Amerikan siyaseti iki aydır Latince bir deyiş olan ‘quid
pro quo’ ile yatıp kalkıyor.
‘Quid pro quo’; Türkçeye birebir çevrildiğinde
karşılığı ‘bir şey karşılığında bir şey’. İnsan
ilişkisine uyarlandığında ‘sen benim için bir şey yaparsan
ben de senin için yaparım’ şeklinde bir anlam
barındırıyor. Çoğunlukla ‘al ver’ üzerine kurulu
bir ilişki dinamiğini tanımlamak için kullanılıyor. Hem semantiğe
hem de Amerikan siyasetine çok hakim bir diplomat dostuma göre
bizde halk arasındaki kullanımda en iyi karşılayan ifade
‘al gülüm ver gülüm’ olabilir.
Son dönemde ABD’de arama motorlarında en çok bakılan deyiş
olmasının sebebi malum. Tarihin en tartışmalı Amerikan başkanı
unvanı için açık ara önde yarışan Donald Trump’ın Ukrayna Devlet
Başkanı Zelensky ile 25 Temmuz 2019’da yaptığı telefon konuşmasında
fütursuzca talep ettiği iltimas. Öyle basit bir iltimas ya da
devletler arası ilişkiler çerçevesinde gündeme gelebilecek olağan
bir jest değil. 2020 başkanlık seçiminde ikince kez seçilebilmek
için yarışacağı en muhtemel Demokrat aday olarak gördüğü eski
Başkan Yardımcısı Joe Biden’ı ekarte etmeye dönük sinsi bir plana
yabancı bir ülke liderinin ortak edilmesi girişimi.
Sonradan CIA’de çalışan bir istihbaratçı olduğu ortaya çıkan bir
devlet görevlisinin 12 Ağustos’ta Trump-Zelensky görüşmesine
ilişkin endişesini rapor etmesiyle başlayan süreç 24 Eylül’de Trump
hakkında azil soruşturmasının resmen başlamasıyla yeni bir boyut
kazandı. O günden beri soruşturmanın ilk aşamasının devam ettiği
ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi, Trump’ın Zelensky’den
Joe Biden’ın daha önce Ukrayna’daki enerji şirketi Burisma’da
yöneticilik yapan oğlu Hunter Biden’a yönelik bir yolsuzluk
soruşturması başlatılmasını talep ederken karşılığında bir şey vaat
edip etmediği sorusuna yanıt arıyor.
Komite önünde önce kapalı kapılar ardında, 10 gündür de
kameralar önünde ifade veren Ukrayna dosyasından mesul Amerikalı
diplomatların anlattıkları Trump’ın Zelensky’den beklediği iltimas
gelene kadar Ukrayna’ya yönelik askeri mali yardım paketini askıya
aldığını teyit eder nitelikteydi. Oysa ABD Kongresi 2019 mali yılı
için Ukrayna’ya gönderilmek üzere toplam 400 milyon dolarlık askeri
yardımı onaylayarak Trump’ın önüne göndermişti. Tesadüf bu ya Trump
yönetimi tam da Trump’ın Zelensky ile 25 Temmuz’da yapması
planlanan telefon görüşmesinden bir hafta kadar önce mali yardım
paketini dondurmuştu.
Bugüne kadar Kongre önünde tanıklık yapanların hiçbiri –ki
aralarında Tim Morrison gibi Trump tarafından bizzat Ulusal
Güvenlik Konseyi’ne atanan kendisine yandaş isimler de vardı–
Ukrayna’ya askeri yardımın neden dondurulduğuna dair farklı bir
izahatta bulunamadı. Altın vuruş ise Trump’ın 2016’daki başkanlık
kampanyasına yaptığı yüklü bağış sayesinde radarına giren ve
Haziran 2018’de ABD’nin AB nezdindeki büyükelçisi olarak atanan
Gordon Sondland’den geldi.
Trump, kendi siyasi ataması olan Sondland’i Kiev’de görev yapan
kariyer diplomatlarını neredeyse by-pass ederek Ukrayna’dan
beklenen iltimasla ilgili pazarlıkların içine sokmuştu. Sondland’ın
ta Brüksel’den müdahil olduğu Zelensky üzerinde baskı kurma
sürecinde kritik rol oynadığını zaten İstihbarat Komitesi’ne ifade
veren diğer devlet görevlileri anlatmıştı. Ancak kimse bizzat
Sondland’ın 20 Kasım’da bütün dünyanın canlı yayında izlediği
oturumda Biden’lara soruşturma açılması için yürüttükleri süreçte
talimatı bizzat Başkan Donald Trump’tan aldığını söylemesini
beklemiyordu. Başkan Yardımcısı Mike Pence ile Dışişleri Bakanı
Mike Pompeo’nun da her şeyden haberdar olduğu bilgisini de araya
sıkıştırdı. Dahası ‘Zelensky nezdinde yürütülen baskı
kampanyası bir şey karşılığında bir şey verilmesi üzerine mi
kuruluydu?’ sorusuna net bir biçimde
‘evet’ yanıtını verdi.
ABD başkanının görevden azledilmesine ilişkin koşulları
belirleyen ABD Anayasası’nın 2. Maddesi’nin 4. bölümünde azle neden
olabilecek suçlar ‘vatana ihanet, rüşvet, ağır suçlar ve
görevi kötüye kullanma’ olarak sıralanıyor. Anayasada
elbette ‘bir şey karşılığında bir şey’ diye bir
azil gerekçesi yok. Ancak Demokratların bu ifadeye bu kadar
konsantre olmalarının nedeni rüşvet girişimini kanıtlama
çabası.
Aslında Sondland’ın ifadesinden sonra kimsenin Trump’ın oturduğu
koltuğu ve devletler arası ilişki zeminini kişisel avukatı Rudy
Giuliani’yi bizzat devreye sokarak kişisel çıkarı için kullandığına
şüphesi kalmadı. Mesele Cumhuriyetçilerin bunu görmezden gelerek
Trump’ı kurtarma noktasında ısrarcı olup olmayacağına kalmış
görünüyor.
Beştepe, Ukrayna skandalının detaylarını ne kadar yakından takip
ediyor bilinmez ancak son dönemde Washington’da Trump-Zelensky
ilişkisi üzerine yapılan siyasi muhabbetler sırasında Trump-Erdoğan
ilişkisi de mutlaka gündeme geliyor. Büyük Amerikan gazetelerinin
sıklıkla yanıtını aradığı soru şu; ‘Trump S-400’lerle
ilgili yaptırımları ötelemenin ve kuzeydoğu Suriye’ye son harekat
için yeşil ışık yakmanın karşılığında Erdoğan’dan ne
aldı?’ Bu sorunun bu kadar revaçta olmasının sebebi ise
ABD’nin ulusal çıkarlarına ters düşmesine rağmen Trump’ın Erdoğan’a
jest yapma çabasını klasik diplomasinin parametreleriyle
açıklamakta zorlanıyor olmaları.
Yerleşik diplomatik teamüller umurunda olmasa da Donald Trump,
ülkesini tüccar kafayla yöneten bir başkan olduğunu defalarca
kanıtladı. Trump’ın ‘al-ver’ kavramı üzerinden
tanımladığı ilişkilerin en çarpıcı bazı örneklerini İsrail, Suudi
Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri politikalarında gördük. Tüm
bu ilişkilerde hep iki isim kilit rol oynadı; Beyaz Saray’a
danışman olarak atadığı damadı Jared Kushner ile kişisel avukatı
Rudy Giuliani. Washington’daki yerleşik siyaset kurumlarının
Trump-Erdoğan ilişkisine derin şüphelerle bakmasında Kushner ve
Giuliani’nin Ankara ile de arka kapıları tutan isimler olmasının
etkisi büyük. Zira biliyorlar ki ne zaman devletler arası ilişkinin
ötesine geçen bir beklentisi olduysa Trump hep bu iki ismi devreye
soktu.