Süregiden enerji krizinin faturalara sert bir şekilde yansıması sonucunda, birçok kafede ısıtıcılar saat başına ücretli olmaya başladı; cemevleri elektrik faturalarını ödememe kararı aldı; tiyatro sahnelerine aylık 60 bine varan elektrik faturaları gelmeye başladı.
Enflasyon son yirmi yılın en yüksek seviyesinde. Açlık sınırı ise 10 bin lirayı geçti. Toplumun kırılgan kesimleri olan kadınlar ve çocuklar derin bir yoksulluk ve yoksunluk girdabında.
“Balkondan düşen kadınlar diyarı”na dönüşen ülkemizde, 29 kadının “yüksekten düşerek öldüğü” ve hepsinin de arkasında 1 erkek olduğu kayıtlara geçti. Bu arada erkekler geçtiğimiz ay 23 kadını ve üç çocuğu öldürdü. Soğuk ve karlı kış günlerinde bile çiçeklenip açan kardelenler kış uykularına yattılar.
Bir yandan “nafakaya süre kısıtlaması gelecek mi” tartışmaları odağında, zulüm görmesine rağmen ekonomik özgürlüğüne kavuş(turul)madığı için boşanamayan kadınlar, diğer yandan “bu ay size doğal gaz faturası ne kadar geldi” sorusuna eşlik eden şaşkınlıkla büyümüş gözbebekleri...
Bir yandan fasulyeyi kilosu 30 liraya, tere bağını 10 liraya satmaya çekindikleri için gramla satışa geçen pazarcılar, diğer yandan sadece ocak ayında iflas eden 10 binin üzerinde esnaf... Bir dilim kare baklavanın fiyatı ise 10 liradan başlıyor.
Öte yandan, toplumun göz önündeki “ünlü” isimler, bu ekonomik ortamda dara düşenlerin, Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin ilk kademesi olan beslenme gibi yaşamsal ihtiyaçlarını gereğince yerine getiremeyenlerin sesi olmak için çırpınmaya başladı.
Hekimlerin maaşları ve çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik eylemlerini destekleyen, kendisine gelen elektrik faturasındaki rakamın yüksekliğinden dolayı takipçileriyle paylaşmaya utandığını söyleyen Şahan Gökbahar’dan, hayat pahalılığından yakınan Cem Yılmaz’a, “akıl almaz yükseklikteki zamlar nefes aldırmaz oldu insanlara” diyen şarkıcı Murat Boz’a dek birçok “ünlü” isim, son dönemde hepimizle ortak endişeleri paylaştıklarını dillendirir oldular.
Bu ve daha nice isim, daha önceleri siyasi duruşları birçok kesim tarafından eleştiri oklarına maruz kalmışken “ekonomik duyarlılıklar” paydası altında bir araya geliyorlar.
Belki daha önce de benzer şekilde ufak adımlar attıkları olmuştu ama bu kez yaptıkları toplum nezdinde oldukça büyük bir memnuniyet ve duygudaşlık doğurdu.
“Biz ödeyemediğimiz için değil, ödeyemeyenlerin sesi olmak için paylaşıyoruz faturalarımızı. Umarım anlaşılmıştır” diyen şarkıcı Cenk Eren bu ifadesiyle çok değerli bir noktaya değindi.
Benzer şekilde, Trendyol kuryelerinin zam oranının yüzde 38’e çıkması üzerine “dayanışmak güzeldir” diyen, özgürlükler ve haklar konusunda her zaman farkındalığı güçlü olan komedyen Kaan Sekban’ın da “komedyenlerin ses çıkarması bin tane siyasetçiye bedeldir; komedyenin işi de ses çıkarmaktır. Mizahın varlık sebebi de budur. Her şeye rağmen güzel günler bunlar, mutluyum” şeklindeki tweet’i bu bilinç düzeyini yansıtması açısından çok anlamlı.
Farklı düzeylerde de olsa alım güçlerindeki azalma, farklı siyasi görüşlerdeki kişilerin itiraz ve kabullenme eşiklerini de aşıyor. Bu çıkışların toplumun geniş kitlelerine aynı anda hitap eden kişilerden olması ise, etki gücünü artırıyor.
Bu ortamda kimi “ünlü” isimler, sanatçılar, toplumun gözü önünde olan “flaş” isimler, ekonomik mağduriyetlerini madalya gibi takmayıp, kolektif çözüm arıyorlar, yetkililere zamlar konusundaki eleştirilerini medeni bir dille iletiyorlar. Çünkü sanatçı da bu toplumun bir bileşeni ve bir yerde yangın olunca onun da cebi yanıyor.
Halkın yüksek enflasyon karşısında belinin büküldüğü bir ortamda duyarsız kalan sanatçının halkla arasındaki hakikat bağı kopabiliyor. Hatta toplumsal duyarsızlıklar sergileyen sanatçıların toplumdan dışlanması, boykot edilmesi şeklindeki “iptal kültürüne” de konu olabiliyor.
Ancak Türkiye’de ilk bakışta çelişkili görülen iki eğilim var. Bir yandan kabileci ve statükocu çizgide yaşamayı reddederek, emekçinin, yoksulun, dara düşenin yanında duran hem kendilerinin hem başkalarının sınıfsal kaygılarını dillendiren “zenginlerin” ve “ultra zenginlerin”, kâh gündem belirleyen kâh gündeme dair fikir beyan ettikleri demeçleri...
Benzer şekilde, dünyanın en zenginleri arasında yer alan Warren Buffett on yıl önce “mega zenginlerin daha çok vergi ödemesi” çağrısında bulunmuş, vergi cennetlerini mide bulandırıcı bulmuştu.
Diğer yandan bir başka kesim de kendi yaşadıkları ekonomik açmazların ifşası karşısında kayıtsız gözüküyor; onlara ses, nefes olmaya çalışan “ünlü” kesimi ise kindarlıkla, erdem sinyallemesiyle –halk arasında “duyar kasmayla” yani samimiyetsiz bir ahlak düşkünlüğüyle- ve hatta PR yapmakla suçluyor; onlara simitle tüm günü geçirmeyi salık verenleri bağrına basıyor.
Konya’da gerçekleştirildiği iddia edilen bir sokak röportajında, vatandaşların zamlardan ve döviz kuru artışından memnun oldukları, bunun kendilerini etkilemediği ve zamların “piyasayı düzelttiğine" dair düşünceleri bu bağlamda okunabilir.
Burada yapılması gereken ise, toplumun gözü önünde olan “ünlü” kesimlerin, sanat çevrelerinin hayat pahalılığı, alım gücü üzerinden yaptıkları eleştirilerin ve yetkililere yönelik çağrıların “erdem sinyallemesi” olarak görülmemesini sağlamak.
Yani sisteme dair yaptıkları bu ve benzeri eleştirilerini ve çözüm önerilerini toplumsal eşitsizlikler üzerinden, hakkaniyetli ve etik şekilde yapmaları; varsa geçmişte bu itirazlarına zıt yaklaşımlarına dair özeleştiri ve telafi çabalarına girmeleri gerekiyor. Bu aynı zamanda toplumun etik anlamda ilerlemesi için de bir fırsat olacak.
Bugün yüksek elektrik faturaları veya pazarı müze dolaşır gibi dolaşan insanların açlığı üzerinden uyanan yurttaşlık bilincinin sahici olması için ne gerekir? Yarın Isparta’da günlerce eksi 11 derecede elektrik kesintisi altında uyuyan vatandaşlarla birlikte “titreyen” ve hesap soran bir kalbe veya kuryelerin ya da depo işçilerinin insanca bir yaşam arayışını “gören” gözlere dönüşmesi...
Öte yandan, 251 sanatçı adayının eğitim gördüğü Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’ndaki ilk ve ortaöğretim yemeklerine yüzde 857 zam gelmişken, gençlerin beslenme hakkının ünlü ünsüz herkesin gündeminin ilk sırasında yer alması gerekir. Çünkü bir öğrencinin okul kantininde 2,80 liradan 24 liraya çıkarılan ücretler karşısında karnını doyuramaması, piyano dersinde karnının açlıktan guruldaması, politik kutuplaşmaya kurban edilemeyecek kadar varoluşsal bir yoksunluk... Çünkü yemek yemek lüks olmamalı.
Liste uzatılabilir. Ev-içi şiddet mağduru kadınların alamadığı iki kuruş nafakaya göz dikenlerden tutun, kadınların sosyo-ekonomik hayata eşit katılımının önündeki sorunlara dek... Ve herkesin toplumda yaşanan her hak mağduriyetinde ön saflarda yer almasını beklemek de gerçekçi olmaz.
Ancak “ünlü” kişilerin “ünsüzler”in mağduriyetlerini anlayan, hisseden bir profil çizmeleri için kendi maddi kayıplarının da ötesine geçen bir farkındalığı, kalıcı bir yurttaşlık bilincini zaman içerisinde yaygınlaştırmaları en ideali olacak.
Yoksa elde edilen zenginlik toplumsal statüye çevrilirken, bir hit parçayla veya filmle konser ve sinema salonları doldurulurken, her daim toplumsal desteğe ihtiyaç duyan alt ekonomik grupların gözünde hep bir şeyler eksik kalacak. Oysa hepimiz aynı gemideyiz ve ortak bir moral çıpasına ihtiyacımız var...