Umur Hozatlı: Kerküklü Kürtler ölümden değil utançtan kaçıyordu
Umur Hozatlı: DAİŞ sürecinde halk ölmemek için kaçıyordu. Ancak bu kez farklıydı, Kerkük ve bağlı yerleşimlerden ayrılan halkın tam olarak ölümden kaçtığını söyleyemem, utançtan kaçıyorlardı, tarihi bir ihanetten kaçıyorlardı ve sığınacakları bir yer yoktu.
DUVAR - Uzun yıllar Türkiye’de gazetecilik yapan Umur Hozatlı son on yıldır televizyon ve sinema alanında çalışıyor. Yaklaşık beş yıldır Erbil’de Pelistank ve KurdMax’da televizyon yönetmenliği yapıyor. Peşmerge'nin çıktığı gün Kerkük'e gitmeye çalışan Hozatlı'ya izlenimlerini ve bundan sonrası için yapılan değerlendirmeleri sorduk...
Bağdat’tan yapılan açıklamalar, Irak ordusu ile Haşdi Şabi’nin Kerkük’e saldırabileceğine işaret ediyordu. Yine de ABD gibi güçlerin bu saldırının önüne geçeceği gibi bir beklenti de vardı. Halkın bu noktadaki algısı ne yöndeydi?
Bağdat, 25 Eylül’de yapılan bağımsızlık referandumuna başından beri karşıydı, yaptırımlarının ağır olacağını her fırsatta belirtti. Bununla birlikte Erbil ile Bağdat arasında uzlaşma görüşmeleri de yapıldı ancak ABD, İngiltere ve Fransa’nın da aktif çabalarına rağmen uzlaşma sağlanamadı. Uzlaşma umutları tükenince, Bağdat zihniyetini iyi tanıyan ve uzun yıllar Saddam rejiminin mağduru olan halk ordu saldırısı ve çeşitli ambargolar bekliyordu. Ancak olağan yaşam da devam ediyordu zira ABD başta olmak üzere özellikle İsrail ve İngiltere’nin ABD’yle birlikte, DAİŞ’le mücadelenin devam ettiği süreçte olası bir Bağdat-Erbil savaşına izin vermeyeceğini, sürecin kısa vadeli ambargolarla son bulacağını düşünüyordu.
Kürdistan Bölgesi’ndeki yabancı yatırımcılar ve şirketler de bu öngörüye sahipti, referandum sürecinde bazı geri çekilmeler, yatırımları askıya almalar oldu ancak etki gücü yüksek çekilmeler değildi. Özellikle petrol alanındaki faaliyetler kesintiye uğramadı hatta Rus ve İngiliz petrol şirketleri yatırımlarını artıracağını duyurdu. Yani Kerkük savaşı ve sonuçları beklenti dışı bir reaksiyon oldu.
Saldırı başlayınca halkın tepkisi ne oldu?
Aslında Güney Kürdistan halkı Bağdat’tan umudunu çoktan kesmişti, zira köprüler, Celal Talabani Irak Cumhurbaşkanı’yken 2013’te beyin kanaması geçirip hastaneye bağlı bir yaşam sürecine girince dönemin Irak Başbakanı Nuri Maliki’nin ilk işi Saddam sonrası anlaşma dahilinde olan Erbil’in yüzde 17’lik bütçesini tamamen kesmesiyle atılmıştı. Bu, Bağdat’ın Kürtlere karşı tavrının Saddam sonrası da değişmediğini gösteriyordu halk için, nitekim Maliki’den sonra Haydar Abadi de aynı tutumu sürdürdü.
Mesele sadece Bağdat’la da sınırlı değil, Tahran da işin içinde, daha doğrusu Saddam’dan sonra Bağdat yönetimini tarihinde ilk kez Şiiler alınca Bağdat’ı Tahran yönetmeye başladı, Güney Kürtlerinde hiç görülmeyen mezhep ayrımcılığı bilinci Tahran-Bağdat mezhepçiliğine karşı doğal bir antipati geliştirdi. Buradan bakıldığında da Güney Kürtleri için Bağdat Saddam’dan sonra farklı bir versiyon olarak aynı Bağdat’tı. Bu yüzden Kürt halkı hiçbir zaman Bağdat’a güvenmedi ve Bağdat’ın referandumdan sonra sınır kapılarını, havaalanlarını, 140’ıncı madde kapsamındaki bölgeleri istemesi ve nihayet Kerkük’e gizli anlaşmalı saldırısı halk için sürpriz olmadı, halk buna karşı gönüllü savaşçı olacak kadar hazırdı. Ancak Kerkük’ün ve Şengal, Mahmur, Guwer, Germiyan gibi diğer yerlerin savaşılmadan teslim edilmesi radikal bir hayal kırıklığı yarattı.
Halkın IKBY’nin aldığı kararlara (referandum dahil) tam destek verdiğini söylemek mümkün mü?
Kürdistan Bölgesel Yönetimi iki yılı aşkındır defakto bir yönetim olarak varlığını sürdürüyor. İki yıl önce yapılması gereken başkanlık seçimleri yapılmadı, 4 bakanlık koltuğu boş, bunların bazılarını başbakan yönetiyor, bazıları vekaleten yönetiliyor. Bununla birlikte parlamento kapalı. Bu anlamda tam bir kaotik ortam var, özellikle koalisyon hükümetinin büyük ortağı KDP ile ana muhalefet partisi Goran ve KYB arasındaki siyasal çekişmeler, iç istikrarsızlık nedeniyle dış politikadaki başarısızlıklar ve ticari-ekonomik sorunların derinleşmesi halkta ciddi bir bıkkınlık yarattı. Üstelik bu en derin haliyle sürüyor. Bu nedenlerle halkın yönetime karşı negatif tepkisi çok büyük. Buna dair birçok örnek verilebilir. Fakat referandum en iyi örnektir, zira yüzbinlerce Kürt’ün bağımsızlık için canını verdiği bir mesele olmasına rağmen referandum kararı Mesut Barzani-KDP-hükümet merkezli olduğu için halkın tepkisi büyüktü, son noktada oluşan ulusal birlik atmosferi ve vicdani teamüller halkı sandığa gönderdi. Ancak dikkat edilirse katılım beklenenin altında oldu.
Kerkük meselesinin bu şekilde sonuçlanmasının halkın yönetime, siyasi partilere yaklaşımına nasıl bir etkisi olur?
Açıkçası, uzun zamandır halkın genel olarak oy verdiği partiler dahil siyaset ve yönetim kurumuna karşı sert eleştirileri var. Ilımlı ve uzlaşmacı siyaset yapılmamasından, petrol zengini bir ülke olmasına rağmen orta düzey bir hizmet dahi yapılmadığı gerçeğine kadar neredeyse yaşamın her alanı için halkın eleştirileri var. Nitekim uzlaşmasız ve faydacı siyasetin sonucu Kerkük gibi ekostratejik bir yerin kaybedilmesi, halkın tepkisini en üst seviyeye çıkardı. Halkın, sürdürülebilirliği artık kalmayan bu siyaset ve hizmet anlayışını ilk seçimlerde -olursa şayet- mahkûm edeceğini düşünüyorum. Süreç böyle devam ederse en büyük siyasi kaybı Mesut Barzani yaşayacak.
KYB ile KDP arasındaki sorun nedir? Kerkük işgal edilirken neyi paylaşmadılar?
Her iki partinin, Mele Mustafa Barzani zamanına dayanan görüş ayrılıkları, yönetim ve paylaşım noktalarındaki anlaşmazlıkları var ve bu artarak sürüyordu. Öyle derin, öyle güçlü karşıtlık ki, 1960’lardan bugüne kadar ne yazık ki iki kez büyük kardeş savaşı yaşandı ve binlerce Kürt birbirini öldürdü. Bu noktada KYB için en büyük öfke kaynaklarından biri, -bunu KYB yöneticileri söylüyor, ben söylemiyorum- 1996’da KDP’nin Bağdat’ı arkasına alarak YNK kontrolündeki Erbil’e saldırıp kentte kontrolü ele geçirmesidir. Nitekim KYB, Barzani tarafından alınan tek taraflı referandum kararını da birkaç eleştiriyle birlikte bu çerçevede değerlendirdi ve referandumun Kerkük’ü KYB’den alma planı olduğunu düşündü. Bu yüzden radikal karşı çıkışlar yaptı ve iş, KYB’li olan Kerkük Valisi Necmeddin Kerim’in Barzani yanlısı olduğu gerekçesiyle Kerkük’te referandum yapılmasını istiyor suçlaması yapılarak referandum gecesi Kerkük Valiliği’ne darbe girişiminde bulunulmasına kadar vardı.
Yani son 20 yılda silahsız siyaset yapıldıysa da derinlerde, bilinçaltında hep bir acı, bir öfke vardı ve onlara göre Barzani yine halka, koalisyon ortaklarına ve diğer siyasi partilere sormadan, siyaseten kan kaybı yaşadığı için kendini kurtarma planı yapmıştı ve buna alet olmayacaklardı. Ancak son noktada halka ve uluslararası yapılara karşı o kadar zor durumda kaldılar ki her şeye rağmen “olmaz ama evet” demek zorunda kaldılar. Bu, onlar için kötü bir goldü ve hepsinin zoruna gitmişti. Özellikle KYB açısından baktığımızda; geçmişin birikmiş öfkesi günümüzün politik ve paylaşım oyunlarındaki yoğun güç çatışmalarına eklenince KYB bir karar vermek zorunda kaldı. Karar şuydu: İdaresi ve asayişi zaten KYB’nin kontrolünde olan Kerkük’ten çıkan petrolü sürekli sorun yaşadıkları KDP yerine Bağdat’la paylaşmaktı ve öyle yaptılar.
Ancak burada bir sorun var; KYB, Barzani’den gizli Bağdat’la bir anlaşma yaptıysa, Kürt devleti kurulmasını gönülden isteyen İsrail’in ve gerçekten güçlü bir istihbarata sahip olan Barzani’nin haberi olmadı mı? Olmadıysa derin bir zaaf, olduysa neden müdahale edilmedi ve kaldı ki ertesi gün Barzani kendi kontrolündeki bölgeleri neden Bağdat’a teslim etti? Bu sorular halkın zihninde muazzam bir tahribat yaratıyor ve bunlara cevap veren yok.
Kerkük’ten sonra Erbil’de insanlar nasıl bir ruh hali içindedir?
Erbil’de yaşıyorum ama tüm Kürdistan Bölgesi’nde tanıdıklarım, dostlarım var, onlarla konuşuyorum iki gündür ve Erbil sokaklarına bakıyorum; ne yazık ki muazzam bir hayal kırıklığı ve derin bir travma yaşıyor halk. Hiç ama hiç kimsenin en kötü hayalinin içinden dahi geçirmediği tarihi bir vakıa yaşandı. Kadim Kürt toprağı Kerkük, uğruna nice canlar vermiş halkın, DAİŞ sürecinde bile yüzlerce evladını Kerkük için feda etmiş halkın gözü önünde Bağdat’a teslim edildi. Bunun halk üzerindeki etkisini şöyle tarif edebilirim; Kürtlerin “birkûjî” dediği kardeş savaşlarından ve Şengal kırımından sonra halk en büyük tarihi dramı yaşıyor. Bir de şu var; halk Kerkük’ü savunmaya hazırdı, dört parçanın Kürtleri mesaj gönderiyordu, Bağdat saldırırsa Kerkük ikinci Kobane olur, halk ve Kürt güçleri direnir, Kerkük’ü asla teslim etmez. Maalesef öyle olmadı ve ikinci Şengal vakıası yaşandı. Bu da halkın tüm cesaretini, referandum sevincini, yüzyıllardır hasretini çektiği özgürlük hayalini yerle bir etti.
Kerkük’ün, merkezi hükümetle anlaşılarak teslim edildiği yönünde ciddi haberler var. Doğru mudur sence? Doğruysa, hangi şartlarla teslim edildi?
Biraz önce kısmen bahsettim aslında ama asıl gerçek zamanla ortaya çıkacak mutlaka, yine de şu aşamada şu kadarını söyleyebilirim: ABD’nin bilgisi dahilinde Süleymaniye-Bağdat-Tahran hattında bir anlaşma yapıldı, ABD bunu biliyordu, aslında biliyordu demek doğru değil, bence oyun kurucu zaten ABD, ki bu konuda taraf olmayacağını açıklaması önemlidir. Anlaşmanın merkezinde Kerkük petrolleri var, Bağdat eskisinden daha fazla pay ve nakit para vermiş olabilir, bununla birlikte Kerkük’ün idaresi ile asayişini vermiş olabilir ve en önemlisi Erbil’den ayrı bir Süleymaniye hükümeti vaat etmiş olabilir. Bunları şu aşamada olasılık ve iddia olarak ele almak gerekir ama “ateş olmayan yerde duman çıkmaz” belirlemesini de unutmamak gerekir. Nitekim KYB ile Bağdat arasında yapılan bir anlaşmanın bazı maddeleri diye iddia edilen bir metin dolaşıyor ortada. Doğruluğu zamanla netleşecektir. Bana kalırsa Irak kısa zamanda tam federatif yapıya kavuşturulacak ve Süleymaniye ile Erbil, Bağdat’a bağlı iki federal yapı olarak tesis edilecek.
Burada Amerika’nın hem bağımsızlık referandumuna ilişkin tavrını hem de Kerkük meselesine ilişkin tavrını doğru okumak, iyi incelemek gerekir. ABD, Güney Kürtlerini ve Barzani’yi öteden beri müttefik olarak görür ve sürekli yanında olmuştur. Bu, ABD’nin Ortadoğu stratejisinde önemli bir yer tutar. Doğrusu Barzani de ABD için “iyi müttefik” konumunu hep korumuş, tarihi öneme sahip itirazlarda bulunmamıştır. Fakat Barzani referandum sürecinde Amerika’yı dinlemedi, ABD Dışişleri Bakanı’nın bizzat kaleme alıp gönderdiği mektup kamuoyuna yansıdı. Mektupta da görülüyor ki, tüm görüşmeler sonuç vermediği için bakan son anda kendisi özel mektup gönderiyor referandumu ertelemesi için. Ancak Barzani ertelemiyor, yani ABD’yi dinlemiyor. Bu tavır, ABD’nin Ortadoğu politikasında kabul edilemez bir karşı çıkıştır. Bütün taşları yerinden oynatacak niteliğe sahip bağımsızlık referandumu gibi bir konuda ABD’ye “hayır” demek bedel gerektiren bir durumdur. Bu yüzden Kerkük planının yöneticisinin ABD olduğu gerçeğini görmek gerekir. Kanaatimce ABD, Kerkük’le ya Barzani’ye ders vermek istiyor ya da Barzani’yi tümden gözden çıkardı. Süleymaniye hükümeti veya tam federatif bölgeler meselesi biraz da buna işaret ediyor.
PKK’nin Kerkük’teki varlığı hem Türkiye hem de Irak tarafından 'kabul edilemez' olarak değerlendirildi. PKK’nin oradaki gücü ne kadardır?
PKK’nin Kerkük’teki varlığı saldırı gerekçelerini güçlendirmek için kullanıldı. PKK Kerkük’te vardıysa Bağdat’ta da vardır veya Irak’ın başka yerlerinde de olabilir. Kimse bunun peşine düşmemeli. Özellikle de Bağdat, zira DAİŞ’e karşı savaşmayıp kaçan Irak ordusunun terk ettiği bölgeleri geri almak için PKK’ye başvuran Bağdat’ın kendisiydi. Öte yandan PKK’nin Kerkük’teki savaş ve savaşçı gücünün bir önemi kalmadı zaten zira Kerkük Bağdat’a teslim edilince tüm Kürt güçleri bölgeden çekildi, sadece şehir merkezinde, Kerkük’ü Bağdat’a verenlerin asayiş güçleri var.
Saldırının yaşandığı gün Kerkük’e gitmeye çalıştın, nelerle karşılaştın? Kürtler Kerkük’ü boşalttı mı?
Erbil’den Kerkük’e doğru gittiğimde Kerkük artık Bağdat’a teslim edilmişti ve şehir merkezinde Haşdi Şabi ile YNK asayişi vardı. Bir utanç vesikasıydı, Kerkük’te yaşayan Kürtlerin tamamına yakını ile bir kısım Sünni Arap kenti terk ediyordu. Aynı şekilde gece evleri yakılan Duzxurmatulu Kürtler de Kerkük’ü geçmiş, Süleymaniye ve Erbil’e gidiyordu. DAİŞ sürecinde de halkın kentleri, kasabaları terk ettiğine tanık oldum, ölmemek için kaçıyorlardı. Ancak bu kez farklıydı, Kerkük ve bağlı yerleşimlerden ayrılan halkın tam olarak ölümden kaçtığını söyleyemem, utançtan kaçıyorlardı, tarihi bir ihanetten kaçıyorlardı ve sığınacakları bir yer yoktu.