Uluslararası Af Örgütü'nün insanlık 'depo'sundakiler
70'inci yıldönümü kutlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 'Büyük Resim' temalı sergi ile Tophane'deki Depo'da. Uluslararası Af Örgütü'nün düzenlediği etkinlikte, İnsan haklarının dünya ile Türkiye'ye çeşitli yansımalarını konu edinen ve aralarında mahpus sanatçıların da yer aldığı, 20'nin üzerinde isim bir arada.
İstanbul Tophane'deki Depo'da yer alan Uluslararası Af Örgütü imzalı 'Büyük Resim' sergisi, 17 Aralık'a dek süren 'İnsan Hakları Haftası'nın da rüzgârıyla, yıl sonuna kadar devam ediyor. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin açıklanışının 70'inci yıl dönümü etkinlikleri kapsamında izlenen sergi, Zeynep Özatalay küratörlüğünde 26 ismi buluşturuyor.
Büyük Resim sergisinin afişinde, sarı göğün altında koskoca mavi - beyaz bir buzdağı var. Giderek eriyen bir büyük resim bu aslında. Giderek daraltılan özgürlüklerin, mevcudiyetlerin topyekûn cesaret ve direnişinin çok sesli, çok yüzlü, çok dilli fotoğrafı. Hani öyle ki, tepesinden geçen kurtarma hava araçları için bedenlerini birleştiren türlü kişilerin verdiği, uğrunda birleştiği bir S.O.S. sinyalini andırıyor. Yapıtların tümü bir araya gelip, size bir de büyük resme bakmanız için bir şans daha tanıyor. Hatta o mesaja, sizi de davet ediyor.
Sergiye, yapıtlarıyla Aslı Alpar, Arzu Yayıntaş, Başak Bugay, Berrin Simavlıoğlu, Bengü Karaduman, Candaş Şişman, Cansu Gürsu, Çağrı Saray, Ethem Onur Bilgiç, Fatoş İrwen, Gümüş Özdeş, Hakan Gürsoytrak, Halil Yavuz Ertürk, Kemal Gökhan Gürses, Lamia Karaali, Memet Güreli, Murat Başol, Nalân Yırtmaç, Nâzım Dikbaş, Nermin Er, Neriman Polat, Oğuz Demir, Sevil Tunaboylu, Tan Cemal, Zehra Doğan ve ZULAL katılmış.
Özatalay, "Bir mum yakmak, karanlığa lânet okumaktan iyidir," diyerek bir Çin atasözü ile başladığı sunuşunda, hak savunucularından söz ederken, onların aslında Büyük Resim ile ilgilenmedikleri görüşünü dile getiriyor ve şöyle konuşuyor:
"Onların işi, iğne ile kuyu kazmaktır. Hak ihlâllerinin çığırından çıktığı anlarda, sabırla, günbegün uğraşarak, kazanım elde ederler. Bunun için ise her koşulda tek bir kriterleri vardır: İnsan hakları.
Büyük Resim bir illüzyondur. Bu muğlaklıklar dünyasını tersine çevirmek için, hatırlatmak ve umudu güçlendirmek için bir arada olmak, üretmeye devam etmek, verilecek en iyi cevaptır."
Murat Fesih Avcıbaşı'nın kurulum ve prodüksiyonu ile hayata geçen 'Büyük Resim' sergisi, bir tür miting gürültüsüne sahip. Ancak bu gürültüde herkes, ötekini dinlemeyi, birbirinin sözünü tamamlamayı bir biçimde, plastik bir filarmoni bereketiyle başarıyor. Gerek görselliği, gerek metinleriyle besleyici katalog tasarımı Meriç Funda'ya ait sergi, (plastik - görsel - çağdaş) sanat enstrümanlarını birer sivil ifade ve koşulsuz iletişim özgürlüğü aracı olarak kullanmayı önceleyen demokratik tavrıyla, ticarî - kurumsal, ya da belli bir marka altında 'kamusal' hizmet verdiğini ileri süren pek çok kültür sanat etkinliğine karşı bariz ve dürüst bir alternatif olarak önümüze tüm çıplaklığı ile çıkmayı deniyor. Sergi çok klişe bir soruyu, çok yerinde bir zamanlama ile bir mum gibi önümüze, saygıyla bırakıyor: "Sanat ne işe yarar?"Gezdikçe - elbette bağımsız biçimde - 'medya'laşan, size çok önemli soru ve yanıtlar vadeden sergide, hiçbir disiplin veya sanatçı, bir diğerine tepeden bakmıyor, rekabet etmiyor. Bu da, ayrıca özlenen bir şey olarak tadından yenmiyor.
Gelin, bu minvalde izlediğimiz çalışmaların bir kısmına daha da yakından bakmaya çalışalım:
Arzu Yayıntaş ve Neriman Polat'ın 'İstikrarlı Ölüm' isimli eserleri, bir tür dokümanter halini almış bile. Çalışma, 2015'te öldürülen 204 güvenlik görevlisi, 295 sivil (sokağa çıkma yasağı ve bombalı saldırılarda), 414 kadın (erkekler tarafından öldürülen), 706 mülteci (Türkiye sularında) ve bin 703 işçi için, 3 bin 322 adet çivinin çakılarak yazıldığı 'İstikrar' kelimesinden menkul.
Aslı Alpar, 19 Kasım 2017'den beri LGBTİ+ etkinliklerinin Ankara'da Valilik tarafından yasaklanmış olmasına referansla, üç ayrı çizgi eseri buluşturuyor. Bunlardan birinde, göğsündeki gökkuşağı ile bir birey, "Acaba Ankara Valiliği insan haklarına aykırı mı?" sorusunu yöneltiyor.
Başak Bugay ise, çalışmasında, sergi alanının ortasında bir figürü olanca bitkinliği, mağduriyeti ile adeta zorla teşhirle, 'sallandırıyor' ve anlatıyor: "Pantolon adlı eserimde son yıllarda üretimimin temeli olan mahremiyet fenomenine dair bir temsil sunuyorum. Pantolon, saklanmak, örtünmek, sakınmak gibi güvenlik ihtiyaçlarını birkaç katmanda araştırdığım, ötekiyle kırılgan bir ilişki olasılığının temsilidir."
Kırık, ama onurlu birer toplumsal ayna gibi tasvir ettiği figüratif dışavurumcu Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan portre resimleriyle, Berrin Simavlıoğlu'nun yer aldığı sergide ayrıca, Candaş Şişman'ın iletişim sıkıntısını yalın bir etkileşimli heykele büründürdüğü 'Kısık' isimli yapıtı, Bengü Karaduman'ın görsel ve dokunsal 'Sağır' ağıdı ile kesişiyor. Eserde, sanat eleştirmeni ve küratör Öykü Özsoy'un ifadesiyle, izleyici "Tekrar eden ve birbirine eklenen, toplumsal adalet duygusunun yitimine neden olan acıların bütünü, annenin jestiyle betimleniyor." Yerleştirme tarzı ile dokunaklılık tabirine yeni bir bakış getiren bu sivil video-anıt çalışmasında Karaduman, bir anma yürüyüşünde kurşuna hedef olan oğlunu yitiren bir anne ile onun yas ortaklarını rotoskopi animasyonu ile ortaya koyuyor.
Memet Güreli'nin sığınmacılarla dolu bir teknenin tepesine çıkardığı ürkütücü köpekbalığı ile sergilediği 'Ölüm Denizi'ne, sergide Ethem Onur Bilgiç'in karaya vurmuş küçük bir bedeni kedisi ve oyuncaklarıyla tasvir ettiği, 'Dalga' isimli yapıt refakat ediyor. Dert ortaklığının yapıtlar-sanatçılar arasında gittikçe artan bir haklılık uğultusu ile hissedildiği 'Büyük Resim' sergisinde, halen cezaevinde bulunan Fatoş İrwen de, 2016 tarihli yakıcı videosu "Hayat Normale Dönüyor" ile dikkat çekiyor. İrwen'in yapıtında, bir kadın, kendi elini, ötekiyle dikiyor. İrwen'e eseriyle 'selam söyleyen' bir diğer sanatçı, Sevil Tunaboylu. 'Bulut Kaçıran' adlı küçük, ama büyük etkili deseninde ressam, beton koruganın tekini, uzaktan göğe el sallayan bir mahkumun nezdinde, mahpushane önüne dikiyor ve izleyiciyle şöyle dertleşiyor:
"Bu resmi, Sevgili Fatoş'un (İrwen) Sur'da çektiği bir fotoğraftan esinlenerek yaptım. Çocukluğunu Sur'da geçirmiş Fatoş, abluka kaldırıldıktan sonra bazı fotoğraflar çekmişti. Fotoğraflardan birinde, Sur'un daracık sokaklarından birinin önüne yerleştirilen beton bir blok vardı. Kimse o sokağa giremesin diye, orada dikiliyordu. Bu fotoğrafı gördüğümde çok şaşırmıştım. Şaşırdığım şey, böylesine ağır bir kütlenin oraya taşınmasının, aslında ne kadar zahmetli bir şey olduğuydu. Bu zahmet, ne içindi peki?"
Sergide yine, hapiste tutuklu bulunan Zehra Doğan, 2016'da özgür olduğu sırada yaptığı ve biri cansız altı kadını resmettiği tablosu 'Cenaze' ile yer alıyor. Tablodaki kadınların, beyaz giyimli, güzel yüzlü bu ölü bedene yönelik saygı, sevgi ve vakurluğu, eserin en önemli direnç noktası olarak neredeyse izleyicileri kendilerinden utandırıyor. Doğan resimlerini halen tutuklu bulunduğu Mersin Cezaevi'nde, ilaç reçeteleri ve gazete sayfalarına çiziyor. Renk için ise, çeşitli sebzeler, kahve, diş macunu gibi malzemelerden faydalanıyor.
Bunun gibi, bir yılı aşkın süredir tutuklu olan Osman Kavala'ya selam eden bir diğer sanatçı ise Nermin Er oluyor. Bahar geçti, yaz geçti, mevsim geçti diyen Er, not defteri ve desen hünerini video animasyon ile buluşturduğu çalışmasında, Şubat 2018'de Kavala için gerçekleştirilmiş vardiya etkinliği sırasında Depo'da yaptığı yağmur animasyonunun bir eşini, 'Büyük Resim'de yineliyor. Bu da, ilgili desenin o günkü hava koşullarına yaptığı göndermeden kaynaklanıyor.
Çağrı Saray'ın, yanmakta olan 'anonim' bir asrî manzaradan sızan beş ayrı kentin gerçekliğini olanca titreşimiyle yüzümüze vurduğu, bir evde bizi bu iç manzaraya karşı biteviye çaresiz bıraktığı sergide, bunun yanı sıra, baş döndüren Yangın Merdiveni perspektifi ve isimsiz bireylerin yokuş aşağı inişlerinden ibaret, ZULAL imzalı ürkütücü, ama gerçekçi bir çalışma da görülebiliyor.
Murat Başol'un, insan haklarının Türkiye'den ne kadar uzakta veya yakında olduğunu sürpriz bir aygıt refakatinde tartıştığı etkinlikte ayrıca, Tan Cemal Genç'in 'Madde 30' isimli animasyonunda ise, devlet (mekanizması) ile insan hakları arasındaki bir 'argüman' görselleştiriliyor. Genç, yapıtında, 'yaşasın insan hakları' mesajına direnen bir polise karşılık, 1948'de kabul edilen beyannamenin 29 Mayıs 1949'da da Türkiye'de Bakanlar Kurulu kararınca kabul edildiğinin altını acı bir tebessümle çiziyor ve ilgili maddeyi vurguluyor: "İlan edilen insan hak ve özgürlüklerinin bir devlet, zümre ya da kişi tarafından geri alınma hakkı yoktur. "Bunun gibi, Nâzım Dikbaş da insan hakları maddelerinin varlığını, insan suretlerinin/müsveddelerinin bugünkü hali pürmelali üzerinden eleştiriye tabi tutuyor ve derdini şöyle izah ediyor:
"Sergi için yaptığımız toplantılardan birinde, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 30 maddesinden tek birinin bile, şu anda ülkemizde karşılığının olmadığını konuşmuştuk. Buna ekleyebileceğim tek şey, biraz da eskimiş Türkçesiyle insanın içinde güzel hisler uyandıran 'Önsöz'le ilgili durumun da aynı olduğu. Peki, 70'inci yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada kulağa neredeyse bir rûya, ütopik bir metin gibi geliyorsa, bu maddelerde yazılanlara bakıp distopyayla yüzleşince neler gelir aklımıza? Bunu hayal etmeye çalıştım."
Hakan Gürsoytrak'ın 'kara tuval' serisi - döneminden 2015 tarihli bir eseri ile, Gümüş Özdeş'in AB Parlamentosu'nu 'yıkım' halinde betimlediği, Nalân Yırtmaç'ın göçmenlik, emniyet ve aidiyet sorununu bir bavul ve kadınla özetlediği ağır resmine dek, birçok dokunaklı yapıtın bir araya geldiği sergide not alınası; çıkışta kafanızda asılı kalan bir diğer eser ise, Neriman Polat'tan gelmekte.
Polat'ın karanlıkta teşhir ettiği çiçekli pazen elbiseli bedende yer alan tüm çiçeklerin bir öyküsü var ki, yüreklere sığmıyor. Dinleyelim: "Çiçekli pazen elbisenin, bu coğrafyada yaşayanlar için oldukça yüklü çağrışımları vardır. Şehirli kadınlardan çok, kırsal kesime ait ya da şehirde yaşayanlar için şehre göçü hatırlatır. Anneleri, anneanneleri, teyzeleri çağrıştıran bu elbiseler geleneksel hayatları, ayrıca zorluklarla dolu hayatları da anımsatır. Bu sergide karşımıza çıkan 'elbise'nin üzerindeki çiçekler, tek tek solduruldu. Her bir çiçek yitip giden hayatları temsil ediyor. Karanlıkta ve boşlukta, bedensiz bir hayalet gibi karşımıza çıkan ve şarkı söyleyen bu elbise ile yaşadığımız dünyanın kaosu ve hüznüyle baş başa kalıyoruz."