Ama birbirimizi kandırmamıza gerek yok. Söz konusu başarı, kalıcı, inşa edici ve tekrarlanabilir bir başarı değildir. Gurubun konjonktürel vaziyetinden doğan, her maç ve oyunun doğaçlama karakterinin belirlediği bir başarı oldu. Bu cümlelerin hiç hoş karşılanmayacağını biliyorum. Sevimsizleşmek ve sürüden kopmak pahasına söylüyorum, Şenol Güneş yönetiminde kazanılan bu başarının bir üst çıtası yok. Bu başarıyı bir üst seviyeye taşıyacak, bitmiş ürün manasında yapı ve yapılanmalar yok. Bütün eleme turları boyunca tasarlanan oyunların ortak paydaları ve her seferinde yeniden tekrarını garantileyecek, payandaları yok.
Şenol Güneş oyunlarının Fatih Terim oyunlarından farkı, kısmen, defansif kurgudaki, nispi denge arayışlarıydı. Şenol Güneş, bu uygulamadan nispi olarak başarılı oldu ama bedeli de büyük oldu. Büyük bedel, ofansif oyunun bütünüyle doğaçlamaya terk edilmiş, zayıf ve cılız dinamiği oldu. Şenol Güneş, karşı atak ihtimalini hiç aklından çıkarmadı ve her hücumu, sadece hücum oyuncularının bireysel potansiyeline emanet etti. Öyle ki, mesela iki Fransa ve iki İzlanda maçlarında, hücumların garantisi için ihtiyaç duyulan orta saha desteğini bile koşullara bağladı. Bu dört maçta, hücum potansiyeli, sadece dört oyuncunun hünerine havale edildi.
Sağ koridorda zaman zaman Zeki Çelik’in inisiyatif almasında, oyun taktiğinden çok, bu oyuncunun, oyun karakteri ve alışkanlıkları belirleyici bir rol oynadı. Duran toplar hariç, ulusal takımın defansif oyuncuları, her atak ya da atak girişiminde, rakip kaleye en uzak oyuncular olarak görev yaptı. Merih Demiral ve Çağlar Söyüncü’nün defansif yapıya yaptıkları katkıyı teslim etmekle birlikte, bu oyuncuların sadece defansif görevler ile sınırlandırılması, ulusal takım hücumlarının zayıf karnesi için çok doğru veriler sunar.
Hücum potansiyelini rasyonel hale getirip belirginleştirmeden, hücum potansiyelinin dinamiklerini efektif hale getirmek mümkün mü? Söz gelimi, sağ koridordaki savunma ve hücum potansiyelini, Burak Yılmaz ya da Cenk Tosun pozisyonuyla aynı eksen üstünde kurgulamadan, bu koridorda akışkan ve her durumda tekrarlanabilir aksiyonlar beklentisi içine girmek, gerçekçi olabilir mi?
Yusuf Yazıcı yerine Emre Belezoğlu’nu tercih etmek ne anlama gelir? Bunun anlamı şudur; savunmadan hücuma geçilirken, bu geçişin gerektirdiği yapıları inşa edemedim, yapılar inşa etmek yerine, oyun görüşü gelişmiş ve her iki koridora isabetli toplar atabilecek bir yeteneği ikame ettim demektir. Peki bu durumun kendi başına anlamı nedir? Bunun anlamı şudur, kurgusal bir yapı oyunu yerine, pozisyonların doğaçlama karakterini istismar edeceğim. Oysa bu yapıları kurgulamanın imkanı var. Zeki Çelik, Yusuf Yazıcı ve Cengiz Önder arasında örülecek bir geçiş pas örgüsü, pekala güçlü bir hücum yapı ve planlamasına imkan verebilir.
Aynı şeyleri, Hakan Çalhanoğlu, Mahmut Tekdemir ya da Umut Meraş ve Kenan Karaman arasında da oluşturmak mümkün. Sağ ve sol koridor güçlerinin bütün potansiyelini final vuruşları için Burak Yılmaz ya da Cenk Tosuna bağlamak da olanak dahilinde.
Her iki koridorun yapısız karakteri, her şeyden önce ulusal takımı rakip yarı sahada tutmaya yetmiyor. Söz konusu yapılar dinamik ve çok yönlü pas ilişkileriyle örüntülendirilmediği için de, ne Çağlar Söyüncü ne de Merih Demiral, akan oyuna katılım sağlayamıyor. Bu iki oyuncu statik oyuncu statüsünde kalınca önlerinde oynayan çapalar da o ölçüde statik kalıyor.
Bu oyun dinamizmi ve oyun yapıları çok sorunlu. Finaller başladığında ne demek istediğim çok daha iyi anlaşılacak.