Cumhurbaşkanı’nın ağustos ayı içerisinde 37 üniversiteye rektör
ataması yapması bekleniyor. Üniversite kurumumuz büyük beklentiler
içerisinde, “akademik” kaygılar zirveye çıkmış durumda. Kadro
dağıtımları hangi fakültenin hangi anabilimdalına hangi hamili
yakınlık kriterlerine göre yapılacak, projeler nasıl şekillenecek,
velhasılı kaygılar büyük, heyecan dorukta. Tabii şahsının
atamalarını etkilemek isteyen çeşitli kesimler de harekete geçmiş
durumda. Anlayacağınız olaylar çok karışık. Bu karmaşayı biraz
gidermek için birkaç hatırlatma eşliğinde geçen hafta çıkan dikkat
çekici bir haberi yorumlamak istiyorum bu yazıda. Türkiye’de
devlet, kurumlar ve özelde de üniversite yapılarına ilişkin
kavrayışımızı güçlendirecek bir gazete haberi ve ardından yaptığım
kısa arama motoru araştırma deneyimimi aktaracağım. Öncelikle
hatırlatma:
Türkiye’de rektör ataması, bütün üst düzey yöneticilerin
atamasında olduğu gibi doğrudan doğruya partili ve her şeyin
hakimi, her şeyin müsebbibi, kudret sahibi, kanalların, köprülerin,
yolların haliki; hazinenin maliki olan Cumhurbaşkanı tarafından
yapılıyor.
Ne zamandır doğrudan doğruya? İlk olarak olağanüstü hal
döneminde olağanüstü hal kararnamesiyle getirilen düzenleme ile. 29
Ekim 2016 tarihinde çıkarılan 676 sayılı Olağanüstü Hal Kararnamesi
şöyle diyordu:
“Devlet üniversitelerinde rektör Yükseköğretim Kurulu
tarafından önerilecek, profesör olarak en az üç yıl görev yapmış üç
aday arasından Cumhurbaşkanı'nca atanır. Bir aylık sürede
önerilenlerden birisinin atanmaması ve Yükseköğretim Kurulu
tarafından, iki hafta içinde yeni adaylar gösterilmemesi halinde
Cumhurbaşkanı'nca doğrudan atama yapılır. Rektörün görev süresi 4
yıldır. Süresi sona erenler aynı yöntemle yeniden atanabilirler.
Ancak aynı devlet üniversitesinde iki dönemden fazla rektörlük
yapılamaz. Rektör, üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü
tüzel kişiliğini temsil eder. Vakıflarca kurulan üniversitelerde
rektör, mütevelli heyetinin Yükseköğretim Kurulu'na teklifi ve
Yükseköğretim Kurulu'nun olumlu görüşü üzerine Cumhurbaşkanı
tarafından atanır.”
Olağanüstü hal KHK’si ile böyle bir düzenleme getirmek için ne
sebep olabilir? Örneğin rektörler darbeyi planlayıp hayata
geçirmeye çalışmış olabilirler. Çünkü OHAL KHK’si ile ancak
olağanüstü hal ile ilgili konularda ve tedbir niteliğinde geçici
önlemler alabilirsiniz. Ama Cumhurbaşkanı’nın bu düzenleme için
gerekçesi başkaydı, meselenin olağanüstü halle filan alakası yoktu,
ona göre seçimler, haksızlıklara, kırgınlıklara, kaosa neden
oluyordu. Kimsenin kimseye kırılmaması için seçimlerin kaldırılması
en uygunuydu. Hem de OHAL KHK’si ile. Bunu yaptı. OHAL KHK’si ile
yapılamayacak bütün kalıcı düzenlemeler gibi bu da
kanunlaştırılarak kalıcı hale getirildi. 8 Mart 2018’de Resmi
Gazete’de yayımlanan 7070 sayılı Kanun’un 69'uncu maddesinde ilgili
hüküm harfi bile değişmeden yer aldı.
Tabii burada bitmedi, eksik bir şey vardı. Aynı yıl içinde, 9
Temmuz 2018’de çıkan 703 no'lu KHK’nin 135'inci maddesi ile hüküm
değiştirildi:
“Devlet ve vakıf üniversitelerine rektör, Cumhurbaşkanı'nca
atanır. Vakıflarca kurulan üniversitelerde rektör ataması,
mütevelli heyetinin teklifi üzerine yapılır. Rektör, üniversite
veya yüksek teknoloji enstitüsü tüzel kişiliğini temsil eder.
Rektörlerin yaş haddi 67 yaştır. Ancak rektör olarak atanmış
olanlarda görev süreleri bitinceye kadar yaş haddi
aranmaz.”
Burada bir bakıyorsunuz ki üç yıl profesörlük yapmış olma hatta
profesör olma şartı kalkmış, rektörlerin görev süresinin sınırı da
uçmuş. Bu şart kalkınca Berat Albayrak’ın yakın arkadaşı Nuri Aydın
15 Temmuz’da Cumhurbaşkanı tarafından Cerrahpaşa Üniversitesi’ne
rektör olarak atanıvermiş.
Elbette burada da kalmıyor, 15 Temmuz 2018’de çıkan 4 no'lu
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 800'üncü (yanlış okumuyorsunuz
800) maddesi, beş gün önce çıkan 3 no'lu Cumhurbaşkanlığı
Kararnemesi’nin 3'üncü maddesini değiştiriyor ve rektörlerin 3
yıllık profesörler arasından atacağını hükme bağlıyor.
Artık tahmin edersiniz mesele burada da bitmiyor: 13 Eylül 2018
tarihli 17 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, 3 sayılı
kararnameyi değiştirerek üç yıl profesörlük yapma şartını yeniden
kaldırıyor. Ama ne lütuf, en azından profesör olma şartı var…
Ben buna, kural koymanın fetihçi düzeni diyorum. Üç ayı geçmeyen
bir sürede defalarca değiştirilen bir kuralın hukuk kuralı olarak
görülemeyeceği açıktır. Kuralın esası, kalıcı olması hukuk devleti
ilkeleri kapsamında mümkün olamayacak OHAL tedbiri ile
getirilmiştir ve Anayasa’da yer alan üniversite özerkliği ilkesine
kuşkuya yer bırakmayacak biçimde aykırıdır. Bu yöntemle konan,
öngörülebilir olması mümkün olmayan herhangi bir kuralın hukuk
kuralı niteliği taşıyamayacağını söylemek gerekir; düzenek hukuk
yapıcı değil, fetihçidir.
Bu fetihçi kural koyma düzeni sonucu ortaya çıkan
kuralın/kuralların fethedilen bakımından ilk eldeki sonucu açıktır.
Üniversite kurumunun mevcut durumu, eşini atamak için kırk takla
atan rektörlerden akademik yayın pazarı kuran şirketlere kadar
zaten ortaya saçılmış biçimde görülüyor.
Bir de fetihçinin durumu var tabii, yani fethi takip eden
yağmanın işleyişi var. Buranın işleyişinde bildik oyunları
görüyoruz, açık savaş oyunları. Fethedilene kimin sahip olacağı
ile, kimin yöneteceği ile, hangi grupların neleri paylaşacağıyla
ilgili bir işleyiş. Daha ilginç olan da elbette bu.
Bu bağlamda dikkatimi çeken bir haberi değerlendirmek ilginç
olacak.
Haber, Ankara Üniversitesi’nin rektörü Erkan İbiş ile ilgili.
Olağanüstü hal koşullarında, Türkiye’nin en köklü bilim
kurumlarının; Mülkiye’nin, İletişim Fakültesi’nin, Tiyatro
bölümünün varlığını ortadan kaldıracak eylemlere imza atan, kanımca
ağır akademik suçları işlemiş bir rektörden söz ediyorum. Kendisi
hakkında Meclis’te verilen onlarca soru önergesi var. Akademik
suçlarla sınırlı değil İbiş hakkındaki iddialar. Gazeteler, 11 ayrı
yolsuzluk dosyasının ne hikmetse savcılıkta altı gün gibi kısa bir
sürede takipsizlikle sonuçlandığını yazdı. Kontenjan artırımı
yoluyla oğlunun yatay geçiş ile özel bir üniversiteden rektörlüğünü
yaptığı üniversiteye geçişini sağladığı iddiasını da biliyoruz.
Öğrencilere, öğretim üyelerine açtığı soruşturma ve verdiği
cezaların mahkemelerden dönmesiyle yol açtığı kamu zararını da.
Üniversitede gururla silahlı fotoğraf paylaşan öğrenciyi
üniversiteyi bitirmesinin hemen ardından Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak atamasını da. Her
demokratik protestoyu şiddetle bastırmak için polisin kampüsleri
yönetmesini sağladığını da.
Her yere yanaşmak isteyen bir rektör, sanayicilerle arası
oldukça iyi. AKP akademilerinde dersler veriyor, AKP il
örgütlerinin kütüphane açılışlarına katılıyor, ama sanayici, yemek
fabrikası sahibi eski CHP İl Başkanı Adnan Keskin ile dostluğu da
var. (Haksız hukuksuz biçimde rektörlük eliyle açılan bir
cumhurbaşkanına hakaret soruşturması ile ilgili konuşurken CHP İl
Başkanı’nın; “Erkan benim dostum siz de cumhurbaşkanına hakaret
etmeseydiniz” demesinden biliyorum bu dostluğu.) Neyse İbiş
hakkında söyleneceklerin önemli kısmı zaten çok önceden
söylenmişti, biz cephenin işleyişine ilişkin habere dönelim.
Haber, Takvim gazetesinde Sabah gazetesi muhabirinin haberi
iddiası ile yayımlanıyor. Habere göre Erkan İbiş yönetimindeki
üniversite, kayıt yaptıracak yabancı uyruklu öğrencilerden başı
açık ve sakalsız fotoğraf istemiş. Üniversite bu habere hemen
itiraz ediyor, 2011’den kalma bir ilanın arşivden çıkarılarak
servis edildiğini, bu yıl böyle bir ilanın olmadığını o zaman da
yapılanın yönetmelik gereği olduğunu, bu algı oyununu yapanlar
hakkında yasal işlem başlatılacağını söylüyor. Haberi yapan
organlara baktığımızda bunun fetih sonrası bir kavga olduğunu
anlıyorsunuz. İkinci dönemini dolduran rektör, belli ki bir daha
başvurmuş, ne de olsa fetihçi kanun gereği bir ömür rektör
olabilir, başka fetihçi gruplar da onu istemiyor ve kavga her
zamanki yöntemlerle işliyor. Tabii bu yöntemlerin Erkan İbiş
yönetimindeki üniversitenin fakülteleri tasfiye edilirken, İbiş’in
gözetiminde sürdürüldüğünü hatırlatmakta fayda var. Haber Vaktim,
Akit gibi gazetelerde çıkan hedef gösterici, tehdit içeren onlarca
haberden birinin bile üniversite tarafından tekzip edilmediğini
hatırlatmak gerek.
Fetih sonrasının ana düzeneği de bu, şahsının kararını
etkileyecek operasyonlar. Fakat elbette buna dönük hamleleri
izlemek de ilginç oluyor. Örneğin devlet kurumlarına girmek isteyen
mezunlara bir tür referans verme kurumu olarak çalışan, kadrolaşma
dönemlerinin önemli aygıtlarından İslamcı Siyasallılar Vakfı’nın
kurucularından birinin Maliye Bakanlığı müsteşar yardımcılığı ve
müşavirliğinin ardından 2019’da Ankara Üniversitesi Genel Sekreteri
olduğunu, bu hamleleri izlerken öğrendim. Vakfın yöneticilerinin
Mülkiye’nin fetih şöleni olarak organize edilen, öğrencilerin
dövüldüğü olaylı 160'ıncı yıl sempozyumuna verdiği desteği,
üniversite ziyaretlerini, dekanlık ziyaretlerini de.
Tabii aklıma şu soru geldi. Mülkiyeliler Birliği Başkanı’nı
fakülteye almamak için yapılan her türlü hukuksuzluğun sorumlusu
acaba Siyasallılar Vakfı’nın kurucularından olan Üniversite Genel
Sekreteri mi? Bilemeyiz tabii.
Üniversitede fetih şöleni heyecanı sürüyor işte, merak baki,
bakalım şahsı kimi ödüllendirecek?