Mr. Lee barikatın üstündeydi, Koreli çiftçi. Kısa ama keskin
bıçağını çıkartıp, “WTO, Koreli çiftçileri öldürüyor.” diye bağırdı
ve bıçağını kendi karnına sapladı. Ender bildiğimiz uzak Asya
kelimelerinden biriyle ‘Harakiri’ yaptı. Kore’den oldukça uzakta,
Meksika Cancun’daki o barikatta öldü Mr. Lee. Barikatın arkasında
Meksika polisleri, askeri kuvvetleri, tabii ki kalın tahta copları,
silahları, farklı zaman süreleriyle öldürme güçleri olan bombaları
vardı. Onların arkasında, bütün dünya hükümetlerinin ceketli
kravatlı bürokratları ve ellerinde evrak çantaları –Ne garip
paralarını da bizim ödediğimiz– WTO-Dünya Ticaret Örgütü’nün
toplantısı vardı ve gıda ürünlerinin üstünden gümrük
sınırlandırılmasının kaldırılması kararı alıyordu. Bu karar Mr.
Lee’yi ve Koreli çiftçileri öldürüyordu.
Kore’de küçük çiftçiler, bir çuval, 50 kilogram pirinci 120
dolara üretebiliyorlardı. Dünya Ticaret Örgütü’nün kararıyla gıdada
da gümrük duvarları kalktığında, Kore’ye 50 kg ABD pirinci 22
dolara, Çin pirinci 20 dolara geliyordu. 120 dolara karşı 20 dolar
ya da 22 dolar! Tabii ki bir Koreli küçük çiftçinin bununla rekabet
edebilme şansı yoktu. Kore dağlarında çiftçilerle konuşurken Mr.
Lee’yi soruyordum. “Kısa ve keskin bıçağını kendi karnına saplaması
sizi şaşırtmadı mı?” diye. “Önemli bir eylemdi”’ dediler “ama
biliyor musun, Kore’de sadece bir yıl içinde 200’den fazla Koreli
çiftçi iflas ettiği için kendini öldürdü.” Dünya Ticaret Örgütü
Koreli çiftçileri öldürüyordu.
Tabii ki ithal pirinç ülkeye girdiğinde pirinç ucuzluyor ve
yoksullar daha fazla pirinç yiyebilir, diye düşüneceksiniz. –Et
için bugün bize söyledikleri gibi.– Ah, çok safsınız. Kapitalizm
böyle bir şey yapar mı sizce? İlk başta kısa bir süre ucuzluyordu
pirinç. Bir, en fazla iki sezon. Ardından bu rekabete dayanamayan
küçük çiftçiler artık pirinç üretmeyince, yok olduklarında, artık
pirinç fiyatı eskisinin yedi katına yükseliyordu. İktisat
derslerinde arz ve talep diye okutuyorlardı bunu galiba. Biz
çocukken gecekondularda gizlice yaptığımız siyasi eğitim
çalışmalarında, doymak bilmez asalak sermaye diyorduk buna.
Sadece Kore değil dünyanın birçok yerinden örnek verebilirim
size. Mesela Haiti’de yetersiz beslenmeyi azaltmak için (!) ABD
hükümeti binlerce ton pirinç hibe etti. Yardımsever iyi bir
hükümetti. Kısa bir süre sonra Haiti’de pirinç üreticisi kalmadı.
Köylüler kentlere göç ettiler çünkü artık onlara da ihtiyaç yoktu.
Sonra Haiti sürekli pirinç ithal eden bir ülke halini aldı. Tabii
ki satın aldılar. Sürekli de hibe edilmez ki canım. Arkasından
başka felaketler de yaşayan Haiti’nin sokaklarında çocuklara
çamurdan kurabiyeler satılıyor artık. İroni yapmıyorum, bildiğiniz
topraktan-çamurdan yapılmış kurabiyeler. İthal-hibe
pirinç, Haitili çiftçileri öldürdü ve çocukları…
‘Ucuz et ithali’, yani gümrüksüz et, son kalan küçük hayvan
yetiştiricilerini yok eder. Ucuz etin yahnisi pek olur! Bütün
anlattığım bu öyküler gibi bir ya da en fazla iki yıl içinde artık
hayvan yetiştiricisi küçük çiftçiler, köylüler bu rekabete (!)
dayanamayıp yok olurlar. Et fiyatı bugünkünün kat kat üstüne çıkar.
Dedim ya, arz ve talep ya da kapitalizm deniyor buna.
Gümrüksüz et ithali yoksulların yanında olmak değil, WTO-Dünya
Ticaret Örgütü’nün kararlarının uygulanmasıdır. Gıda tekellerinin
isteğidir. Eğer gerçekten etin ucuzlamasını istiyorsanız, barış
yapın önce. Yaylalar, dağlar silahların değil Koçerlerin,
Yörüklerin, pastoral resimlerdeki gibi çobanlar ve kavallarının
mekânı olsun yeniden…
Etin gerçekten ucuzlamasını istiyorsanız, özelleştirdiğiniz eski
‘SEK’ gibi bir kamu kurumuyla süt üretimini destekleyin. Köylüyü
süt tekellerinin eline bırakmayın. Hem süt üretimi bollaşsın,
ucuzlasın, hem et bollaşsın, ucuzlasın hem de küçük çiftçi
kazansın, ithalatçı gıda tekelleri değil.
Etin ve süt ürünlerinin ucuzlamasını istiyorsanız, köylü
kooperatifleri kurun, kendi ürünlerini işleyebilecek ve doğrudan
tüketiciye ulaştırabilecek ağlar, diyeceğim ama bu zaten çok
komünistçe gelecektir size…
Fakat belki şunu yapabilirsiniz; eti, gümrük gelirinden vazgeçip
gümrüksüz olarak ülkeye sokacağınıza, yerli etin üzerinden iki ya
da üç kez alınan KDV, canlı hayvan borsası
rüsumu, belediye vergileri ve benzerini almayın, et yaklaşık
aynı fiyata iner zaten.
İthal etin BİM ve A101 ile satılması, son küçük esnaf kasapların
kapısına kilit vurmasıdır. Perakende et satışı da tekellere terk
ediliyor. Bu, burjuvazinin rekabet yasasına da aykırıdır. Et, ‘arz
ve talep ya da kapitalizm’e uygun olarak eski fiyatın 3-4 katına
çıktığında artık sadece hayvan yetiştiricisi küçük çiftçi değil,
mahalle kasapları da kalmayacaktır. Bu, perakende kârlarının da 3-4
kat artması demektir.
İthal edilen et, endüstriyel hayvancılık yapan büyük gıda
şirketlerinin GDO’lu yemlerle beslettikleri
hayvanlardır. Sadece et değil, kanser de ithal etmiş olursunuz
böylece. Bir taşla iki, üç, daha fazla ölüm…
İthal et öldürür; küçük çiftçileri, küçük kasapları ve
herkesi…