"Sanat yaşamı"nda gözü dönmüş bir borsacıdan veya müteahhitten aşağı kalır hiçbir yanı olmadan para kazanma güdüsünü her şeyin önünde tutan, dizginlenemez bir beğenilme ve güç hırsını yol bellemiş bir sürü insandan, yanı başında haksızlığa uğrayan, örselenen, itilip kakılan bir insana, sadece onla aynı işi yapıyor diye sahip çıkması ve destek olması bekleniyor. Kuzuyu kurda emanet etmekten hiçbir farkı yok bu safça yaklaşımın.
Art arda iptal edilen şeylerin hesabını tutmak gittikçe güçleşiyor. Neredeyse her gün yeni bir konserin, festivalin, oyunun, gösterinin iptal edildiği veya sanatçının o bölgenin idare amirliklerince yasaklandığı haber oluyor. Bu sıklıkta, yani her gün tekrar eden az haber var; kadınların öldürülme haberleri istisna. İkisinin de sebeplerinin kökünde benzer kişi ve kurumlar ile aynı zihniyet var. Dinci-milliyetçi-ataerkil, her şeye karşı çok hassas ve kendi din-milliyetleri dışında her şeye karşı birileri. Üstüne üstlük kendilerini ülkenin bekçisi ilan etmiş, kendilerine bahşetmiş oldukları ahlâk, adamlık, beka, delikanlılık gibi kavramların hamiliği sıfatıyla çatık kaşlı parmaklar sallıyorlar önlerine gelene. Ve gerekirse başka şeyler de sallayacaklarını türlü yollarla ifade ediyorlar.
2022 yılında bu ülkede hala etnik kökeni ve şarkı dili veya giyim-kuşamı veya bir eylemi nedeniyle herhangi bir şarkıcının konserinin yasaklanması inanılır gibi gelmiyor toplumun büyük bir kısmına. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi yayın organı TRT’nin Kürtçe yayın yapan TRT KURDÎ adlı birer televizyon ve radyo kanalı varken, bunların yayına başlamasından 13 yıl sonra aynı devlete bağlı valilik ya da belediyelerce Kürt sanatçıların ve Kürtçe şarkıların sahnede yer almasına izin verilmiyor. İstanbul’un komşusu Kocaeli’nin, adını birçok insanın bu olayla öğrendiği Derince ilçesinin belediyesi, Kürt şarkıcı Aynur Doğan konserini, konserden beş gün önce izin başvurusu sonuçlanmadan bilet satışına başlandığı gerekçesiyle ama bir yandan da “uygun bulunmadığından” iptal ettiriyor ama aynı Aynur Doğan bu akşam İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda düzenlenen konserde sahneye çıkıyor. Derince’deki konserin organizasyon firmasınca aynı ilçede düzenlenen bir başka konsereyse izin veriliyor. Yani mesele bürokratik değil, açık seçik görülüyor, ama mesele bunla da bitmiyor tabii.
Genel olarak konserlerin en yoğun olduğu mayıs ayının başından beri iptal edilen, yasaklanan veya izin başvurusu reddedilen etkinlikler arasında bir çırpıda aklıma gelenler yine Derince’de İzmirli şarkıcı Edis’in, Pendik’te Laz şarkıcı Niyazi Koyuncu’nun, Pamukkale ve Bostancı’da bir başka Laz şarkıcı Apolas Lermi’nin, Muş’ta Dersimli Metin ve Kemal Kahraman kardeşlerin, Isparta’da Kayserili şarkıcı Melek Mosso’nun konserleri. Sanatçıların nereli ve konserlerin nerede olduklarını, bu kararlardaki çeşitliliği ama aynı zamanda rastgeleliği vurgulamak için özellikle yazdım. Ülkenin dört bir yanında, bolca dinleyicileri olduğu konserlerinin düzenlenmesinden belli olan, ülkenin dört bir yanından çıkan şarkıcıların konserleri bunlar. Yani bir şekilde o yörenin halkına da “bu isimleri dinleyemezsiniz” denerek “siz de yasaklınız” denmiş oluyor.
Asıl tuhaf ve haziniyse, bu satırları yazarken kendimi lise ve üniversite yıllarımı geçirdiğim 1990’lar Türkiye’sindeki hissiyatta bulmam. Oysa vaat edilen tam da bunların artık yaşanmayacağı ve hissedilmeyeceği, özgür ve demokratik bir Türkiye değil miydi? Maalesef yine çok net anlaşılıyor ki, bir örümcek ağı gibi karmaşık, pamuk ipliklerine bağlı onlarca meselesi olan bu ülkede her zaman vaat edilenden önce vaat edene bakmak gerekiyor. Zira vaat edilen siyasî, vaat edense beşerdir. Vaat eden, vaat ettiğini sadece siyasî amaçla, zafere giden yolda bir araç olarak görüyorsa er ya da geç o balon patlayacak, o beşer özündeki karanlığa ve sevgisizliğe yenik düşecektir. İşte, işler biraz sarpa sarıp sıkışınca da bu şekilde dört bir yandan meme yapıveriyor o özgürlük ve demokrasi lastikleri.
Maalesef bu yazıya konu yasaklamaların arkasının geleceğini ve daha büyük ses getirecek boyutta iptallerin yaşanacağını düşünüyorum. Baharla birlikte gevşeyen gönül yaylarını bam tellerine basarak germeden olmaz çünkü. Bizler bu toplumda bir şeyler gerçekten yolunda gidiyorsa ve iyiysek bir şeyler mutlaka yanlıştır ve birazdan kötü olacağız psikolojisiyle yoğruluyoruz. Bu durum mevcut iktidardan önce de böyleydi, yirmi yıl öncesinin cicim aylarında da, Gezi zamanında da, dokuz sene sonra bugün de böyle. Gevşemek ve gülümsemek iyi değildir, aman, sevecenlik ve rehavet getirir. Derhal gerilmeli ve kaşları çatmalıyız ki herkes bizden korksun ve çekinsin. Ancak o zaman vatan, toprak ve millet sevgimizin ne boyutta olduğunu haykırabilir ve kendimizi kanıtlayabiliriz cümle aleme. Gibi…
Bu konser iptalleri kadar düşündürücü ve bence kolay çözülemeyecek olansa, şarkıcılar ve sanatçılar arasında olduğu veya olacağı umulan firesiz bir dayanışma. “Sanat yaşamı”nda gözü dönmüş bir borsacıdan veya müteahhitten aşağı kalır hiçbir yanı olmadan para kazanma güdüsünü her şeyin önünde tutan, dizginlenemez bir beğenilme ve güç hırsını yol bellemiş bir sürü insandan, yanı başında haksızlığa uğrayan, örselenen, itilip kakılan bir insana, sadece onla aynı işi yapıyor diye sahip çıkması ve destek olması bekleniyor. Elbette belli başlı ama çok sayıdaki isimleri kastediyor ve bunun dışında davrananları tenzih ediyorum ama kuzuyu kurda emanet etmekten hiçbir farkı yok bu safça yaklaşımın. Bu doğrultuda herhalde gönlünce çok istemiş ya da aniden bastıran sıcaklardan etkilenmiş olacak ki, yılların kültür-sanat-magazin gazetecisi Ali Eyüboğlu, Isparta Gül Festivali’nde yer alacak Funda Arar ve Derya Uluğ’un, “ahlaksızlığı özendirdiği” gibi ne idüğü belirsiz, üstelik gerici bir-iki derneğin basın açıklamasında yazılı bir gerekçeyle aynı festivaldeki konseri iptal edilen Melek Mosso’yu yalnız bırakmayarak festivalden çekildiklerini açıkladıklarını yazıverdi bir tweetinde. Okuduğumda çok şaşırdığımdan hemen araştırdım ve bu sanatçıların resmi mecraları da dahil olmak üzere başka hiçbir yerde rastlayamadım bu bilgiye. Ama ne hikmetse gazeteler erken davranma refleksiyle twitter ve Eyüboğlu’nu yeterli kaynak sayarak haber yapıvermişlerdi bile bu iddiayı. Nitekim birkaç saat sonra Eyüboğlu tweetini sildi ama bu bilginin nedeni ve kaynağı hâlâ bir muammaydı. Tabii ki internetin saman alevi gücüyle, ortaya atılan bu haber anında yayılırken bu iki isme de büyük tezahüratlarla “helal olsun size” şeklinde geri döndü. Ta ki bu yazının yazıldığı saatlerde, twitter’da iyice artmaya başlayan tepkilerden ve kariyerlerine gelecek olası zarardan çekinmiş olmalılar ki, meslektaşları Mosso’nun konserinin iptal haberinden ancak üç gün sonra kendileri de festivalden çekildiklerini açıkladılar. Geç de, güç de olsa "doğru" kazanmış oldu.
Şu işe bir bakın: durduk yerde bir gazeteci bir tweet atıveriyor, orada ismi geçen iki sanatçıdan birinin basın danışmanı sanki tweet içeriğinde olumsuz bir şey varmış gibi o gazeteciyi arayıp haberi yalanlıyor, yani “hayır, çekilmedik konserden” diyor, konseri gerçekten iptal edilen Melek Mosso ise belki başta biraz üzülüyor ve biraz gelir kaybı oluyor ama bir yandan da halk kahramanına dönüşüveriyor. Daha bitmedi! Cumartesi sabahı öğreniyoruz ki festivalden şutlanan Mosso’nun yerine Seda Sayan dahil ediliyor. Seve seve, sabah sabah Seda Sayan. Fantastik ve absürt bilim-kurgu senaryosu okuyoruz sanki.
Peki, madem hal böyle, ne olabilir çaresi? Her şeyden önce her sahneye çıkanı bu topluma barış, sevgi, adalet, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, sevgi gibi değerleri anlatmaya gönüllü birer sanat güneşi olarak algılamaktan vazgeçmek ve bu işe bu şekilde yaklaşanların en fazla bir-iki elin parmağı kadar sayıda olduklarını idrak etmek lazım. Hatta kendilerini böyle yansıtanların da yalnızca ticaretlerine faydası olduğu takdirde bunu yapmayı seçtikleri hal ve ortamları iyi analiz etmek lazım. Tıpkı toplumu tam ortasında ikiye, sonra da o iki parçayı da farklı katmanlara bölen ne kadar ayrışma noktası varsa, “sanatçı” kesiminin içinde de bu noktaların geçerli olduğunu anlamak lazım. Bu ana ayrışmada, bir önceki paragrafta tarif ettiğim tarafın asla diğerinin menfaatine meyletmeyeceğini, çelme takılan, düşen bir meslektaşını tutup kaldırmak için bir lokma ekmeğinden, bir dirhem işinden feragat etmeyeceğini kabullenmek lazım. Bayıla bayıla, bile isteye düşeni bir güzel tramplen yapıp, gelecek bir iş teklifine her zaman balıklama atlayacaklarını bilmek lazım. Bunları bir kenara koyup içselleştirdikten sonra, kişisel çıkarlarıyla popülizmi başarıyla sentezleyerek “topluma malolmuş” bu kandırıkçılardan medet ummayı ve bu onların sözlerini, eserlerini, gösterilerini sirkülasyonda tutmayı bırakmak lazım.
Kimse ölmez bu insanların konserlerine gitmez, şarkılarını dinlemez, televizyon programlarını seyretmezse, merak etmeyin. Ama onlar ölür gibi olur, belki o zaman mecbur kalır da ucundan bir şeyleri değiştirmeyi düşünebilirler. Öte yandan, aslında aynı yarıda, hatta o aynı yarının içerisindeki küçük parçalar içinde dahi birlikte yer alan isimlerin dayanışma konusundaki aczi göze çarpıyor, ki bence bu daha vahim. Bazı organizatörler, sponsor markalar, belediyeler, vakıflar, mekanlar, kısacası ülkede kimlerin, nerede ve nasıl konser vereceğine karar veren başlıca unsurlarca temel, ilkesel, etik, profesyonel anlamda yapılan onca yanlışa ve faule sesini çıkartmayan ve “hemcinsleri” dışlanırken ekmeğinin peşinde olma bahanesiyle işine bakanlar daha şaşırtıcı. Komşu aç yatarken karnı tok fosur fosur uyumayı tercih edenler ne bu mahalleyi kurtarabilir, ne de diğer mahalleden bir yardım eli bekleyebilir. Ne zaman ki bir veya birkaç konserin potansiyel gelir ve ikbali ilkeli bir duruşla geri çevrilir ve bunu yapan, mahalledeki tek enayi gibi bir başına kalmaz, belki o zaman gerçekten sırt sırta verilerek bu batmaya namzet kayık yüzdürülebilir.