Uğur Mumcu'yu anma töreninden vefa hikâyeleri!
“Evet her yıl gelirim, hiç aksatmadım” dedi Ahmet Çamalan. Nerede kaldığını sordum. Yakınlarda çocuklarının evi varmış, her yıl törene Sungurlu'dan gelir, birkaç gün kalıp dönermiş. Ben sormadan devam etti: “88 yaşındayım, ömrüm oldukça geleceğim” dedi. Konuştuklarımıza kulak misafiri olan diğer taraftaki kadın da sohbete katılmıştı. Kırk yıldır CHP üyesi olduğu söyleyen Çamalan'ın anlattıklarını ilgiyle dinliyorduk.
Gülseren Tozkoparan Jordan - gjtozkoparan@hotmail.com
Nihayet uzun bir aradan sonra 24 Ocak'ta değerli gazeteci Uğur Mumcu'yu anma töreni vakti Ankara'daydım. Altı yıl uzaktan bakmıştım. Evden çıkıp 45 dk. yürüdükten sonra eski adı Karlı olan, Uğur Mumcu'nun sokağına vardım. Tören 12.00'de başlayacaktı. Yolda yakasında Uğur Mumcu fotoğrafı olan bazı kişiler görünce program erken mi başladı diye endişelenerek yola devam ettim, kalabalığı görünce rahatladım, zamanında oradaydım. Sokağa girene kadar iki kez arandık. Hemen arkamda duran kadın arama yapan polise “Biraz önce aranmıştık, ikinci kez mi?" deyince, kadın polis “Sizin iyiliğiniz için” diye yanıtladı, girdik.
Sokağı çeşitli sivil toplum örgütlerinin Uğur Mumcu resimli dövizleri süslüyordu, şarkılar eşliğinde birlik ve beraberlik havası vardı, duygulanmamak imkansızdı! Çankaya Belediyesi'nin mobil aracı apartman tarafındaki kaldırıma park etmiş isteyenlere çay ve çorba dağıtıyordu. Ben ilerleyerek kendime her tarafı görebileceğim bir yer buldum. Yanımdaki kadınlarla konuştuk.
Tören programı başlayana kadar güzel şarkılar, müzikler çalındı, çeşitli TV kanalları civardakilerle röportaj yaptı. Bana mikrofon uzatan olmadı ama o gün bana günün anlamını anlatacak kişiler olduğunu henüz bilmiyordum!
Hemen yanımda ayakta duran yaşlı amcaya takılıyordu gözlerim. Etraftan program başlamadı serzenişleri duyulsa da ondan çıt çıkmıyordu. Orada bulunmaktan hoşnut, etrafı izliyordu.
O sırada Ufuk Karakoç “ Senede bir görmediğim dostlar merhaba” türküsüyle sazını dillendirdi, kulak kesildik. Türkü bitince Uğur Mumcu'ya ve günün anlamına dair kısa bir konuşma yaptı ve türkülerle devam etti. Zaman zaman katılımcıların da sesleri ve yürekleriyle eşlik ettiği dinletiden sonra sahneden ayrıldı. O sıradaki boşluğu fırsat bilerek yanımdaki amca ile konuşmaya başladım.
Nereden geldiğini sordum, işitme cihazı vardı, birkaç kez tekrarladım.
“Çorum” dedi. Beklemediğim bir cevaptı. Aslında hangi semtten geldiğini sormak istemiştim.
“Uzakmış” dedim.
“Evet her yıl gelirim, hiç aksatmadım” dedi. Nerede kaldığını sordum. Yakınlarda çocuklarının evi varmış, her yıl törene Sungurlu'dan gelir, birkaç gün kalıp dönermiş. Ben sormadan devam etti:
“88 yaşındayım, ömrüm oldukça geleceğim” dedi. Konuştuklarımıza kulak misafiri olan diğer taraftaki kadın da sohbete katılmıştı. Kırk yıldır CHP üyesi olduğu söyleyen Ahmet Çamalan'ın anlattıklarını ilgiyle dinliyorduk.
“Ben Ahmet Taner Kışlalı'nın anma törenine de her yıl giderim, hiç kaçırmam, çok iyi bir insandı. Onların sitede bahçıvanlık yapardım, hep hal hatırımızı sorar, bize bir şeyler ikram ederdi” dedi.
Ahmet Çamalan patlama olduğu gün oradaymış, uzaktan duymuş ve sonra olay yerine gidip parçaların toplanmasına yardım etmiş. “Küçücük bebeği vardı, çok yazık oldu “dedi..
Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu, Güldal, Özge ve Özgür Mumcu'nun anıta karanfil bırakacakları anons edildi. Geldiler karanfiller bırakıldı sessizce, ayrılırken Kılıçdaroğlu'nun etrafını gazeteciler sarmıştı bile.
O arada Um:ag'da çalışan arkadaşım Figen beni görmüş geldi, sarıldık. Mezarlığa gitmek istersem onlara katılabileceğimi söyledi, elbette isterdim. Tören bitmişti, insanlar dağılıyordu.
Ahmet Çamalan'a sağlıklı uzun ömürler dileyip bir de selfie çekip vedalaştım.
Figen ile buluşmak üzere Güldal Mumcu'nun dairesine gittim. Apartmana girince duvara kazınmış Uğur Mumcu resmi ile karşılaştım. Mutfakta yiyecek ve çay ikram ediliyordu, ben de aldım. Um:ag'ın bel kemiği arkadaşım Figen Güldal Hanım'la tanıştırdı. Tam da son günlerde “İçimden Geçen Zaman” adlı kitabını okuduğum o güçlü kadın karşımdaydı ve ben kitapta anlattığı evlerindeydim. Tasvir ettiği koltukta çayımı içerken ve çekilen acıları düşünürken karşımda oturan yaşlı kadınla göz göze gelip gülümsedik.
O sırada Güldal Hanım gelip yaşlı kadının hal ve hatırını sordu.
Meğer emekli öğretmen Seher Yıldırım da Ahmet Çamalan gibi anma törenlerinin müdavimiymiş! Kanser tedavisi olduğu yıl hariç her yıl gelmiş. Köy enstitüsü mezunu Seher Öğretmen'in elinde artık baskısı kalmamış kitabı “Paşa Vardiyası” vardı. Bu bir taşlama dedi, sohbet ettik.
Ne vefalı insanlar var diye düşünürken Figen “çıkıyoruz” diye seslendiğinde fotoğrafımızı çektirmiştik bile.
Çankaya Belediyesi'nin arabası bizi Cebeci Asri Mezarlığı'na götürdü. Vardığımızda insanlar çoktan toplanmıştı. Hatta annesinin kucağında, etraftaki kalabalıktan ürkmüş, ağlayan dört aylık bir bebek bile vardı. Güldal Hanım çocuklarıyla birlikte kabre karanfilleri bırakıp ayrılırken fark ettiği bebeğe ayrı bir ilgi gösterdi. Dönmek üzere geldiğimiz arabalara bindik.
Ben yolda Kızılay'da indim ve hazır oradayken Sakarya Caddesi'nden balık alayım dedim. Her zaman gittiğim balıkçıya uğradım. Dışarıdaydı, beni görünce “Hoşgeldin, Uğur Mumcu'nun töreni vardı demek, oradan mı geliyorsun” diye sordu.
Yakamdaki resimden anlamıştı. “Çok iyi insandı, gerçekleri yazan gazeteciydi, çok yazık ettiler. Biliyor musun benim yan komşum Mahmut'tan alırdı balığını hep” diye devam etti:
“Bazen da Erbakan ile gelirlerdi, onlar çok iyi arkadaştı. Bunu Mahmut ile benden başka kimse bilmezdi” dedi önemli bir sır verir gibi. Yanımdaki gençle şaşkın ve hayret dolu bakışlarla “öyle mi!” deyince böbürlenerek onayladı.
Balığı alıp yoluma devam ettim. Aslında söyledikleri sır değildi. Hasan Cemal Milliyet'te 28 Şubat 2011 tarihli köşesinde bu arkadaşlıktan bahsediyordu. Bana ilginç gelen kimde ne bilgi olduğu ve nasıl ortaya çıktığıydı. Balıkçının anısını canlandıran yakamdaki Uğur Mumcu resmi olmuştu.
Başka bir acıyı hatırlatan Güvenpark dolmuş duraklarına doğru yürürken tam önünden geçtiğim Halk Ekmek'ten sandviç ekmeği almak üzere durdum. Önümdeki kişi gidince siparişi verdim, ekmekleri aldım poşete koydum, parasını verdim. Büfedeki satıcı durmuş bana dikkatle bakıyordu! Ne oldu acaba para mı eksik derken, “Bugün Uğur Mumcu'nun ölüm yıl dönümü mü? diye sordu. Doğru, dedim. Belli ki yakamdaki resim onun da bir anısını canlandırmıştı! Arkasından ne gelecek diye merak etmeme kalmadan konuştu: "Cenaze töreni olduğu gün çok yağmur yağıyordu çok, ben şu ötede Milli Piyango'nun orada, o gün iki bin şemsiye sattım, iki bin, iki bin ne demek" diye tekrarladı, dalıp gitti.
Dillere destan cenaze törenine yurt dışında olduğumdan katılamamıştım ama duymuştum göklerin de arkasından ağladığını.. Minnet vardı sözlerinde, hissetmek zor değildi. Ben şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemeden öyle kalmıştım, yanımdaki kadınla birbirimize baktık.
“Sizin de hayatınıza dokunmuş giderayak diyebildim”.
Resim yakamda olduğu sürece kaç kişi daha bir anısını anlatacak diye düşünerek dolmuşa bindim. Bakanlar oldu sessizce. Oğlumu almaya gidiyordum, futbol çalışmasındaydı. Görür görmez fark etti resmi ve sordu, anlattım Uğur Mumcu'nun kim olduğunu, neden ve nasıl öldürüldüğünü! İlk sorduğu şey “Çocukları var mıydı, kaç yaşındaydı” oldu. “Vardı” dedim. Özge'nin o zaman tam da kendi yaşında olduğunu söylemeye dilim varmadı, katilleri hâlâ bulunamadı demeye de!