Nomen dulce libertatis – Özgürlüğün o tatlı ismi.
(Cicero)
Çoğumuz huzuru, dinginliği, yumuşaklığı umut ederek yaşadık yıllarca... Zaman zaman bu umuda duyduğumuz inancı sessizce yitirdik.
Gençliğine, enerjisine, direnme gücüne güvenenler, yeni bir yaşam kurmak üzere soluğu yurtdışında aldılar. Ne de olsa arkalarından “giderlerse gitsinler” diyenler oldu.
Kimisinin ülkeleriyle tek bağı beş yılda bir oy kullanmak düzeyine geriledi. Tatillerde bile ülkelerine dönmez oldular.
Bu imkanı olamayanların ya hayalleri bir toplu iğne ucuyla söndü, ya nüfuzlu bir yerde tanıdığı olmadığı için iş bulamayıp ev genci oldu, ya plazalarda kapitalizmin sonsuz döngüsüne girdi, ya da barınma sorunu yaşadığı için tarikatların tuzağına düştü.
Bu sırada, daha on sekiz yaşına varmadan “kayıp” statüsüne geçen yaşamlar da oldu.
Evi bir gece ansızın başına yıkılıp enkaz altında yiten, ailesinden geriye kimsenin kalmadığı, cansız, annesiz, babasız, sessiz, kırgın, kızgın çocuklar...
Kimisi, sorumsuzca verilen imar aflarından yararlanan fırsatçı müteahhitlerin açgözlülüğü yüzünden kağıttan kule gibi yıkılan binaların molozlarının arasından tek başına çıkarak “depremin refakatsiz çocukları” oldular.
Okula boş beslenme çantasıyla giden, doğru düzgün beslenemediği, yüzde 87’si her gün et tüketemediği ve yeterli miktarda kalsiyum alamadığı için bodur kalan, fındık tarlalarında mevsimlik işçi oldukları için okul devamsızlıkları artan, daha zengin bir ekonomide refah içinde yaşayamayan, onun yerine miting meydanlarını sabote etmek için toplanan öfkeli ve cahil güruhlar yüzünden başlarına taş isabet edip kanlar içinde kalan, yaşıtları dijital dünyanın nimetlerinden yararlanırken kendileri mutluluğu bir dilim pizzadan ibaret gören çocuklar da vardı aralarında...
Kelimeler çiğnendi ve birer balta misali çocukluğu kırıp döktü. Acımasız bir siyaset anlayışıyla bu kırgın ve yorgun çocuklar yok sayıldı; boş beslenme çantalarını dert edinenlerle alay edildi; “yok öyle bir şey, damak tadı değiştiği için koyun eti yemiyorlar” dendi.
Bu yıl ilk kez açıklanan “çocuk, yoksulluk ve yaşam” başlıklı TÜİK resmi verilerine göre, ülkede her iki çocuktan birinin çok ciddi yoksulluk çektiği ve sosyal dışlanma riski altında yaşadığı kanıtlandı. Günde bir kez dişlerini fırçalamak için bile diş fırçası ve hatta diş macunu bulamayanlar vardı. Aynı istatistiklerde, ilkokul, ortaokul ve ortaöğretimdeki her 100 çocuktan 9’unun yoksulluktan okulu terk ettiği, 2 milyona yakın öğrencinin de ağır depresyon yaşadığı apaçık ortadaydı. Bu tablo, ülkenin asıl beka sorunuydu.
Oysa, kendini üstün ve güçlü gören kesimler, kendilerine benzemeyen, kendileri gibi düşünmeyen, kendileri kadar güçlü olmayan, kendileri gibi sınırsız söz hakkı tanınmayan herkesi pervasızca incitti, istatistikleri bile görmezden geldi.
Dante’nin cehennemindeki o lanetli ruhlar misali, sonsuz bir savaşa tanıklık ettik durduk. Arada çocukluğun o en tatlı on sekiz yılı heba edildi.
Sonra bir seçim oldu. Yıllardır yolu gözlenen seçim...
Her ne kadar oy verme hakları olmasa da, sonuçları doğrudan onları etkileyeceği için 22 milyon 578 bin 378 çocuk için de bir seçimdi bu...
Seçim kampanyalarında ansızın bir el, uçurumun kenarından çocukları kavrayıverdi ve yaşamın merkezine doğru geri çekti. Umut verdi. İyilik ve şefkat diliyle konuştu. “Sana söz” dedi. Kırmadı, dökmedi, incitmedi. Kutuplaşma diskuruna karşı durdu. “O beslenme çantası dolacak, o tarlalarda çalışılmayacak, o çocuklar eğitilecek, geleceğin mesleklerine hazırlanacak” dedi.
Vizyon sundu, hedefler koydu masaya... Çünkü Sovyet yazar-filozof Andrey Platonov’un da dediği gibi, “akıl da ev gibi bir mülktü, bilimsizleri ve takatsizleri ezecekti”. Çocuklara bilimin, aklın, aydınlanmanın, kardeşliğin, dostluğun mülkü sunuldu.
Herkesi olduğu gibi çocukları da uçurumun kenarından geri çekmekle de kalmadı, seçim kampanyalarında göğe doğru umutla ellerini kalp şeklinde kaldırdı; şehir meydanlarında dans ettirdi; “her şey çok güzel olacak” hayalini özümsetti; kin ve nefret söylemine karşı durdu; kimlik siyasetini eleştirdi; her yaş grubu için demokrasinin gerçek olabileceğine dair umut pompaladı.
Kelimeleri, kırıp dökmek ve incitmek için değil, kırılan kalpleri, acıkan mideleri, söndürülen hayalleri onarmak, çocukların kendilerini iyi hissetmelerini sağlamak için kullanma yolunu seçti. Bunun için de –tüm karalama kampanyalarına, dezenformasyona, montaj videolara rağmen- büyük bir emek sarf etti – uykusuz geceler, miting meydanlarında yorulan bedenler pahasına...
O gün geldi... Yarın o seçimi çocuklar için de yapacağız...
Çocuklara yönelik cinsel istismarla mücadelede en önemli uluslararası güvence metni olarak kabul edilen Lanzarote Sözleşmesi’nden çekilmek isteyenlerle, Türkiye’nin taraf olduğu bu sözleşmenin tüm maddelerinin en etkin şekilde uygulanmasını isteyenler arasında bir tercihte bulunacağız yarın... Bu denli karanlık çevrelerin ilk kez ağırlıkta olduğu bir meclis bileşiminde çocukların ruhlarını düştüğü yerden birleşe birleşe kaldıracağız.
Çocuk istismarcılarını koruyan zihniyetle dirsek temasının toplumda nasıl anomalilere ve adaletsizliklere yol açtığını, daha birkaç gün önce Zonguldak’ta 2 yaşındaki bebeğe cinsel istismar uygulayan ve ölümüne yol açan hastalıklı bir zihniyetin aramızda kol gezebildiğini anımsayacağız.
Çocukların belleksizleştirilmesine, eğitimden sağlığa dek her şeyin içinin boşaltılıp, iyiye, güzele dair her şeyin unutturulmaya çalışılmasına karşı çıkacağız.
15 yaşındaki bir çocuğun “cinsel olgunluğa erişmesi durumunda rızasının geçerli olduğunu” veya psikolojik ve fiziksel olarak hazır oldukları durumlarda evlenebileceklerini savunan, “neye göre, kime göre çocuk” diyerek evrensel çocukluk kriterlerini bile görmezden gelen Orta Çağ zihniyeti karşısında çocuklara okulda yemek verilmesini, çocukların beden ve ruh sağlıklarının her zaman korunmasını savunanların topluma sunduğu “iyi olma modeli”ni oylayacağız.
Aile Destek Sigortası projesi kapsamında kreşlerin ücretsiz olmasını, evrensel bir hak olan kreş hakkının savunulmasını, çocuk haklarının bütüncül ve sürdürülebilir politikalarla ele alınmasını, çocuğun üstün yararının önceliklendirilmesini, çocuk dostu adaleti, çocukları koruyan onarıcı ve çocuk-dostu bir Çocuk Koruma Kanunu’nun çıkarılmasını oylayacağız.
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına dair Sözleşme’ye taraf bir ülkede çocukların geleceğine 1 adet oyumuzla ama hep birlikte sahip çıkacağız.
Kadınların ve çocukların yaşam alanlarını daraltmayı ve onlar üzerinde söz sahibi olmayı bir parti politikasına dönüştüren, çocukların 13 yaşında evlenmesinin fiziksel ve ruhsal olarak sorun yaratmıyorsa makul olduğunu savunabilen Hüda-Par ve Yeniden Refah Partisi çizgisinin meclise girmesi gerçeği karşısında çocukların çok daha büyük emniyet ve toplumsal destek mekanizmalarına gereksinimi olduğunu unutmaksızın sandığa gideceğiz.
“Ve en önemlisi,” diyor çocuk hakları alanında uzman avukat Kardelen Yarlı, “bir çocuğun hakkını savunmak için illa çocuk sahibi olmamız gerekmediğini öğretti bugünkü siyaset bize. Çünkü siyaset üstü olması gereken çocuk hakları bugün siyasete konu ediliyor ve çocuk düşmanları ne yazık ki Meclis’te yer alıyor.”
Yarlı’ya göre, “Çocuğu eş ya da anne baba olacak statüde gören, çocuğu çocuk olarak kabul etmeyen, erken yaşta zorla evliliği normalleştiren, küçüğün rızası gibi hukuk dışı kavramları kabul eden zihniyetle artık daha da güçlü mücadele etmemiz gerek zira tarihin en çocuk düşmanı meclisi ile yeni bir döneme giriyoruz. Çocuk Hakları konusunda elde ettiğimiz tüm kazanımları sadece kendi çocuklarımız adına değil ülkenin tüm çocukları adına korumak zorundayız. İşte bu nedenle hepimiz bugün bir çocuğun çıkaramadığı ses olmak zorundayız.”
Gün, altı yaşında istismar edilen H.K.G’nin çektiklerini hatırlama günü...
Gün, “6 yaşındaki çocuklar zorla evlendirilmesin, cinsel istismarın hesabı sorulsun” deme günü...
Gün, “Ezberletilen yaştan evvel evlenmenin bir cinsel istismar olduğuna inandırılmak isteniyor" diyenlerin “yeni normal” haline gelmesinin önüne geçme günü...
Gün, depremde hayatını kaybeden ve oyuncakları mezarlarına bırakılan, toplu mezarlara gömülen, halen kayıp olup aranan o güzel çocukların anısına saygı gösterme günü...
Gün, Adıyaman’daki İsias Otel’in mezar olduğu çocuklarına halen ağlayan KKTC’yle gözyaşlarını paylaşma, empati yapma ve birlikte hesap sorma günü...
Bu arada aramızda kalsın: Yarın bugünden farklı olacak. Bugünden yarına çocuklar için umudu ve çocukların iyi olma hali için mücadelemizi hep diri tutacağız.