Üniversite sınav sonuçları dün açıklandı ve nihayet yüz binlerce gencin heyecanlı bekleyişi sona erdi. Şimdi hummalı bir telaş başlıyor: “Üniversite tanıtım günleri.”
20 yıllık özel üniversite akademik geçmişim (beş farklı üniversitede sırasıyla beş, 10 ve arada boşluklarla birer yıl çalıştım) ile elimden geldiğince yardımcı olmaya, nelere dikkat etmeniz gerektiğini anlatmaya çalışacağım. Anlatacaklarım sadece çalıştığım üniversitelerle sınırlı olmayacak. Geniş bir öğretim üyesi arkadaş ağımla, İstanbul’daki diğer özel üniversiteler de yazıya dahil. Bu arada bilerek vakıf üniversitesi demiyorum. Çünkü ilk açıldıklarında güya kâr amacı gütmeyeceklerdi ama asla öyle olmadılar.
Öğrenci adayları için yorucu bir süreç: Sağdan soldan, tanıdıklardan yarım yamalak bilgi edinecek, üniversitelerin web sayfalarını çaresizce inceleyecek ve imkanı olanlar mümkün olduğu kadar çok üniversite gezerek bilgi almaya çalışacaklar. Ama kafalar çok karışık, neye dikkat etmesi gerektiğini bilen, bilinçli soru soran çok az. Bunu kendi deneyimlerimden biliyorum.
Anlatacaklarımın çoğu sizlere olumsuz gelebilir. Moralinizi bozmayın. Öğrencilerim başka bir hocayı kötülemek için bana geldiklerinde, onlara “Ne güzel, kötüyü tanıyın ki, iyinin ne olduğunu ve ne yapmamanız gerektiğini öğrenirsiniz” derim. Zaten söyleyeceklerim her üniversite için geçerli değil. Ama yine de hepsinin aynı işin içinde olduklarını unutmayın.
VİTRİNİN HAZIRLANMASI
Tanıtım günlerinden birkaç hafta öncesinden üniversitelerin kendi telaşı başlar; tadilat, tamirat, temizlik yani vitrinin parlatılması işi. Koridorların, gezdirilecek sınıf, atölye ve laboratuvarların boyanması, yerlerin cilalanması, aydınlatmaların yenilenmesi, masa ve sandalyelerin onarılması ve askeri nizam dizilmesi gibi. Ama sıkışık akademisyen odalarına dokunulmaz, ne de olsa oraları gözden ırak yerlerdir.
Rektörün başkanlık ettiği, üniversitenin o yılki tanıtım stratejisinin konuşulduğu uzun ve sıkıcı toplantılar yapılır. Arka sıralar belli etmeden cep telefonlarına dalarlar. Her zamanki klişelerden fazla bir şey yoktur. Asıl ilgilenenler ön sıralarda oturan fakülte dekanları, bölüm başkanları ve yardımcıları gibi “ara kademe yönetim”dir. Mütevelli heyeti, rektör, genel sekreter gibi “üst yönetim”le doğrudan muhatap olduklarından, kendi bölümlerinin kontenjanlarını dolduramamaları halinde yetkinliklerinin sorgulanacağını, koltuklarını bile kaybedebileceklerini iyi bilirler.
Tanıtım alanında, her fakülte ve bölüm için masalar düzenlenir. Masanın arkasında öğretim üyesi oturacak, masanın önünde ise öğrenci adayları ve velileri (bu kelimeyi kullanmakta artık hiçbir sakınca görmüyorum, çünkü parayı ödeyenin asıl söz hakkına sahip olduğunu çok gördüm) ağırlanacaktır.
Ne izzeti ikram edileceği bile sorundur. Özellikle gastronomi bölümü olanlar, kendi yaptıklarını sunarlarken, diğerleri ucuz kuru pastalar ile yetinebilirler. Bir defasında üst yönetimin, bu sene limonata ikram edeceklerini büyük bir yenilik olarak tüm üniversiteye ilan ettiğine şahit olmuşumdur. Bunlara kanmayın, ikramların kalitesi, iyi ya da kötü olması tercih kriteriniz olmasın. Ne de olsa üst yönetimden birinin işgüzarlığından başka bir şey değildir.
Bir de etrafa o senenin uygun görülen bol renkli, iddialı sloganları serpiştirilince üniversite, tanıtım günlerine, gelecek yeni öğrencilerine hazır demektir.
İLK TEMAS
Üniversitenin kapısından girdiğiniz an, yapacakları işin eğitimini almış, üzerlerinde üniversitenin amblemi olan ve tek tip giyinmiş öğrenciler sizi daha eşikte karşılarlar. Nazikçe genel kayıt masasına yönlendirilirsiniz. Burada isminiz, istediğiniz bölümler, aldığınız puan, mail adresiniz ve telefon numaranız alınır.
Agresif pazarlama yöntemi (aynen böyle söylerler) uygulayan üniversiteler tarafından sonradan aranma, son kararınızın sorulması ve bir defa daha ikna edilmeye çalışılmanız olasıdır. Bu tür telefonlara itibar etmeyin, uzak durun. Diğerlerinde var mı bilemem ama üniversitelerden birinde, ilk defa gördüğüm, hadi adına “yakın markaja alma” diyeyim, bir uygulama var. Eğer bilmem kaçıncı sıradan, yüksek puanlı biri olduğunuz genel kayıt esnasında görülürse, tanıtım masalarına yönlendirilmeden, kendinizi doğrudan dekanın odasında buluyorsunuz.
Aman dikkat, şu an olabileceğiniz en tehlikeli yerdesiniz. Durumu anlamanız için önce masanın gerisindeki insanın halet-i ruhiyesine bakalım. Karşınızda bir devlet üniversitesinden emekli, sonra özel üniversiteye geçmiş yılların profesörü bulunmakta. Emin olun yetkin ve deneyimli biri. Ama devlet üniversitesinin rahatlığına alışmış, şimdiye kadar kontenjan doldurma, hele de fakültesine yüksek puanlı öğrenci kazandırma baskısını hiç hissetmemiştir. Üst yönetimin gözü onun üzerindedir. Söylediklerinde bir yere kadar samimi olabilir, ama kendinizi kolaylıkla etik sınırların geçildiği, bu kelimeyi hiç kullanmak istemesem de kandırılmaya kadar gidebilecek bir konuşmanın ortasında bulabilirsiniz. Bu nedenle size gösterilen özenden ne kadar başınız dönmüş olsa bile sonrasında muhakkak tanıtım masalarına uğrayın derim. Baskı ve korku ile insan çok kolay gücün karanlık tarafına geçebiliyor.
Tanıtım masaları, adı üzerinde, masanın arkasında akademianın katı düzeni içinde, aşağıdan yukarı sıralıyorum, bir araştırma görevlisi, yardımcı doçent (şimdi doktor öğretim üyesi deniyor), doçent ve belki bir ihtimal profesörün bulunduğu ve öğrenci adayları ile velilerine mesleğin, bölümlerin, üniversitenin ve sonrasının anlatıldığı yerler. Burada da genel kayıt masasındaki bilgilerinizi tekrar verirsiniz. Bu seferki kaydın amacı, o gün kayıt masasında görevli olan kişinin kaç kişi ile görüştüğünün hesabı içindir. Sorun etmeyin, bu sefer karşınızdaki yönetim görevi olmadığından rahattır.
Puanınızın önemi yok, konuşma ağırlıklı olarak masa tenisi gibi, karşılıklı soru ve cevapların gidip gelmesi şeklinde geçer. Doğaldır, üniversite ve ilginizi çeken bölüm hakkında fazla bilginiz yok.
Ama önce masanın arkasında oturan kişinin halet-i ruhiyesi hakkında yine bilgi vermeliyim. Eğer masanın arkasında genç bir araştırma görevlisi oturuyorsa yüzünüzü buruşturmayın. Düşündüğünüzün tam aksine size çok daha faydalı olabilir. Çünkü henüz ders anlatma yetkisi olmayan birinin üzerindeki baskı en az seviyededir. Ayrıca yıl boyu bölümün tüm idari işleri, angaryaları onun üzerindedir. Aynı zamanda yüksek lisans yapan bir öğrencidir. Ama bu önemli çalışma için üniversite ona sadece bir gün izin vermiştir ki, hiç yeterli bir süre değildir. Yani çalıştığı üniversiteyle bağı daha azdır.
Sormaktan çekinmeyin, hangi üniversitede lisansüstü yaptığını. Devlette ise bunu olumlu hanesine ekleyin. Çünkü özel üniversiteler lisansüstü eğitimi beceremediler, çoğu göstermelik. Hocaların kaçı kadrolu kaçı yarı-zamanlı, eğitimin iyi ve aksayan yanları nelerdir gibi soruları rahatça sorabilirsiniz. Hatta karşınızdakinin tavrına, samimiyetine ve sohbetin akışına bağlı olarak “Siz benim yerimde olsaydınız burada okur muydunuz?” diye sormayı bile deneyebilirsiniz. Ama tereddüt ederse, lütfen akademik hayatının başındaki bu insanı zorlamayın, onun da kendince dertleri var. Bu soruya doğrudan “Hayır” diyen birinin, bunu duyan o tek tip giyimli, muhbir bir öğrenci sayesinde kovulduğunu bilirim.
Masanın arkasında bulunan tam zamanlı öğretim üyesi yani yard. doç., doçent ya da profesör ise deneyiminden dolayı meslek hakkında size daha etraflıca bilgi verecektir. Ona hangi okuldan mezun olduğunu, daha önce hangi üniversitelerde çalıştığını, çok anlamayacak olsanız dahi hangi dersleri verdiğini ve neden bu üniversitede çalışmayı tercih ettiğini sormaktan çekinmeyin. Eğer 10 yıl ve üzeri çalışıyorsa, “çok iyi,” 10-5 yıl arası “iyi,” bir iki yıl ise şüpheli. Ha, başka bir üniversiteden, buraya daha iyi olduğu için yeni transfer olmuş yetkin biri olabilir. Ama hoca sirkülasyonu çok fazla olan bir üniversite, hocasına değer vermeyen, huzursuz iş ortamı olan ve doğal olarak eğitim kalitesi düşük bir yer demektir. Bunu bir şekilde öğrenmeye çalışın.
Bir de bilmenizin çok zor olduğu bir durum var. Kadroda tam zamanlı görünmesine rağmen, dönem içi iki gün ders vermekle yükümlü hocalar var. Bu kişilere “iki güncü” deniyor İki gün dışında ve yaz aylarında üniversiteye uğramazlar. Odaları bile yoktur. Dönem içi daha yüksek, yazın ders vermedikleri için cüzi bir para alırlar. O gün, sadece tanıtım günleri için orada bulunuyorlardır. Okulun içinde neler döndüğü, diğer hocalar, neler planlandığı hakkında bilgi sahibi değillerdir. Genelde akademik yükselmelerinin bir aşamasında çalışmayı bırakmış, işi sadece ders vermeye bağlamışlardır. İsimlerini başka üniversitelerin web sitelerinde “dışarıdan ders ücretli gelen” ya da “yarı zamanlı” olarak görmeniz mümkündür. Genelde basmakalıp bilgi verirler.
Gelelim masanın önü ile arkası arasında geçen diyaloglara. Velilerden gelen ilk sorular: "Mezun olunca iş imkanları neler?", "Para kazanır mı?", "Üniversite iş bulmakta yardımcı oluyor mu?" şeklindedir. Ben nereden bileyim, gelecek sene üniversitenin benim sözleşmemi yenileyip yenilemeyeceğini bilemezken? Bunlar biraz anlamsız sorular. Tek derdiniz buysa, okul ücreti ve dört sene boyunca harcayacağınız para ile çocuğunuza bir iş açın daha iyi. Burslar önemli ama aslında burs değiller. O seneki piyasa koşullarına göre üniversitenin burs adı altında yüzde 25, 50, hatta 75 oranında yaptıkları indirimlerdir. Ticarette düzenli sıcak para akışı her zaman önemli olmuştur, değil mi?
Aynı anda, sadece örnek veriyorum, mimarlık, psikoloji ve diş hekimliği düşünenler olur. Kısaca mimarlığı tanıtır geçerim, meslek şovenizmi yapmam, ne uğraşayım? Ama bazen karşınıza öyle biri gelir ki, kararını vermiştir ve gözleri parlıyordur. O noktada hoca refleksiniz, bilgiyi aktarma isteğiniz çalışır. Sevgiyle anlatırsınız, diğer her şeyi unutarak. Hatta bir kere birisini odama çağırmış, meslek dergilerini, kitaplarını, sakladığım maketleri göstermişliğim vardır. “Hocam ben sizi çok sevdim” derken gözleri daha da parlıyordu. Puanı oldukça yüksekti. Kendisine üniversitenin tek bir hoca ile olmayacağını, bir ortam gerektirdiğini söyledim ve yakından tanıdığım düzgün insanların olduğu başka bir üniversiteyi tavsiye ettim. Ayrıca özel mail adresimi verip, bana istediği zaman yazabileceğini söyledim. Çünkü dört sene boyunca koridorlarda onunla göz göze gelecektim.
Benim tanıtım günlerinde asıl yöntemim ve ideal bulduğum şudur: Gelenlere mimarlık eğitimini ve mezuniyet sonrası iyi ve kötü yönlerini tanıtırım. Şu şu üniversiteleri de muhakkak görmelerini ve öyle karar vermelerini isterim. Ayrıca önünden bile geçmemeleri gereken üniversiteleri sıralarım. Onlar için en değerli bilgidir bu. Eğer bu bir pazarlama yöntemi ise, bana göre en etkili olanı.
ÖNERİLER
Web sitelerini iyi inceleyin. hocalarının özgeçmişlerini koyanlar, kendilerine güvenen üniversitelerdir. Bakın bunlara; hangi dersleri veriyorlar, en son hangi tarihte yayın yapmışlar, bir konferansa ya da etkinliğe katılmışlar gibi... Son beş yıldır etkin olmayan bir hoca, akademisyenliği bırakmış, işi sadece ders vermeye bağlamış olabilir.
Daha önemlisi YÖK, 2019 verileri ile üniversitelerle ilgili 186 sayfalık bir rapor hazırladı. Uzunluğu gözünüzü korkutmasın. 95 sayfadan itibaren çok basit grafiklerle iyi bir bilgilendirme bölümü var. Öncelikle üniversitenin gelirinin ne kadarını öğrencilerden elde ettiği kısmı önemli, yüzde 20’lerden yüzde 90’lara kadar çıkanlar var. Ne kadar düşükse, o kadar iyidir. Tabii öğrenci başına harcadığı para ne kadar yüksekse bu da o kadar iyi demektir. İstatistiklerde ikisi de ayrıca belirtilmiş. Elbette kütüphane büyüklüğü ve kitap sayısı, öğrenci başına düşen metrekare gibi rakamlar da önemli.
Hepinize başarılar dilerim. Umarım seveceğiniz bölümlere girer, sizi mutsuz etmeyecek üniversitelerde okursunuz.