Umut Sarıkaya: Bizim büyük ironimiz

Neden Umut Sarıkaya diye kendime sorduğumda, onun çizimlerinin ironisi bizim coğrafyamızın, gündelik, siyasi, umutlu, umutsuz yaşamının ironisi gibi bir cevap geliyor aklıma. Yaşamın ayrıntıları içerisinde gördüğümüz, belki de eleştirecek onca şey içerisinde gözden kaçırdığımız ancak aslında tam da o büyük eleştirilerimizin temelini yakalayan bir yerden baktığı için Umut Sarıkaya kendisini takip edenler tarafından farklı bir yerde duruyor bence.

Abone ol

DUVAR - Gülümsemenin zor olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz, çoğu zaman günün neresinden tutacağımızı şaşırıyoruz. Böyle bir coğrafyada mizah üzerine düşününce aklıma Umut Sarıkaya geliyor. Duvar Kitap mizah dosyası yapacağız deyince de hem heyecanlandım hem de yine ilk aklıma gelen Umut Sarıkaya oldu. 'Penguen', 'Uykusuz' ve son olarak tek başına ortaya çıkardığı 'Naber Dergi' ile kendisini takip etmeye devam ettiğim bir çizer kendisi.

Neden Umut Sarıkaya diye kendime sorduğumda, onun çizimlerinin ironisi bizim coğrafyamızın, gündelik, siyasi, umutlu, umutsuz yaşamının ironisi gibi bir cevap geliyor aklıma. Yaşamın ayrıntıları içerisinde gördüğümüz, belki de eleştirecek onca şey içerisinde gözden kaçırdığımız ancak aslında tam da o büyük eleştirilerimizin temelini yakalayan bir yerden baktığı için Umut Sarıkaya kendisini takip edenler tarafından farklı bir yerde duruyor bence.

DEĞİŞEN MEKÂN ALGISI 

Umut Sarıkaya denilince akla seksenli yıllarda ve belki doksanlı yılların başında çoğumuzun çocukluğunun geçtiği evleri anlatan, en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş oda tasvirleri geliyor en başta.

.

Üzerinden el işi dantellerin eksik olmadığı, başköşeye kurulmuş televizyon, babaanne işi ve genellikle artık kullanılamaz olan örülmüş kazakların, sökülerek adeta geri dönüştürüldüğü dilimli paspaslar, sobalar, üzerinde kaynama sesini duyabildiğiniz çaydanlık, çiçekli perdeler, onlarca bellek ayrıntısı.

Bu mekân tasviri evlerin henüz tüketim kültürü tarafından ele geçirilmediği, ideal konfora gıpta edilmediği bir döneme de işaret ediyor. Ayşe Öncü, küreselleşme ile evin nasıl “idealinizdeki ev” mitolojisine dönüştüğüne işaret ederken şöyle söylüyor; “Günümüzde yeni olan ev, evin kentsel orta sınıf kültürünün odak noktası olması değil, ‘idealinizdeki ev’ kurgusunun küreselleşme ile beraber, tarihselliğinden arınıp, belli bir zamana ve mekâna ait olmayan evrensel bir doğruya, mitolojiye dönüşmesi. Bugünün medyatik kültüründe ‘idealinizdeki ev’ sözcükleri, reklamlarda, televizyonda, dergilerde sürekli üretilen ilintili görüntüleri çağırıyor. Böylelikle dilde kurulan bağlantılardan çok, görüntüler dolayımıyla gerçeklik kazanıyor. Bu görüntülerdeki pırıl pırıl mutfaklar, steril banyolar, çiçekli bahçeler, asıllarından daha gerçek, düşlenenden daha güzel.”

Bu anlamada Umut Sarıkaya’nın tasvir ettiği ev henüz küreselleşme politikalarının ev algısı üzerinde yer etmediği, daha yerel özellikleri barındıran, hem her ailenin sınıfsal konumunu yansıtan, hem de kişisel olarak rahatlığını öne çıkaran, dağınık, kendine göre iç düzeni olan bir mekânı yansıtıyor. Görsel olarak başkasına hitap etmesindense, kendi iç deneyimiyle oluşturulmuş, işlevsel nesnelerle bezenmiş, evrensel, tek tip olmaktan çok kendi rengini taşıyan bir mekân algısı olarak çıkıyor karşımıza. Karikatürü önemli kılan ayrıntılardan birisi bu bana kalırsa. Tüm o bellek çağrışımlarının yanında mekân olarak evin değişimi ve küresel politikalarla ‘ev’ olarak tanımladığımız mekânın nasıl ideal, tek tip bir duruma dönüştüğünün görsel olarak temsili.

Ev ve özellikle karikatürdeki salon birincil ilişkilerin en üst seviyede olduğu, yüz yüze konuşmanın hâkim kılındığı, ortak mekânın ve zamanın paylaşıldığı bir alan aynı zamanda. Bugünden bakan birçok insanın bu çizimde huzur görmesi de belki bu nedenle. Çünkü aile kurumu o günlerin ruhunu taşımıyor. Bu yine değişen ev ve aile algısıyla ilişkilenebilir. Artık ailede herkesin “kendine ait bir odası” var. Bu da yine yukarıda bahsettiğimiz ‘idealize ev’ kavramına gönderme yapıyor sanırım.

Karikatürde kullanılan her nesne bir bellek metaforu aynı zamanda. Çünkü nesneler bir anlamda hafızanın en temel unsurlarını oluştururlar. O günlerin zihinlerdeki izini taşıyan bu nesneler bir anlamda içselleştirdiğimiz kültürel ögeleri, o günlerin ruhunu yansıtıyor. Bundan dolayıdır ki nostaljik imgelerden çok duygusal olarak bizi etkileyen bellek izleri olarak onları düşünmek sanırım daha uygun olur.

Seksenlerin politik etkisi düşünüldüğünde o günlerde evlerin aynı zamanda birer ‘sığınak’ olduğunu da eklemek gerek sanırım. Onca sürgünlük, hapislik, işkence ve darbe yorgunluğu düşünüldüğünde bu evlerin, şimdi huzur atfettiğimiz bu odaların aynı zamanda birer ‘sinme’ mekânı olduğunu, belki de güvende hissetmek anlamına geldiğini de göz ardı etmemek gerekiyor. Bu karikatürde kullanılan her imgenin o günleri yaşayanların zihninde çağırdığı ayrı bir yaşanmışlık, kültürel, politik anlam var diyebiliriz bu nedenle de.

KAOS MU KOL BÖREĞİ Mİ?

Umut Sarıkaya’nın dünyaya yön veren düşünürlere, politikacılara göndermeler yaptığı dikkate değer karikatürlerinden de söz etmek gerek. Başta söyledik ya Umut Sarıkaya’nın çizimlerinin ironisi biraz da bizim ironimizdir diye.

.

Mesela şu ünlü Bakunin’in, kaos beklerken “kol böreği” ikramıyla karşılaşması dramının konu edildiği çizim. Tüm politik hayal kırıklıklarımızın karşılığıdır bana kalırsa. Başka bir dünya, başka bir yaşam, başka bir coğrafya hayali kurarken kendimizi birdenbire içerisinde bulduğumuz o hayal kırıklığı ânının tasviridir. Beklentinin karşılık bulmadığı, direnişe dair umutların boğazımıza takılıp kaldığı o umutsuz hâlimizdir anlatılan. Kaos isterken kol böreğine razı olmak, başka bir dünya isterken birdenbire dünyanın elinde kalan kısmını bile koruyamaz olmak. Bana kalırsa daha iyi ifade edilemezdi.

'HİZMET AŞIĞIYIZ'

Coğrafyamızda bir diğer ilginç durum anarşistlerin politik konumu ile ilgilidir. Anarşizan arkadaşlar kendi ruhlarına, gönüllülük anlayışlarına uyan her eylemde orada olurlar, dayanışma gösterirler. Kendilerini göstermeyi pek sevmedikleri için ben buradaydım, anarşist olarak vardım demezler genelde, koca bayraklar ve pankartlardansa kendileri olarak orada olmaya çalışırlar. Ama popüler oldukları bir dönem vardır ki bu da seçim dönemleridir. Birdenbire varlıkları hatırlanır çünkü coğrafyamızda sandığa gitmek aileden aileye geçen en önemli geleneklerdendir. Bu dönemlerde, başka türlüsünün hayalini kuranlar küçümsenir, eleştirilir. Sen Emma Goldman dersin, onlar dünyanın olumsuzluklarının, tüm sebebi senin sandık itaatsizliğinmiş gibi konuşurlar dururlar. Klasik anarşistlerin işi çok zordur bu coğrafyada bu nedenle. Umut Sarıkaya işte tam da bu noktada bir karikatürle özetleyiverir durumu:

.

Durum gerçekten de böyledir çoğu zaman bir türlü hesaplaşamayız seçimle, sandıkla çünkü neden çünkü “hizmet aşığıyız”. Elbette bu konuda çok politik doğrucu olmamak da gerekiyor. Burası, bu coğrafya her şeyi mizahi bir boyuta taşıtma kapasitesine sahip, senin hayallerin ve yaşadığın gerçeklik başka türlüsüne izin vermeyebiliyor, prensipler, teoriler, gündelik kaygıların, umutsuzlukların içerisinde tükenip gidiveriyor. Bu da kabul edilmesi gereken gerçeklik sanıyorum.

DOKUNULMAZA DOKUNMAK

Bana göre Umut Sarıkaya’nın önemli özelliklerinden birisi de insanların neredeyse dokunulmaz ilan ettiği Marks, Lenin, Bakunin gibi “büyük” politik teorisyenleri o tahtlarından indirerek senin benim gibi sorunlarının olduğu çizimler içerisine yerleştirmesi. Bu önemli bana kalırsa çünkü ülkemizin eleştirel koşullarında, herkesin sonuna kadar haklılık payını elinde tutma çabası içerisinde olduğu yerde bir anlamda yıkıcılık barındırıyor çünkü kutsallara dokunuyor. İsyanın kitabını yazan Bakunin'in hazzetmediği ergen isyanı, dayısını dinlemek zorunda kalan Marks ve daha nicesi…

.

Bu karikatürde gördüğümüz dayı imgesi de epey önemli aslında Umut Sarıkaya karikatürlerinde. Çünkü bu yine bizim coğrafyamıza gönderme istediğin kadar oku, istediğin kadar bil hâttâ Karl Marks ol fark etmez, öylesine reddedilemez bir kurumdur ki aile dayı diyorsa sözünü dinlemek gerekir(!) Bir başka karikatürde de şöyle anlatılır durum:

.

Karar senin “Gerçekçi olup imkânsızı mı” isteyeceksin, “akıllı olup” dayını mı dinleyeceksin.

Umut Sarıkaya üzerine daha çok şey söylenebilir onlarca karikatür eklenebilir buraya. Evdeki boş kapları atmayan anneler, mutsuzluğa sebep olan küçük olaylar örneğin; tam ders düştü derken hocanın gelmesi, geçen yıldan cebinde kalan çekirdeğe sevinen “dünyanın en gereksiz adamı” ve daha pek çok karakter, yaşanmışlık. Şu var ki bu karikatürlerin barındırdığı küçük ayrıntılarda gizli eleştiri, bizim hayallerimizin önüne geçen gerçekliği barındırıyor çoğu zaman. Kırıklıklarımız, yarım kalan düşlerimiz, toplum ve kendi varlığımız arasında parçalanmış benliğimiz, belleğimizi çağıran incelikli metaforlar kısacası tüm bunlar, dünyaya bıraktığımız yarım kahkahaların yansımalarıdır ki bizim buralarda tam bir kahkaha şimdilik mümkün görünmüyor.

Alıntı için bakınız: “Mekân Kültür İktidar ‘Küreselleşen Kentlerde Yeni Kimlikler’” s.92, İstanbul: İletişim.