Çok oldu tanıyalı. Yaşlanınca her şey çok oluyor galiba. Latin Amerika haberleri yazıyordu. Gençler arasında, tanıdığım en çok, gerçekten iş yapan insandı. Yoksa artık insanlar çalışmayı, sadece yazı yazmak, fotoğraf çekmek ve sosyal medyada paylaşmak filan sanıyor. Akademik bir iş zannediliyor. O iyi şeyler yapıyordu. Ekmek yapmayı biliyordu mesela. Unla suyu karıştırıp pişirdiğinde ekmek oluyordu, karnını doyuruyordun. Büyülü bir şeydi bence. Hiçbir şeye üşenmeyen bir insandı. Etrafınıza bir bakın, çok kalmadı bu insanlardan…
İsmini Çakal Carlos’dan almıştı. Çakal Carlos’u bilirsiniz; devletlere göre teröristin biri, Chavez’e göre enternasyonal bir devrimci. Onu ilk defa yetmişlerde Filistinlilerle birlikte uçak kaçırdığında duymuştum. Sonra efsane oldukça büyüdü. Dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir eylemin, içinde olsun ya da olmasın onun adı mutlaka geçiyordu. Çakal lakabı daha çok bizdeki tilki manasında kullanılıyordu bence. Çok uzun yıllar yakalanmadı. Hayatı herhangi bir Holloywood filminden çok daha olağanüstüydü. Tek farkı gerçek olmasıydı. Aşk, macera ve devrim iç içeydi.
Yıllar sonra konuşmacı olduğum bir panele Fransa cezaevinden telefonla bağlandı. Birlikte konuşmacı olduğumuz Chavez’in avukatıyla konuştular. Ben de bir yandan izleyenlere konuşmayı çeviriyordum. Garip tabii. Birden İllich Ramirez Sanchez’le telefonla konuşuyorsun. Chavez henüz yaşıyordu. Carlos ondan bazı şeyler rica ediyordu. Mesela cezanın geri kalanını çekmesi için ülkesine dönebilmeyi. Telefon garip bir alet. Mekânı ve zamanı altüst ediyor. Bu iyi bir şey mi bilmiyorum ama yaptığı bu. Bazen iletişim aracı, bazen yabancılaşma aparatı…
Bizim Çatal’a dönelim biz. –‘T’ ile yazıyorum farkındaysanız.– Siyaset bilimi doktorası yapıyordu. Devrimciydi tabii ki. Ve Latin ruhu, yazılardan hücrelerine sızmıştı. Ülkenin başkentinde büyük bir gösteriden sonra cezaevine girdi. Çıktığında anlatıyordu: ‘Bir Şili öğrenci eylemi fotoğrafında görmüştüm. Panzere uçan tekme atıyordu. Bu çok hoşuma gitmişti. Fırsatını bulduğumda bunu yapıyordum. Tekme çarpınca tok bir ses çıkıyordu panzerden. İçi boş gibi bir sesti bu. Hiç umurunda olmuyordu panzerin. Belki içerde duyuyorlardı bilmiyorum. Ben sadece havada şöyle uçup, vurup sonra altında kalmamak için kaçıyordum.’ Gözümün önüne ‘Kurdun dilini tutup dışarı çekersen seni ısıramaz’ diyen bir çizgi roman, Kaptan Swing macerası geliyordu. 'Demek ki bu doğruymuş' diye düşünüyordum.
O anlatıyordu. ‘Yüzümü atkılarla sarıp sarmalıyordum. Gözlerim bile neredeyse görünmüyordu. Eylemden sonra çekilen fotoğraflara bakıyordum. Nasıl olsa birisi çekmiştir diye düşünüyordum. En sonunda cezaevinde gördüm. Çekmişlerdi. Havada kısa süzülüşüm sırasındaydı. Bir tekme diğerinden biraz daha önce ve panzere 5 kala. Hah işte bu dedim. Eylemde Latin ruhu.’ Hemen cezaevi sonrası bir buluşmaydı. Keyifliydik. En çok özlenenler masadaydı. Onun sevgilisi, birkaç arkadaş, bira ve iyi kızarmış patates filan... ‘Sonra bir baktım abi. Benim her yer örtülü ama uçarken bizim çatal açıkta kalmış. Dün fakülteye geri döndüm, herkes bunu konuşuyor; Çatal Carlos aşağı, Çatal Carlos yukarı…’
Efsane olmak dikkat ister...