Yediğiyle acıkan ve acıktıkça daha da tıkınan iktidarın yeni sermayedarlarını doyuracak fırın kalmadı. O yüzden artık insanların bedenine bile göz dikmiş durumdalar.
Kölelik koşullarında, sadece hayatta kalabilecek kadar ekmek-su alabilen ve itiraz ettiği, yahut yorulup düştüğü an sırtına kamçıyı yiyen milyonlar, kurtuluş yolu görünmediği sürece daha büyük bir bunalıma sürükleniyor.
Şiştikçe, halkın üstüne daha da çöreklenen, ülkeyi bitirene kadar yiyip tüketmeye odaklı zümre, mevcut iktidarın bir parçası, uzantısı olduğu için, devletin zor aygıtlarını da işlevselleştirebiliyor. Coplar onların lehine iniyor, grevler onlar için yasaklanıyor, asgari ücret onların saadetine göre ayarlanıyor.
Bu çaresizlik ve umutsuzluk içinde intihara sürüklenenlerin son çığlığı bile manipülasyonlarla, kin ve nefretle örtülmek, görünmez kılınmak isteniyor.
Ayrıcalıklı, saadet içinde yaşamak için cumhuriyet tarihinde eşi-benzeri görülmemiş bir yalancılar/troller ordusu kurmuş ve bu “militanları” hayatın her alanına sızdırmış olanlar, bırakın küçük umutların yeşermesine göz yummayı, insanların intiharı üzerinden bile tepinecek düzeyde gözü karartmış durumda.
İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı 3. sınıf öğrencisi, yoksul ve işsiz bir genç olan Sibel Ünli’nin iki gün önce denize atlayarak intihar etmesine bu militanların kustuğu nefret açık.
Ünli, yeni yıl dileğini sosyal medya hesabından duyurmuş: “İş bulmak.”
Üniversitenin, öğrencilerin üç öğün indirimli yemek haklarının günde bir öğüne düşürülmesine karşı eylemler sürerken ve kafalarına coplar inerken, Ünli, “yemekhane kartımda para kalmamış, sadece bir liram var” diye yazmış.
Ünli’nin, Sokak Lambası Derneği’nin gönüllüsü olarak Taksim’de evsizlere çorba dağıttığını, CHP’li belediyeden işini geri isteyen Mahir Kılıç’la dayanıştığını, kısacası solcu bir genç olduğunu öğreniyoruz.
Attığı tweetlerden birinde şunu “sormuş” Ünli: “Bir liraya karnımı doyurabilir miyim, enter!”
İntihar eden Ünli’nin “enter” tuşuna bastığı anda karşısında geniş bir dayanışma ağı bulamaması üzerine de kafa yormak durumundayız.
İktidarın, sefaletleri görünmez, sesleri duyulmaz kılınacak gereksiz yükten ibaret gördüğü milyonlarca yoksul, aç, işsiz insan için herhangi bir program geliştirmesini beklemek hak ama bu beklenti aynı zamanda gafletten ibaret. Zira böylesi bir program, iktidarın kendi gerçekliğini inkârı anlamına gelir.
Ünli’nin arkadaşlarının Kadıköy’de düzenledikleri basın açıklamasında yaptıkları tespit aynı zamanda sol siyasetlere, emek örgütlerine ve tüm ezilenlere, tüm yoksullara bir çağrı niteliğindeydi: ”Bugün memleketin her yanında insanların yüzde 60'ı antidepresan kullanıyorsa, intihar oranları artıyorsa, kimse 'Bunun sebebi bu sistem değildir' demesin. İntiharlar, memlekette herkesin gündemiyken, biz haykırıyoruz: Sibel'in katili kapitalizmdir, bu çürümüş sistemdir.”
Express dergisinin kış sayısına konuşan Prof. Korkut Boratav da paralel bir tespitte bulunduktan sonra, Türkiye’deki vaziyete şu sözlerle dikkat çekiyor: “Toplumsal krizler iki siyasal sonuç yaratabilir. Birincisi dağılma, çökme, teslimiyet, bunalım, intiharlar... İkincisi, sosyal patlama.”
Boratav’a göre toplumsal bunalım 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde sandığa yansıdı. Sosyal patlamanın olmaması ise “ayrı olay”, ki sebeplerini biliyoruz. Patlama potansiyeli var ama toplum esir alınmış durumda.
Fakat, diyor Boratav, “Kendiliğinden oluşan halk ittifakı daha geniş bir toplumsal muhalefeti organize edecek sağlamlıkta değil.”
Türkiye’deki yoksulların, ezilenlerin herhangi bir çıkış yolu bulamamasının temel kaynağı da bu.
İntihar, muhtemelen umudun sonlanmasıdır. Ve zenginlerin iktidarı, umutları sonlandırmak için her türlü sömürü, şiddet yoluna başvururken, ne yazık ki mağdurları ve direnenleri ayakta tutacak umudu yaratmak, mevcut tabloda herhangi bir siyasi partinin, sol örgütün, yahut “kahramanın” harcı değil.
Zaten geniş bir toplumsal muhalefetin örülmesi mümkün görünmüyor. Sol-sosyalist hareketlerden tutun da Kürt hareketine kadarki yapılara, iktidardan rahatsız İslamcı grupçuklardan tutun da İYİ Parti’ye kadar geniş bir skalaya yayılmış olan sol ve sağ “iktidar hoşnutsuzlarının” toplumsal muhalefeti aynı potada eritmesi, daha doğrusu “kaynatması” eşyanın tabiatına uymuyor.
AKP milliyetçi, dinci, militarist uygulama ve söylemleri üzerinden derinleştirdiği kutuplaşmayla bu imkânı da büyük ölçüde bertaraf etmiş durumda.
O yüzden solcularla İYİ Partililerin, CHP’lilerle HDP’lilerin 31 Mart seçimlerinde çeşitli etkinliklere beraber katılmış olması üzerinden yapılan iyimser analizler vakit kaybından ibaret. Yoksulların, bu yapıların ihtilaflarını sonlandırıp, üstelik de tüm ezilenler lehine ortak, geniş bir programda mutabık kalmasını bekleyecek zamanı yok.
İnsanlar yoksulluktan, çaresizlikten, umutsuzluktan ötürü depresyona sürüklenirken, bunalıma girerken, intihar ederken, “hele önümüzdeki seçimleri bekleyin” demek siyaset değil, muhalefet değil, solculuk değil, sinikliktir.
Önümüzdeki mesele, teşbih değil soğuk hakikat: Hayat ile memat.
Umut fakirin ekmeği değil sadece, hayatı aynı zamanda.
Ünli ve öncesindekilerin intiharı bunu gösteriyor.
Karanlıkta kaybolmuş, umutsuzluğa gark olmuş milyonlar aslında “solu”, solun değerlerini çağırıyor.
Ama yoksullara, ezilenlere, umudunu yitirmek üzere olanlara solun vereceği yanıt, somut ve acil çözümler içermek zorunda.
Yakın tarihli örnek olduğu için aktarıyorum: Halkların Demokratik Kongresi, bugün (5 Ocak), Ankara’da 10. Olağan Genel Kurulu’nu yaptıktan sonra önemli bir açıklama yaptı. Açıklamanın son paragrafını buraya koyuyorum: “Kendisinden önceki devrimci, demokratik ve sosyalist mücadele geleneklerinin hem mirasçısı hem de onları aşma iradesini taşıyan özgün bir toplamı olarak Halkların Demokratik Kongresi, inatçı bir köstebek gibi ince ince kazarak kapitalist modernitenin altını oymaya, alternatif bir Dünya ve ülke kurma iddiasını mümkün kılacak yolları halklarımızla, emekçilerimizle, ezilen, ötekileştirilen ve dışlanan tüm kesimlerle birlikte hayata geçirmek için tavizsiz mücadelesini büyütecektir. Umut ağacının dallarını yeşertmek için şimdi ve yeniden HDK zamanı!"
Tespit doğru, “köstebek” teşbihi yerinde. Ama kendi sorusunu üreten bir açıklama bu. Zira yine somut bir yoldan söz edilmiyor.
Umut ağacının dalları nasıl yeşertilecek?
İnsanların iktidara direnirken, ekmeğine, aşına göz koyanlarla mücadele ederken umutlarını yitirmemesini sağlayacak alternatif ekonomik dayanışma ağlarıyla mı?
Kooperatiflerle, köy, mahalle, kent meclisleriyle mi?
Sibel Ünli gibi milyonlarca yoksulun “bir liraya karnımı doyurabilir miyim, enter” arayışına anında yanıt verebilecek mekanizmalarla mı? Ne tür mekanizmalarla?
Sibel Ünli’nin kaybettiği umudu kim bulacak, nasıl yeşertecek?