ASHB ile Sağlık Bakanlığı’nın ortaklaşa çalışarak pilot iller belirlemek suretiyle erken yaşta doğumlar konusunda farkındalık yaratıcı, cinsel ve üreme sağlığı konusunda okullarda eğitsel faaliyetlerde bulunmaya dönük kampanyaları ülke geneline yaymaları gerekiyor. Bu konuya yıllarını vermiş sivil toplum kuruluşlarını ve UNICEF’in yerel kapasitesini de sürecin içine katarak yerelde kapasite artırımı ve topluluk temelli çalışmaların artırılması artık şart.
“Bir toplum en güçsüz bireyini yalnız bıraktığı anda dağılmaya başlar.”
Amin Maalouf
Dört yıl önce, Mehmet Erdem, Bulutsuzluk Özlemi, Gökhan Türkmen, Kubat, Tepki ve Pi gibi müzisyenlerin desteğiyle kız çocukların küçük yaşta evlendirilmesine dikkat çekmek için KINA isimli bir sosyal sorumluluk projesi yapılmış, ortaya çok anlamlı sözlerle bir şarkı çıkmıştı:
“Anlatsam nefes yetmez, söylersen de dert bitmez, Dünyada gördüklerim, kalpte beş para etmez. Haykırsan da kalem yetmez. Çare lazım, dilek yetmez. Sen de susma, bir şey söyle. Bu devran gitmez böyle. Bir ışık yak. Karanlıkta gözüksün. Gamzende güller oyalar. Ellerde kına boyalar. Annem ağlar duyana vay. Lütfen anne yapma. Gelinlik değil bu, bana kefen. Senin yanın olmalıyken, yerim mezarda beden. Omuzlarım çöktü, yüküm ağır bedel. Top oynarken düğünüme geldim. Suçum ne ki? Neden? Babamın borcu için gelin gittim farka. Yaşım henüz on üç, on üç dönüm edermişim arsa. Kitap kalem kokusunu almadı hiç burnum. Oyuncak değil gerçek bebeklerleydi oyunum. Çocuk gelin deyip alay ettiler sokakta. Hayat erken tokat vurdu. O yüzden eğik bu boynum…”
Türkiye gündeminde kangrenleşmiş konuları konuşmaktan daima kaçarız. Oysa konuşsak, dilimizin bize söyleyecekleri vardır. Bizi gözden kaçan hikayelere çağıracaktır. Bizi en değerli varlıklarımızı kurban etmeye iten itaatkarlığı anlamaya itecektir.
Oysa biz hep kaçarız. Modern çağın uğultulu kargaşalarına, sonsuz gürültüye, kakofoniye, çözümsüzlüğe, kayıtsızlığa doğru kaçarız.
Konuşmazsak, kaçarsak, sorun puf olur uçar sanırız. Böylelikle acıyı çözmeye enerji harcamaktan kaçarız. Yarattığımız kargaşalar içinde kendi derin yaramızı saklarız.
Ama konuşanlar da var, yarayı tedavi etmek için çarpıtılmış değil net bir tablo ortaya koyanlar da… CHP İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi, geçtiğimiz günlerde “Çocuk Gebelikler Raporu” başlıklı çarpıcı bir çalışmayı kamuoyuna tanıttı.
TÜİK verilerinin de kullanıldığı raporda, 2001’den bu yana 2 milyon 88 bin 925 doğum, 19 yaş altında gerçekleşti. Bu kadar kız çocuğu köleleştirildi, bu kadar çocuk pedofili kurbanı oldu.
10-19 yaş arası dönem, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından “Adölesan Dönem” olarak tanımlanıyor ve bu dönemdeki gebelikler ve doğumlar, sağlık, sosyal dışlanma, kariyer ve okula devam açısından “riskli” şeklinde sınıflandırılıyor. WHO, erken yaşta doğumların genellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde olduğunu kaydediyor – yani Türkiye’nin olmayı hedeflediği “ligdeki” ülkeleri içermiyor. Erken yaşta doğumlar en çok Sahra-altı Afrika’sında, Latin Amerika’da ve Karayipler’de…
Rapora göre, Türkiye’de doğum yapan 19 yaş altı genç kadın ve kız çocuğu sayısı, 2002’den bu yana 2 milyonu aşmış durumda. 17 yaşın altında doğum yapan çocuk sayısı 577 bin, 15 yaşından küçük çocuk sayısı ise 21 bin düzeyinde.
Doğum yapan kız çocuklarının oranında ise 2021’den 2022’ye dörtte bir oranında bir artış var.
Doğumların büyük kısmı, aile baskısıyla okutulmayan, okuldan alınan ve okul terki takip edilmeyen kız çocuklar arasında artış gösteriyor.
Madalyonun bir diğer yüzü ise, küçük yaşta mahkeme kararıyla evlendirilen ve “örf ve adet” kılıfına bürünerek pedofiliyi örtbas etmeye çalışılan durumlar.
18 yaşından küçük halde hamile kalan çocukların evlendirilmesi “mücbir / zorlayıcı” sebep olarak görüldüğü için erken yaşta doğumların bir kısmı da hukuken meşru bir zemine “taşınmış” oluyor. Bu çocuğun evlendirilmesine izin verilerek aile namusu güya korunurken, çocuğun tüm hakları, varlığı, istismar karşısındaki isyanı ve hayalleri yok sayılıyor.
2012-2021 yılları arasında mahkemeler tarafından 129 bin 547 çocuk için reşit olmadığı halde “Evlenebilir” kararı verilmiş.
“Evlenebilir”… Çocuk “ama” evlenebilir…
Çocuk hakları alanında uzun zamandır çalışmalarda bulunan ve bu amaçla Hümanist Büro'yu kurmuş olan avukat Seda Akço, bu kurşun gibi ağır çeken “evlenebilir” kelimesinden yola çıkarak, hakimlerin evlenme izni başvurularını kabul sayısındaki çokluğa dikkat çekiyor.
“Kanun aslında çok önemli sınırlamalar getirmiş. 16 yaşında evlenme izni başvurusunda ayırt etme gücü, tam ve özgür irade, çocuğun yararı, olağanüstü durum ve pek önemli bir sebep yönündeki araştırmaların yapılması gerekiyor. Eksik inceleme ile karar verilmesi de ele alınması gereken sorunlardan. Bu da yine çocuk koruma sisteminin konusu,” diyor.
Kararların eksik inceleme ile verilmesinin bir “adalet sistemi meselesi” olduğuna dikkat çeken Akço, burada iki yönlü bir zafiyet olduğunu da vurguluyor, çünkü bu tür evlilik izinlerinde hem hakimin böyle davranmasının arkasında koruyucu sistemin işlememesi etkili, hem de hakimin böyle karar vermesinin çocuklar üzerindeki etkisini dikkate alarak çocuğun korunmasından sorumlu makamın bununla mücadele etmemesi…
Ancak bir yandan da erken doğum yapan bu çocuklar sadece resmi nikah ile evlenenler değil. Dolayısıyla, evlenme yaşıyla ilgili yasal bir düzenleme yapılması da yeterince koruma sağlamıyor.
“Bu durumda erken yaşta doğum yapan çocuklarla evlenen yetişkin ve onların bu şekilde evlenmesine göz yuman veya teşvik eden ailelerinin ve de buna göz yuman, aracı olan, nikahı kıyan herkesin cezalandırılması, bir çözüm olarak akla geliyor,” diyor Akço.
Gerçekten de cezai müeyyidelerin artırılması bu noktada oldukça gerekli. Akço gibi birçok uzman da bu konuda sorumluların tamamını kapsayacak bir düzenlemeye ve delil hukukunu güçlendirmeye ihtiyaç olduğuna dikkat çekiyorlar.
Ancak kördüğümü çözmeye bu da yetmez.
Çocuk koruma sisteminin doğru, iyi ve etkin şekilde işletilmesi, istatistiksel verilerin bir şeyleri örtbas etmek için değil çocukları tam korumak ve soruna kaynağında müdahale etmek için kullanılması, yani çocuk-odaklı veri toplanması ve tarafsız uzmanlar eşliğinde irdelenip politika çıktısına dönüştürülmesi gerekiyor.
“Böyle durumlara Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı (ASHB) hızlı biçimde müdahale etmeli ve çocuğu koruma altına almalı. Aileler açısından en caydırıcı olan, bunu çocuk koruma sorunu olarak gördüğüne dair devletin iradesini en net biçimde ortaya koyması olur,” diyor Akço.
Tüm bunlar çok kararlı ve sorun çözücü bir iradeye bağlı. İnsanlığın en karanlık noktalarından biri olan erken yaşta gebelik, evlendirme ve ensest üçlemesini yok etmek için elini taşın altına koyma gücüne bağlı.
Anımsarsanız 81 il ve 600 ilçede ensest konusunda saha çalışması gerçekleştiren, Türkiye'de konuşulması tabu olan Ensest Atlası'nı hazırlayan TKDF Başkanı Canan Güllü’ye o dönemde ne kadar haksız saldırılar olmuştu. Oysa yaptığı sadece Pandora’nın kutusunu açıp, çocuk evliliklerin doğru veriler ve doğru yöntemlerle tartışılıp önlenmesini sağlamak, “Babanın öz kızına şehvet duyması haram değildir” zihniyetinin çarpıklığını ortaya koymaktı.
Ayrıca Akço bir noktaya daha dikkat çekiyor: “Sadece doğumun yapıldığı yaşı değil hamilelik yaşını esas almak gerek. Çünkü bu da sonucu değiştiren bir etmen.” Yani, bir adolesan, 18 yaşında doğum yapmış ise, çocuk yaşta hamile kalmış demektir. Dolayısıyla, erken yaşta evlilikleri de sistemin parçası olarak ele almak gerekir.
Bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin de üç yıl önce alınmış bir emsal kararı var. Cinsel saldırı sonucu hamile kalan ve o sırada 18 yaşından küçük olan ve "zor ve tehdit sonucu yaşadığını belirttiği cinsel birliktelikler" sonucu yaşanan bir gebeliğin sonlandırılması talebinin ilgili hakimlik tarafından reddedilmesini hak ihlali olarak değerlendiren Anayasa Mahkemesi, başvurucuya 100 bin lira manevi tazminat ödenmesine karar vermişti.
Akkuş-İlgezdi’nin son raporunu salt siyasi perspektiften alıp “yok hükmünde” saymak yerine, yapıcı bir eleştiri olarak kabul etmek gerekiyor.
ASHB ile Sağlık Bakanlığı’nın ortaklaşa çalışarak pilot iller belirlemek suretiyle erken yaşta doğumlar konusunda farkındalık yaratıcı, cinsel ve üreme sağlığı konusunda okullarda eğitsel faaliyetlerde bulunmaya dönük kampanyaları ülke geneline yaymaları gerekiyor.
Bunun için cinsellik konusunun bir tabu olmaktan çıkarılıp, çocuklara, meraklarını giderecek ancak aynı zamanda özel bölgelerini öğretecek, kendisini korumayı ve ifade etmeyi anlatacak bir eğitim modülü gerekiyor.
Yani, çocuğa cinsel şiddette bulunanı hapse atıp birkaç ay sonra iyi hal indirimiyle dışarı çıkmasına göz yummakla veya baştan sona tartışmalı ve pedagojik açıdan zararlı olduğu konusunda uzmanların onlarca uyarıda bulunduğu ÇEDES projesiyle işler çözülmüyor.
Böyle yaparak sadece sorunu konuşmaktan kaçmış oluyorsunuz.
Sadece “maneviyat” zırhına sığınıp gürültülü uğultuları tercih etmiş oluyorsunuz.
Sadece “tabu” görülen arı kovanlarına çomak sokmamış oluyorsunuz.
Ama o sırada da çocuk haklarını hiçe saymış oluyorsunuz.
Bu konuya yıllarını vermiş sivil toplum kuruluşlarını ve UNICEF’in yerel kapasitesini de sürecin içine katarak yerelde kapasite artırımı ve topluluk temelli çalışmaların artırılması artık şart.
Ayrıca sırf bu konudaki davalara bakmak üzere Yargıtay’da özel bir dairenin kurulması da sürecin hukuki takibi açısından fark yaratacaktır.
Çocuklarını okula göndermeyen aileleri ikna etmeye yönelik olarak, yerelde “sözü geçen”, ikna gücü yüksek otoriteler ve yerel sivil toplum liderlerini de sürecin içine katarak ev ev, mahalle mahalle gezerek sorunu “çekirdekten” çözmek gerekiyor.
Eğer bir kız çocuk, mevsimlik tarım işçisi olarak okuldan ve hayallerinden çekilip alınıyorsa ve Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesinde bir soğan tarlasında çalıştırılmaya mecbur kalan bir yoksulluk ve yoksunluk döngüsü içine çekiliyorsa, erken gebeliklere ve evliliklere dek varması an meselesi olan bu zinciri kıracak ilk adım, okula devamlılığın istisnasız, göz yummaksızın takibi ve teker teker tüm ailelerin ikna edilmesinden geçiyor.
Sevgili Büşra Sanay’ın Türkiye’deki ensest gerçeğini anlattığı Kardeşini Doğurmak adlı araştırma kitabından, aklımdan hiç silinmeyen bir söz vardır: “Şiddetin seslerine tepkisiz kalan komşular müzik sesine tepki gösterirler, çok gürültü var diye...”
Pandemi önlemleri çerçevesinde yıllardır devam eden ve kısa süre önce kaldırılan müzik yasağı etrafında dönen lehte ve aleyhte tartışmaların, kız çocukların erken yaşta evlendirilmesine ve gebeliklerine de gösterilmesini istemek için bir İskandinav ülkesinde yaşamamız gerekmiyor. Sadece duyarlı bir toplum ve proaktif davranan yetkililerin el ele vermesi yeterli.
Çocukların evlilik ve gebelik gibi risk faktörlerinden korunması konusundaki umursamazlığımız ve cehaletimiz, bir nesli yok ediyor ve sonraki nesle de kırık dökük bir annelik ve yaralı çocukluk devrediyor.
Niğde'de 15 yaşında bir çocuğun küçük yaşta evlendirildiğine dair dün sosyal medyaya düşen yardım çağrısı ve ardından sosyal medya kamuoyunun gücüyle yetkililerin bu iddiaya dair harekete geçmesi, bunun en yakın ve görünür örneğiydi.
İşte Türkiye’nin en büyük sorunu, geçici yara bantlarıyla kapatılmaya çalışılan ancak içten içe yarası hep kanayan çocukluktur.
Ve kendi kızının lisans, yüksek lisans ve hatta doktora eğitimi almasını önemserken, onlar kadar “şanslı” olmayan başka kız çocuklarına 13 yaşında evliliği, 14 yaşında gebeliği reva gören, işi “deprem sonrası evlat edinilenle evlilik gerçekleştirilir mi?” diye sormaya dek vardıran vicdansızlık ve ahlaksızlık, bu ülkenin kaderi olamaz, olmamalı.