Idlip cebini doğu-batı yönünde, Cisr el Şuğur, Eriha, Sarakip’i bağlayarak kuzey ve güney parçaları olarak ikiye bölen M4 karayolunun güneyindeki dört TSK gözlem noktası Rus silâhlı kuvvetlerinin gözetiminde boşaltılıyor. Gecikmeli de olsa, daha önce boşaltılan Halep’i Hama’ya ve oradan Şam’a bağlayan M5 karayolu gibi kullanıma açılacağı ve yeni sınır olacağı öngörülebilir. Idlip’teki TSK gözlem noktalarının hiçbir zaman boşaltılmayacağı defalarca açıklanmış ve bu uğurda şehitler de verilmişti.
Böylece sözkonusu cepte, yapılı yaşama alanı olarak yalnızca Idlip yerleşim biriminin kalacağı da anlaşılıyor yahut öngörülebilir. Son dönemde pek duyulmayan, Suriye’nin kuzeyinde SDK elinde bulunan bölgelere yeni askeri harekâtlar olasılığı da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından yine dile getirilmeye başlandı. Yani, “toparlandık, Suriye’den sessizce çekilmeye başladık” gibi bir durum yok.
Rus medyasında hem Azerbaycan silâhlı kuvvetlerinin planlama ve komuta kademelerinde TSK mensubu subayların görev yaptığına, hem Suriye’den Karabağ’daki çatışmalara Türkiye üzerinden Suriyeli cihatçı taşındığına ilişkin haber ve yorumlar sık sık yer almaya başladı. Cumhurbaşkanı Aliyev’in kendi de, Türkiye üretimi SİHA’ların etkin performansından da söz ediyor, Türk Hava Kuvvetleri’ne ait F-16’ların da ülke topraklarında konuşlu olduğunu da teslim etmekle birlikte, bunların çatışmalara katılmadığını ifade ediyor.
Rusya’nın Hazar Denizi’ndeki tatbikatının ve İran’ın olası sınır ihlâllerine yönelik uyarılarının herhalde bu gelişmelerle ilintili olduğunu varsaymak güç değil. O arada savaşan iki ülkenin cumhurbaşkanları Moskova’da görüşme davetini kabul etti. Dışişleri bakanlarının da ilginç biçimde Vaşington’a gitmeleri ve ABD arabuluculuğunda dolaylı ateşkes müzakerelerine başlamaları gündeme geldi. Ankara’dan ise birkaç gün önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nca övülen ve ülkemizin de üyesi olduğu Minsk Grubu’nun eşbaşkanları ABD, Rusya ve Fransa, Ermenistan’a silâh sağlayan devletler olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından ağır biçimde eleştirildi.
Doğu Akdeniz’de UBP adayı Ersin Tatar, KKTC cumhurbaşkanı seçtirildi ve Oruç Reis yeniden denize açıldı. Bunun üzerine kendini aptal yerine konulmuş hisseden Almanya Dışişleri Bakanı Maas Türkiye ziyaretini iptal etti. ABD, GKRY ve Yunanistan’a yanaşma adımlarını artırdı. Bir bakıma, Erdoğan Türkiye’sini idareye eğilimli iki ağır top Almanya ve ABD son çıkışlarla Fransa’nın yanına itilmiş oldu. ABD’de 3 Kasım’da yapılacak başkanlık seçimlerinde Biden’ın önde çıkması durumunda ikili ilişkilerin seyri belirsiz.
Libya’da petrol sahalarına uzanılamadı. Meclis başkanı Akila Salah’ın hem Sarraç, hem Hafter’i mezun edip, yukarıda kalacağı bir siyasal çözüm Türkiye’yi de her bakımdan tahkim ettiği El Vatiye Üssü’nde çevrelenmiş halde bırakacak. Rusya’nın Putin’e yakın paralı asker şirketi Wagner’in Sirte-Cufra hattını da, Şarara petrol sahasını da kalıcı biçimde korunaklı hale soktuğu görülüyor. Özetle, Libya’nın görülebilir gelecekte iki parçalı kalması ve Türkiye’nin desteklediği parçanın hem petrol sahalarından hem petrol gelirlerinden mahrum olması da güçlü olasılıklardan.
Irak’ta ABD’nin topyekûn çekilmesi, bu ülkenin hepten istikrarını yitirmesi hatta belki iflâsı anlamına geliyor. İran bağlantılı Haşdi Şabi milis güçlerinin, Hoşyar Zebari’nin havaalanı yolunda ve Yeşil Bölge’deki saldırılardan Haşdi Şabi unsurlarını sorumlu tutmasının ardından, KDP’nin Yeşil Bölge’deki temsilciliği basılıp, ateşe verildi, Irak Kürdistan Bölgesi bayrağı da yakıldı. Irak, Türkiye için çok önemli bir ihracat ve ihale pazarıyken, bu komşu ülkeyle de ilişkiler PKK ile mücadele dosyasına sıkıştırıldı.
Erdoğan’ın yeni şamar oğlanı Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Paris’teki son vahşi terör saldırısının ardından bir anlamda “tekke ve zaviyeleri kapatmak” gibi tercüme edilebilecek şekilde bazı cami ve İslâmcı dernekleri kapatmaya yöneldi. Bu politikaların üzerine Erdoğan’ın zevkle çullanacağını iddia etmek için sanırım kâhin olmaya gerek yok. AB için “göç gelmesin, terör saldırısı olmasın yeter” çizgisine dek gerileyen Türkiye ilişkileri, Yunanistan ve GKRY ile artan gerilimin ardından Gümrük Birliği’nin askıya alınmasına ve başka yaptırımlar uygulanmasına dek varacak mı göreceğiz.
Benim toparlayabildiğim kadarıyla etkin, girişken, dik duran diye bize anlatılagelen dış politikanın güncel durumu bu. Bunun alternatifinin de pısırık, adam sendeci, içe kapanmacı bir “monşer” yaklaşımı olduğu dile getiriliyor. Hukuk, teamül ve norm tanımazlık, içeride olduğu gibi dışarıda da etkinliğin dışavurumu kabuk ediliyor. Bunun iç tüketime yönelik olduğu, biricik amacın iktidarı korumak olduğu bir açıklama. Bir başka açıklama, Batı’yla her türlü işbirliğinin mandacılık, emperyalizme teslim olma olarak görülmesi.
Prof. Dr. Eser Karakaş, ABD’li yargıç Posner’in “ulusal çıkar” tanımını aktardı: “Bir baskı grubunun, örgütlü bir kesimin kendi çıkarlarını egemen kılmak için medyayı, eğitim kurumlarını, başka propaganda mekanizmalarını kullanarak kendi grup çıkarını ulusal çıkar olarak sunması, dayatmasıdır.” Bugünü, bugünün, Erdoğan Türkiye’sinin dış politikasını anlamak için bence doğru çıkış noktası burası. İktidar içinde bir başka iktidar odağının da yerini ilanihaye korumak için deyim yerindeyse kelleyi koltuğa aldığı da ortada. Son Ağar-Çakıcı-Eken-Alan Yalıkavak marina keyfi fotosu bunun da göstergesi gibi duruyor.
Arkaplanda ise konkordato ilan eden, yapılandırılmış borçlarını yeniden yapılandırmak için bankaların kapısında kuyruğa giren, vergi muafiyeti alan ve düpedüz batan şirketlerden ve tabiatıyla patlayan işsizlik, artan yoksulluktan örülü bir “askıda ekmek” Türkiye’si var. Üzerine artık köprü, otoyol, hastane vb. büyük projelere devletin harcamalarını vergi mükellefinden, halktan, yurttaştan saklayacak yasa da Resmi Gazete’de yayımlanarak, yürürlüğe girdi.
Gerçek verilerin tutulduğu bir defter halen var mı, yoksa öyle bir defter de tutulmuyor bilemiyoruz. Bizden önce istatistikleriyle oynayan bilebildiğim iki çarpıcı örnek Arjantin ve Yunanistan, bizim gibi yedi cephede pala çalmadan, batmıştı. Sersemlemiş halde, kâh ense kökümüze tokat, kâh yüzümüze tükürük yiyerek ama sürekli hakaret işiterek mezbahaya doğru yalın ayak yürütülüyoruz.
Tatar’a kazandırılan KKTC seçimleri ve belediye hizmetiyle, devlet yönetiminin genellikle Türkiye seçmeninin beyninde farklı loblarda değerlendirilmesi acaba muhalefeti kendine getirir mi? Kılıçdaroğlu’nun “asla oyuna gelmeyeceğiz” ve “bekleyeceğiz” çıkışları (!), son günlerde erken seçim talep ederken bile “ben istemiyorum, arkamdan itiyorlar” demeye getirmesi pek öyle bir uyanışa işaret etmiyor.
Geçen yazımda belirttiğim üzere, Ahmet Murat Aytaç’ın veciz ifadesiyle “stratejik suskunluk”, dış politikada da “esas duruş” olarak tezahür ediyor. Son Metropoll anketinde ülke ekonomisini düze çıkarak isim olarak yüzde yirmilerde de olsa Erdoğan en yakın muhaliflerden çok ileride. Selin Sayek Böke, “oraya kamunundur yazıp geçme” çıkışından had safhada pişman olmuş olacak ki, ne kendi ne Kılıçdaroğlu bu nadir politik söylemin ardını getirmedi. Tıpkı ardı gelmeyen Adalet Yürüyüşü gibi.
O sırada Maden-İş sendikasından Kamil Kartal’ın “öyle mi alay komutanı?” diye soran sesi yankılandı. Şeker pancarı üreticisi Nihat Babaözlü’nün “bana yalan söyleme” diye isyanı duyuldu. Duyuldu mu? Kim duydu? Kılıçdaroğlu ile Akşener duydular mı? Bana sorarsanız Erdoğan, Şırnak’ta siyasetin salonlarda yapılmayacağını söylerken doğru söylüyordu, 81 ildeki AKP kongrelerinden gidebileceklerine katılacağını açıklarken de doğru yapıyordu, siyaset yapıyordu.
“AK Gençlik” hesabını bilmem hümayun mabeyninin iletişim direktörü Fahretttin Altun mu yönetiyor? O yönetiyorsa bilemiyorum kimin parası harcanıyor o yapımlara, hangi ajanslar zengin ediliyor ama “sen kimsin?” diye sormak akla zarar, video ise apayrı bir şamata konusu. Bu videoyu yaptıran kafaysa benim yukarıda değindiğim dış politikayı yönlendiren, çanak çömlek patladı. Vizyonsuz iktidarla, projesiz muhalefet arasında kaldık gitti. Muhalefetinki ancak “peyzaj” projesi, “statik” değil.
Bu duygu ve düşüncelerle bir “sonunu bağlayamadı” yazısının daha sonuna geldik, geceniz hayırlı olsun, iyi uykular.