızı, yeryüzü kavrulan bir dünya? Fonda bunları gördüğümüz bir senaryoya bile hazır olunabiliyor mu mesela?

‘Her türlü’ dendiğine göre demek ki olunabiliyor ya da olunabileceği düşünülüyor…

Dünya yanıp bitse de her türlü senaryoya zamanında hazırlık yaptığı için böyle bir durumu hazırlıklı karşılamış bir ordu…

Ya da bir ülke…

Olabilir mi?

Dünyanın kalanı yok olsa da tek başına ‘devam’ diyebilecek kadar hazırlık yapmış olmak? O noktadan sonra neye devam edilecek?

***

Yok, elbette bakanlık müşaviri amiralin kastı bunlar değildir. Zaten işler de oraya varmaz. Oraya varmaz da nereye varır?

Yeni bir dünya savaşından söz edildiğinde akla geliveren ‘her türlü senaryo’nun ucu bucağı yok ki!

Kaz adımlarıyla yürüyüp giden sert bakışlı, çelik miğferli askerler…

O askerlerin görüntüleri eşliğinde halka kendi ülkelerinin neden savaşa girmekte çok haklı olduğuna, neden çocuklarının cephede ölmeleri gerektiğine ve neden savaşın mutlaka kazanılacağına dair ateşli nutuklar atan politikacılar…

O politikacıların sözlerine güvenip gönüllü yazılarak cepheye gitmek için sıraya giren gençler…

O gençlerin arkasından gözleri nemli, endişeli ama ‘hayırlısıyla döner gelir’ diye bekleyen anneler…

O annelerin evde kalan çocukları için bir lokma ekmek bulma çabasını sömürecek karaborsacılar, savaş zenginleri…

Bunların hepsini izlerken savaşın ilk yılı, ikinci yılı, üçüncü yılı için hesap kitap yapan, hammadde sipariş eden silah tacirleri…

Ve sonunda, mesela bir ay kadar sonra, 6 Ağustos günü 80. yıldönümünde yine yası tutulacak olan Hiroşima…

Ya da Nagazaki, Berlin, Stalingrad, Paris, Londra…

Ve en sonunda cephelerde, kentlerde, köylerde…

Ölmüş, sakat kalmış, aklını yitirmiş on milyon, otuz milyon, elli milyon, yüz milyon insan…

Öyle olmadı mı? Hem de iki defa? Bu anlattıklarımız sadece savaş filmlerinden, belgesellerden akıllara yerleşmiş, geçmişin hayali manzaraları mı yoksa?

Yok yok, işler oraya kadar varmaz…

Varmaz mı?

***

Aslında önceki iki büyük savaş, dünya egemenliği kavgasına tutuşanların attığı her adımla birbirine bağlanan, tek bir hesaplaşma gibi de görülebilir. 1918’in mirasıdır 1945’te atom bombalarıyla dünyayı dehşet içerisinde bırakarak toptan yok oluşun resmini çizen. Şimdi, ikinci savaşın bitişinden 80 yıl sonra yeniden bir dünya savaşı konuşulabiliyorsa eğer, o mirasın peşinde yeni egemenlik kavgaları bunca zamandır süregeldiği içindir. 80 yıl boyunca ‘bölgesel’ diye anılan kaç savaş yaşandı?

Kore’den, Vietnam’dan başla, gel Irak’a, Afganistan’a, Suriye’ye, Libya’ya, Yemen’e sonra da Gazze’den Ukrayna’dan çık!

Adına bölgesel dense de son 80 yıl, enerji ve ticaret yolları için, su kaynakları için, madenler için süregelen onlarca çatışma ile geçirildikten sonra…

Dünya bu süre boyunca birkaç yıl bile üst üste savaşsız bir dönem yaşayamamışken…

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra kesin galibiyetini ilan edenlerin kendi elleriyle yarattıkları yeni savaşların sonunun bir büyük barışla gelmesini beklemek hayalciliktir zaten!

Ancak yine de soralım: Üçüncü dünya savaşına hazır mısınız?

***

Madem yaşadıkları süre içinde zaten dört bir yandan üzerlerine onca şiddet sahnesi boca edilmiş, öyle büyümek zorunda bırakılmış ‘genç zihinler’in savaşa hazırlık yapması lazım, bir davette de biz bulunalım: Epeyce bir dünya savaşları külliyatı biriktirmiştir edebiyat, İlya Ehrenburg’un 'Paris Düşerken’iyle savaş öncesinden başlayıp, Anna Seghers’in 'Yedinci Şafak’ına yani savaşın sonuna varana kadar okunması gereken…

Çünkü devlet görevlileri, siyasetçiler, askerler savaş ihtimallerini her zaman ‘değerlendirirler’, ‘hazırlanırlar’ hatta ‘zihninizi hazırlamanızı’ da isterler. Ancak bu ihtimallerin nasıl tamamen ortadan kaldırılabileceğine dair, neden iki büyük dünya savaşı yaşandığı halde halen böyle ihtimaller olduğuna dair konuşmayı pek sevmezler.

Bir de tabii barış için umut hep vardır.

Gazze’deki kıyım aylarca ve onca devletin gözü önünde devam ettikten sonra saldırganlığa karşı tek gerçek hamlenin Avrupa ve ABD şehirlerinin sokaklarında ortaya çıkmasında görüldüğü gibi. Onlarca devletin laf olsun diye kınamalarla, görmezden gelip ticareti devam ettirmeyle, sessizlikle onay vermeyle geçirdiği, dokuzuncu ayına doğru gittiğimiz Gazze’deki utanca karşı Batı’daki gençler bunu yapabildi.

Peki mesela oldu da üçüncü dünya savaşı kapıya geldi dayandı, bizde ne yapılabilecek?

Adına illa üçüncü dünya savaşı demeye gerek de yok. Türkiye’nin kuzeyinde de, güneyinde de, doğusunda da daha önce hiç aşılmamış eşikler üst üste aşılıveriyor baksanıza.

Gerçek bir barış cephesi oluşması için çanlar epeydir çalıyor aslında.

Tusk’ın lafına uyup ‘zihinleri hazırlamak’la yetinilmeyecekse eğer, ülkede ve dünyada barış için mücadeleden başka sonunda ışık olan bir yol görünmüyor.

Halklar savaşa hazırlanamaz çünkü, ‘savaşa hazır halk’ olamaz.

Sadece barış her zaman savunulabilirdir.

En karanlık günde bile…

Tüm yazılarını göster